AÇIN HÂLİ…

Tok olan, açın hâlinden ne anlar ki… Bu yazıyı kaleme almaya başladığım şu anda, 09.05.2024 06.48 tarihi itibariyle, bugün açlıktan ölenlerin sayısı 8,688 (https://www.worldometers.info/)… Tıka basa tıkananların bulunduğu ve yiyecek isrâfının ayyuka çıktığı dünyamızda, açın hâli; içler acısı… Hitap ettikleri topluluklara, aç olmanın faziletini anlatanlar, derviş hayatının değerini ballandıra ballandıra söyleyenler, nedense, dedikleriyle örtüşen hayatları pek yaşamıyorlar… Ölçü; kim, ne ve nasıl olmalı? İpin ucu dış mihrakların elinde olan bir grubun liderine rabıta (bağlılık) ile açın hâli nedir, bilinemez… “Aç koma hırsız edersin; çok söyleme arsız edersin.” (Atasözü) ucuz yaklaşımıyla da, açlıkla mücadele edilemez… Kadim medeniyet değerlerimizin merdiven altı sürümü öğretilerle, açın hâli anlaşılamaz… ‘Armut piş ağzıma düş’ yaklaşımlarına büründürülmüş dualarla, açın hâli idrâk edilemez… Tok olanın, tek bildiği; herkesin kendi gibi tok olduğudur… Açın hâlini anlamak için, oruç tutana değil, aç olana açın hâlini sormak gerek… Oruç; aç olanın hâlini anlamamıza yetmiyorsa eğer; oruç da, oruç değildir… Oruç (Arapça, savm; Farsça, rûze); bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, tan yerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak… Oruç tutmak; sadece yemek yememek ve içmemek değil… Oruç, bir süreliğine açın hâlini anlamak ve sadece belirli süreliğine sağlıklı kalmak için yapılan bir eylem hiç değil… Oruç tutmak; kötü söz söylemekten, zararlı davranışlardan, kötü niyetlerden ve hatta kötü düşüncelerden de kaçınmak… Oruç tutmak; sahip olduğumuz eşyayı, yediğimizi ve içtiğimizi, yaşadığımız her an, ihtiyacı olanla, eş dostla, konu komşuyla paylaşabilmek için yerine getirilmesi gereken maddî ve manevî bir eylem, dua olamadıkça; sadece kendimizi aldatmaktan ibarettir…

Gözü aç olanın, gönlü aç olanın; midesi tok olsa, ne yazar… Mesele, fakir olmanın yazgı deyip geçiştirilmesi değil, âdilce paylaşmamanın, bölüşememenin, insan olamamakla ilgili durum olduğunu bilmek ve bunu iliklerimize kadar hissedebilmek meselesi… Bu da yetmez; gereğini yapabilmek meselesi… Sabrı öğütleyenlerin, yapmaları gereken, sahip olduklarını hakça dağıtmak ve paylaşmak görevini yerine getirmede sabırlı olmaları gerektiğidir… Konu sabır ise eğer, gerçek sabır, bu görevin sabırla ve sürdürülebilir yaklaşımla yerine getirilmesidir… Gerisi, sadece lakırdı… Bilindik klişe dualar yalama yapmış ve gerçekten itici… Gerçek dua, az söz ile çok eylem ile yapılandır… Meselâ, Hak kelamı Fâtiha, en güzel dua… Bu duanın akabinde âmin denilip gereğinin yapılması eylemsel dua… ‘Amin’ ile ‘âmin’ karıştırılmamalı… Amin, yapısal olarak amonyağa benzeyen, amonyaktaki hidrojenin yerine tek değerli hidrokarbonlu köklerin geçmesiyle oluşan ürünlerin genel adı… Amin; amonyaktaki bir veya daha fazla hidrojen atomunun organik radikaller ile değiştirilmesi yöntemiyle türetilmiş organik bileşik ve fonksiyonel grup… Bir aminin N-H grubunun N-M (M= metal) ile değişmesi hâli, amid… Âmin (Asurca, İbranice, Yunanca, Arapça; eski Mısır dilinde amon, amun); Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar tarafından anlaşma, onaylama veya istek belirtmek için dilek, ibadet ve duaların sonunda kullanılan deyim… Âmin (amin, amen), ‘esenlikle, gerçekten de, öyle olsun, Allah kabul etsin’ anlamlarında kullanılmış… Fikir, zikir, şükür/teşekkür maksadıyla veya duadan sonra (içten veya sesli olarak) ‘âmin’ denilmesi geleneği; bir konuşmadan sonra söylenenleri onaylamak amacıyla kullanıla gelmiş… ‘Âmin’ sözcüğünden daha önemlisi, içtenlikle, her ne ise dileğin yerine getirilmesi için gereğinin yapılması ve sonrasının Hakk’a bağlanması… Dua edildiğinde, âmin denilmeli; inşallah (Allah dilerse) denilmemeli… ‘Âmin inşallah’ denilmemeli… Duanın sonrasında inşallah denilmesi, duanın kabulünün şüphe üzerine kurgulanması demek… Her şeye ‘âmin’ demek ne kadar doğru? “Kabul olunmayacak duaya âmin denmez.” (Atasözü)… Gerçekleşmesi muhtemel olmayan, yanlış, saçma, doğru olmayan, etik olmayan boş ve anlamsız işlere veya dileklere katılmamak ve enerji harcamamak gerek… Boşuna umut beslememek, gerçekçi olmak ve olaylara gerçekçi bir perspektiften bakmak lâzım, sözden çok hareket lâzım… Sallabaş olmak; aslında, âmin demeden, beden diliyle âmin demek… Böylesi âmin, zulme razı olmak demek… Böylesi âmin, açın, aç kalmasına, aç kalanların kanıksanmasına, haksızlıklara göz yumulmasına onay vermek demek…

