Burak DERİCİ
Merhaba Dumlupınar Gazetesi’nin saygıdeğer okurları! Öncekikle size biraz kendimden bahsedeyim. 1994 yılında Kütahya’da doğdum. Aslen Uşaklıyım ama Kütahya’da doğup büyüdüğüm için kendimi Kütahya’lı addediyorum. Çocukluğumda futboldan başka bir şey düşünmedim. Zaman geçtikçe futboldan para kazanıp bir yerlere gelmenin benim için zor olacağını anladığım anda eğitimime ağırlık vermeye başladım. Karabük’te önlisans, Uşak’ta lisans derken şimdilerde Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde Sinema ve Televizyon alanında yüksek lisans eğitimime devam etmekteyim. Lise yıllarımda başlayan sinema tutkusunu akademik olarak da ilerletmeye karar verdim ve şu sıralar hem tezim üzerinde çalışıyorum hem de sinema ve edebiyat ile ilgili yazılar kaleme alıyorum. Bu haftadan itibaren her pazartesi günü yazılarımı Dumlupınar gazetesindeki köşemde yazmaya başlayacağım.
“HERKES OKUL TIRAŞI OLACAK!”
Köşemdeki ilk yazımda, 2021 yapımı Okul Tıraşı filmini ele alacağım. Yönetmen Ferit Karahan’ın üçüncü uzun metraj çalışması olan bu filmde, Doğu Anadolu bölgesinde bulunan yatılı bir okulda hastalanan Mehmet’in öyküsü ona film boyunca refakat eden arkadaşı Yusuf’un ekseninde anlatılmaktadır. Mehmet’in başında toplanan ve hastalığın nasıl gerçekleştiğini çözmeye çalışan öğretmen ve idareci grubunun, hikâyenin ilerleyen kısımlarında değişik yüzleri çarpıcı bir şekilde gözler önüne serilmektedir.
Ferit Karahan’ın senaryosunu Gülistan Acet ile beraber yazdığı ve hem yurt içindeki hem de yurt dışındaki festivallerden toplamda 28 ödül alan Okul Tıraşı, Türk sinemasının son dönemdeki en çarpıcı filmlerinden birisi olarak öne çıkmaktadır. 85 dakika süren ve neredeyse hiç sabit açının bulunmadığı bu yapım, okul içerisindeki düzensizlikleri basit ama etkili bir şekilde anlatmaktadır.
Filmin başında çok sayıda çocuk, birden fazla bölmeleri bulunan büyük bir banyoda telaşla sağa sola koşturup duş almaktadır. Bölmenin birinde kavga eden çocuklara o gecenin nöbetçi öğretmeni soğuk suyla yıkanma cezası verir. Ertesi gün soğuk suyla duş alan çocuklardan birisi olan Mehmet hasta olur ve yataktan kalkamaz. Arkadaşı Yusuf, Mehmet’i revire kadar taşır ve Mehmet’in hasta haliyle uzun süreli bekleyişi bu noktada başlar.
Yusuf, revirde yatan arkadaşı Mehmet’in durumunu öğretmenlerine bildirmeye çalıştığı sahnelerde okulla ve hocalarla ilgili daha fazla bilgi sahibi oluruz. Disiplinli ve baskıcı bir yönetim anlayışı sebebiyle adeta askeri bir akademiyi andıran bu okulda öğretmenler, çocuklarla baş edebilmek için yer yer şiddete ve hakarete başvururlar. Düzenin ve disiplinin tesis edilmesinin evrensel bir dili olan bu davranışlar, öğencileri düzene sokar ama onların psikolojileri üzerinde olumsuz etkiler bırakabileceği de su götürmez bir gerçektir.
