Bir Milletin Son Kalesi: Türkçe

“Başka dile uymaz annenin sesi,
Her sözün ararsan vardır Türkçesi.”
— Ziya Gökalp

Bir milletin kimliği nerede saklıdır diye sorulduğunda, cevabı ne yalnızca tarihte ne de sadece toprakta ararım. Kimlik, en çok kelimelerde gizlidir. Çünkü kelimeler; bir milletin düşünme biçimini, dünyayı kavrayışını ve kaderle kurduğu ilişkiyi ele verir. Türkçe, bu bakımdan yalnızca bir dil değil; bir milletin yürüyen hafızasıdır.
Türkçe binlerce yıllık bir çağrıdır. Orhun Yazıtları’nda taşlara kazınan ses, bugün hâlâ içimizde yankılanıyorsa, bu dilin zamana direnme kudretindendir. Dîvânu Lugati’t-Türk yalnızca bir sözlük değil; Türk milletinin kendini dünyaya anlatma iradesidir. Yunus Emre’nin yalın diliyle söylediği hakikat, yüzyıllar sonra bile gönüllere dokunuyorsa, Türkçenin büyüklüğü de tam olarak buradadır. Bu dil; kılıçla açılan yolların, sözle vatan kılınmasının dilidir.
Türkçenin gücü gösterişte değil, sağlamlıkta gizlidir. Eklemeli yapısıyla düşünceyi genişletir, anlamı derinleştirir, sözü katman katman çoğaltır. Bir kökten doğan onlarca kelimeyle hem aklı hem gönlü kuşatır. Pek çok dil kavram üretmekte yabancı desteklere ihtiyaç duyarken, Türkçe kendi imkânlarıyla bir medeniyet dili olmayı başarmıştır. Bu yönüyle Türkçe, yalnızca anlatan değil; kuran, düzenleyen ve inşa eden bir dildir.
Bugün Türkçeyi başka dillerle kıyaslayarak yetersiz göstermeye çalışan her bakış, meseleyi ilimle değil, eziklikle okumaktadır. Türkçe; yalnızca konuşulmuş bir dil değil, devlet kurmuş, kanun yazmış, dua etmiş, destan söylemiş bir medeniyet dilidir. Buna rağmen günümüzde dilimiz, ihtiyacın değil özentinin istilasına uğramaktadır. Dükkân tabelalarından gündelik konuşmalara kadar savrukça serpiştirilen yabancı kelimeler, bir zenginlik değil; ezikliğin işaretidir. Kendi kelimesine sırt çeviren, düşüncesini başkasının diliyle ifade etmeye çalışan bir toplum, zamanla kendi sesini de kaybeder. Dil yozlaşması masum bir değişim değildir; bu, kimliğin aşınmasıdır. Türkçeyi savunmak bu yüzden bir zevk meselesi değil, bir varlık meselesidir. Çünkü kelimeler giderse, onlarla birlikte hafıza, irfan ve millet bilinci de sessizce yok olur.
Dil milliyetçiliği, başka dillere düşmanlık değildir. Bu, kendi dilinin kıymetini bilme hâlidir. Türkçeyi yetersiz gören anlayış, aslında bu milletin tarihini, irfanını ve özgüvenini küçümsemektedir. Oysa Türkçe; bilimi de hukuku da edebiyatı da taşıyabilecek kudrettedir. Eksik olan dil değil, ona duyulan inançtır. Ziya Gökalp’in işaret ettiği gibi, annenin sesi başka dile uymaz; çünkü dil, insanın en derin aidiyetidir.
Tarih bize defalarca göstermiştir: Devletler yıkılır, sınırlar değişir, çağlar kapanır; fakat dil ayakta kaldıkça millet de ayakta kalır. Türkçenin yüzyıllar boyunca varlığını sürdürmesi bir tesadüf değil; bu milletin kelimelerine duyduğu sadakatin sonucudur. Dil, bizim için yalnızca bir iletişim aracı değil; kimliğimizin kalesidir.
Bugün Türkçeye sahip çıkmak, geçmişi anmakla sınırlı değildir. Bu, geleceğe verilen bir sözdür. Çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras; kelimeleriyle barışık, diline güvenen ve kimliğinin farkında bir bilinçtir.
Unutmamalıyız: Dilini kaybeden, kendini kaybeder.
Kelimelerini savunmayan bir millet, yarınlarını da savunamaz.
Türkçenin milliyetçisi olmak; geçmişe sadakat, bugüne dikkat ve geleceğe emanettir.
Belki de bu yüzden, Türkçeyi sevmek bir tercihten öte, bir vefa borcudur.