Açın hâlini vurdumduymazlıkla, iyi niyetle sadece ‘âmin’ denilerek, mistik bir davranışla vicdanı rahatlamak aymazlığı yapılmış olur… Sonunda aç kalmayı göze alarak, elimizdeki lokma verilmeden, paylaşılmadan, hiç kimse açın hâlinden anladığını söylemesin lütfen… Dahası ve bir adım ötesi; varlıklı olan da aynı menüden yemedikçe, israftan kaçınılmadıkça ve âdilce lokma bölüşülmedikçe; sofradan ziyade gönüller zengin olmadıkça, açın hâli; insanın, insan olmaktan uzaklaşmasına sebep olacaktır… Açın hâli, en mühim memleket meselesi… Tıka basa yiyerek ve israf ederek, açın aç kalmasına neden olmak; insanı katletmekten daha elim insanlık suçu… Açın aç kalmasına seyirci kalmak, insanı acı çektirerek her gün az az öldürmeye eşdeğer, işkence suçu… Aç olan gariban insanların aç kalmalarına neden her bir ahvâl, insan olamamakla ilintili… Aç insanların hayâlidir, tok karınla uyumak… Mâlum, “Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır.” (Atasözü)… Aç olan, varlık sahibi olmayan, sürekli bir hayâl âleminde dolaşır… Yoksulluk çeken kimse, sürekli olarak ihtiyaç duydukları şeyleri elde etme hayâli kurar; olmayacak düşlerin peşinde koşar… Aç olan ne yapar, ne yapmaz? Yaygın kanıya göre, ‘aç ayı oynamaz’… ‘Aç ayı oynamaz’ hikâyesi… Bir oduncu, ormanda odun toplarken annesini kaybetmiş bir ayı yavrusu görmüş… Açlık ve susuzluktan bitkin düşmüş yavruyu alıp evine götürmüş… Yavru ayıya suyunu vermiş, karnını doyurmuş… Yavru ayı, büyümüş, güçlenmiş, pençeleri sertleşmiş… Ayı ayılığını yapmaya başlamış, sağa sola zarar vermeye başlamış… Ayı ile uğraşmak istemeyen oduncu, genç ayıyı zincire bağlamış, satmak için pazara götürmüş… Bir alıcı çıkmış, ayıyı incelmiş, oduncuya; “Bu ayı, oynar mı?” diye sormuş… Ayıdan kurtulmak isteyen oduncu: “Oynar, oynar,” demiş… Alıcı adam, “Oynasın da bir görelim.” demiş… Oduncu, hazırcevap imiş; “Oynar, oynar ama önce karnını doyurman lâzım, aç ayı oynamaz!” demiş… Aç ve tok olmayı böylesi bir akıl tutulmasıyla çözümlemek, ne kadar doğru? Sorunu en can alıcı noktasından görebilmek için, açlık ve tokluk hakkında söylenen sözlerin, beyin-gönül süzgecinden geçirilmesi gerek… “Öyle alçak bir kapıdır ki açlık, geçilmesi zaruri oldu mu, insan artık ne kadar büyükse, o kadar çok eğilir.” (Victor Hugo)… “Açlıktan ölmek üzere bulunan bir köpeği kurtarınız, sizi ısırmayacaktır. İnsan ile köpek arasında ki başlıca fark budur.” (Mark Twain)… “Sivrisinek aç olduğu müddetçe yaşar. Doyduğu zaman şişer ve semirir. Semirince de ölür. İşte âdemoğlu da bunun gibi şişip semirdiği zaman kalbi ölür.” (Ka’b bin Enes)… Açlığın en güzel tarafı, insanları birleştirmesi, haksızlığa birlikte başkaldırması… Haksız bir dünyada açın hâlinden anlamayan, göbeğini kaşıyıp tıka basa tıkınanlar…

Fakir birinin bebeği süt içemezken, zengin birinin köpeği süt içiyorsa; hiç kimse âdaletten ve hayvan sever olduğundan söz etmesin! İnsanı sevmeyen, âdil olmayan, açın hâlinden ne anlar? Tek tek her birimiz, açın hâliyle hemhâl olmalıyız… “Bir memlekette bir kimse açlıktan ölürse; bütün memleket onun katili sayılır.” (Hadis-i Şerif)… Öylesine aç kurtlar (göbeğini kaşıyanlar) var ki, gözlerini ancak toprak doyurur… Daha kötüsü, diyet maksadıyla aç kalanlar, bencil duygularının esiri olan ruhu aç olanlar… Böyle olanlar, açın hâlinden bîhaber kalmaya mahkûmlar… Selam, sevgi ve saygılarımla.