Film ilerledikçe okuldaki idarecilerin etik dışı hamlelerini görme fırsatı buluruz. Müdür ilk olarak ısıtma sistemindeki sorunla zamanında ilgilenmez ve kendisine bu sorunu defalarca ilettiğini belirten çalışanı yanından uzaklaştırıp olayı örtbas etmeye çalışır. İkinci olarak da kendi arabasına alacağı kar lastiklerini okulun döner sermayesinden alma fikrini tereddüt etmeden kabul eder. Bu durum, öğrencilere doğru olanı anlatacak kişilerin yanlış işler peşinde koştuğunun güzel örneklerindendir.
Filmde ahlaki yozlaşmalar, okulda çalışan farklı karakterler üzerinden de gösterilmektedir. İlkokul çocuklarına sigara verip zehirlenmelerine vesile olan kantinci, okulun okumuş olan değil de işçi insanlar tarafından yapılan ahlak dışı hamlelerinden birisine örnek oluşturmaktadır.
Filmin sonlarına doğru revirde bulunan üç öğretmen ve bir müdür, Mehmet’in başında ufak çaplı tartışmaya başlar. Herkesin, çocuğun hasta olmasında doğrudan ya da dolaylı olarak hatasının bulunması ve ahlaki yozlaşmanın getirdiği düzensizliğin içerisinde kimsenin kimseye doğrudan olayı yıkamaması, gerçeklerin sümen altı edilmesine sebep olmaktadır. Hastalıktan elini kolunu tutamayan ve her geçen dakika durumu daha da kötüye giden bir çocuğun o yataktaki hareketsiz temsili, etik dışı durumları sıradan davranışlarmış gibi benimseyen bireylerin yaptıkları eylemler arasında adeta insanlığın hem fiziksel hem de ahlaki yönden can çekiştiğine dair harika bir detaydır. Gerek öğrencilere otoritesini göstermek için sonunu düşünmeden ceza veren öğretmen gerekse de hafta içi olmasına rağmen hasta yatan öğrenciyi aracıyla şehre götürebilecek tek kişiyi peynir sevdası yüzünden köyüne gönderen müdür, düzensizliğin kravatlı ve düzgün giyimli temsilleridir.
Yusuf’un gerçekte olanları öğretmenlerine anlatmasıyla filmde anlatılan hikâye çözüme kavuşmaya başlar. Bu noktada da bir kez daha çalışanların menfaatleri ve kısa süreli çıkarları yüzünden çocukların sağlıklarıyla nasıl oynadıklarını görürüz. Film boyunca, okuldaki en üst rütbeli kişiden en alt tabakadaki çalışana kadar çıkarlarını ön plana tutup düzensizliğe sebep olan insanların tutum ve davranışlarını izleriz. Bu düzensiz ve zamanla da karamsar bir havaya bürünen okul ortamı içerisinde gerçek sıkıntıyı çeken yine okuldaki öğrenciler olmaktadır.
Filmin tamamında kameranın elde olmasının, hikâyenin geçtiği mekânın ve coğrafyanın seyirciye gerçekçi aktarımı açısından önemli olduğunu söylemek gerekmektedir. Ayrıca bu anlatım tarzı, filmde anlatılan bozuk sistemin eleştirisinin son derece tamamlayıcı bir unsuru olarak ortaya çıkmaktadır.
Hikâyenin başlarındaki bir bölümde müdür, bütün okula sert bir konuşma yapar ve her öğrencinin okul tıraşı olması gerektiğinden bahseder. Filmde görünen odur ki çarpık bir düzenin çarklarının sorunsuz işlediği bir ortamda işler okul tıraşı olmakla düzelmemektedir.
Filmde öğrencilerin bazı diyaloglarında seslerinin az çıkması hikâyenin anlaşılmasına ufak çaplı engel oluşturmaktadır. Bunun dışında film genel olarak oldukça başarılı ve etkileyici bir anlatıma sahiptir. Doğu Anadolu coğrafyasına yatılı bir okuldaki çocukların gözünden bakan bu film, Türk sinemasının geleceğine umutla bakmaya vesile olmaktadır.