AFRİKA BATI’YI BESLİYOR

Başlık size tuhaf geldi değil mi ? Sizin bildiğiniz, Afrika’ya çeşitli yardım kuruluşları aracılığıyla iyiliksever batılıların, beyazların yardım ediyor olmasıydı.

 Sierra Leone kökenli Alman Aktivist Mallence Bart Willi’ye kulak verelim :

 ‘’ Dünyanın en iyi üniversitelerinde finans ve ekonomi okumuş olmama rağmen cevapsız kalan şu soru halen kafamı kurcalıyor : Neden bizim paramızın 5000 birimi sizin paranızın 1 birimine eşit ? Altın rezervlerinin sahibi biz olduğumuz halde… Yardımların aslında batıdan Afrika’ya değil, Afrika’dan batı dünyasına gittiği gayet açık. Batı dünyası her bakımdan Afrika’ya bağımlı, çünkü buradaki kaynaklar kıt. Peki Batı, bu bedava yardımların gelmeye devam etmesini nasıl sağlıyor ? Afrika’nın en zengin ülkelerini sistematik olarak istikrarsızlaştırarak. Tüm bunların devasa halkla ilişkiler kampanyalarıyla destekleyerek tüm dünyaya Afrika’nın fakir ve ölmekte olduğu ve batının merhameti sayesinde hayatta kaldığı izlenimini vererek. İyi iş çıkardınız Oxfam, Unicef, Kızılhaç, Live Aid ve diğer tüm kuruluşlar. Devamlı milyonlarca dolarlık reklam kampanyaları yürüterek resmettiğiniz hayırseverlik pornosuyla Afrika’nın bu imajını küresel çapta sürdürdünüz. ‘’

 Yüzyıllardır devam eden Afrika’nın vahşi ve medeniyetten yoksun olduğu fikrinin insanların beyinlerine kazınması ve insanların da buna inanması halen devam etmektedir.

 Aslında bu büyük bir yalandır. Kara Afrika’nın göbeğine ilk ayak basanlar Zenci İmparatorluğu’nun örgütleniş biçimi ve zenginliği karşısında hayrete düşmüşler, büyük büyük şehirler, karmaşık bir devlet düzeni ve hayli yüklü bir zenginlik birikimine tanık olmuşlardır. Bugün bile bir çokları böyle bir şeye inanamazlar. Bu uygarlıktan geriye hemen hiçbir şey kalmamıştır ve çıplak, tembel, kıyıcı vahşiyi gösteren propaganda afişleriyle de sorunun geri kalanı halledilmiştir. Benin’de bronz yapıtların görkemi kolayca unutulmaktadır. Zenci uygarlığı üzerine yazılan ilk yazılar rahatça hasır altı edilmiştir.

 Üçyüzelli yıl kadar önce Batı Afrika’da kurulu bir zenci şehrini o zamanlar Afrika’yı gezen bir Hollandalı gezginin satırlarından okuyalım :

 ‘’ Şehir çok büyük olmalıydı; girer girmez gayet geniş bir caddeyle karşılaşıyorsunuz… Amsterdam’daki Warmoes Caddesi’nden 7-8 kat daha geniş… Yanlara doğru giden daha bir çok sokak var ve onlar da bölünüp başka sokaklarla birleşiyorlar. Şehirdeki evler bakımlı ve düzenli, Hollanda’daki evler gibi… Kralın sarayı çok büyük, içinde bir çok dört köşe açıklık (avlu) var; bunları kolonlu koridorlar çevreliyor. Saraya girdikten hayli sonra bu çeşit dört kadar açıklık (avlu) geçtim ve nereye baksam, başka başka yerlere açılan kapılar görüyordum…’’

 Eh, kerpiçten yapılmış bir köy tanımlaması değil bu herhalde. Bu gibi Batı Afrika uygarlıklarının uyrukları da gözü dönmüş eli mızraklı vahşiler değildiler kuşkusuz. 14. Yüzyılın ortası gibi eski bir tarihte bir diğer gezgin buralarda gezmenin, yiyecek ve yatacak yer temin etmenin çok kolay olduğunu yazmaktadır. ‘’Ülke tam bie güvenlik içinde.’’ Diyordu. ‘’Ne gezginin, ne de yerleşik halkın soyguncu ya da benzeri kanun dışı adamlardan korkması gerekli değil.’’

 Bu eski gezginlerden sonra ilişkiler kısa zamanda ticari sömürüye dönüşmüştür. ‘Vahşi’lere saldırıldıkça, etraf yağma edilip, halk esir alınıp ihraç edildikçe, kurulmuş olan uygarlıklar da çökmüştür. Bu yıkılan dünyada arta kalanlar barbar, örgütlenmemiş bir ırk görünümü kazanmıştır. Artık onlarla ilgili haberler daha artmakta ve bunlardan da anlaşılmaktaydı ki zenci kültürü, kuşkusuz geri kalmış bir kültürdür. Bu kültürel geri kalmışlığa beyazların gözü dönmüş kıyıcılıklarının ve hırslarının neden olduğu gerçeği ise güzelce paketlenip vicdanların rahatsız olmayacağı bir yere kaldırılmıştır. Hristiyan vicdanı bunun yerine kara derili olmanın (ve beraberindeki diğer fiziksel farkların) zeka kıtlığına işaret ettiği fikrini kabullenmeyi daha kolay bulmuştur. Böylece kültürlerinin geri kalmışlığını zencilerin geri zekalı olmalarına bağlayıp işin içinden sıyrılmışlardır. Eh böyle olunca da, zencileri sömürmek, onları aşağılayıcı bir davranış olmuyordu, çünkü onlar doğuştan aşağılıktılar. Zencilerin hayvanlarda biraz öte yaratıklar olduğu ‘kanıtlanmadıkça’ Hristiyan vicdanı rahat etmemektedir.

 On dokuzuncu yüzyıl ortalarında Amerikalı bir rahip bu bakış açısını şöyle ifade eder:

 ‘’ Zenci, ilginç ve artık vazgeçilmez bir evcil hayvandır. Başkalarıyla çiftleşmediği takdirde -ki bunu düşünmek bile insanın içini bulandırıyor..- olduğu yerde kalacaktır. Zekası beyaz ırka kıyasla çok geridir ve dolayısıyla, bildiğimiz kadarıyla kendi kendini yönetmekten acizdir. Bizler tarafından güdülmesi buyurulmuştur. Köleliğin İncil’de yeri vardır. Köleyle efendinin görevleri açıkça belirtilmiştir… Kurumlarımızı tanrı adına savunmalıyız.’’

NE OKUMALI

 Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Emperyalizmin Afrika Sömürüsü

 NE İZLEMELİ

 Yönetmenliğini Steven Spielberg’ün yaptığı, başrollerini Djimon Hounsou, Morgan Freeman, David Paymer’in paylaştığı, Amistad