Dr. Sadık Ahmet ve Batı Trakya Türklerinin Uluslararası Hukuk Bağlamında Mücadelesi

Batı Trakya Türkleri, 20. yüzyılın en önemli diplomatik metinlerinden biri olan 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması ile tanınan azınlık haklarına sahip bir topluluktur. Bu antlaşmanın 37–45. maddeleri kapsamında, Batı Trakya'da yaşayan Türkler azınlık statüsünde güvence altına alınmış, dinî özgürlüklerden eğitime, dernekleşmeden ana dili kullanımına kadar pek çok temel hakları tanınmıştır. Ancak bu hakların tanınması, uygulamada sürekli olarak sistematik ihlallerle karşı karşıya kalmıştır. Bu durum, yalnızca uluslararası hukuk açısından değil, aynı zamanda uluslararası ilişkiler bakımından da ciddi bir sorun teşkil etmektedir.

Dr. Sadık Ahmet ve Mücadelenin Sembolü

20. yy.da Batı Trakya’da Yunan, Kıbrıs’ta Rum mezalimine karşı mücadele veren Dr. Fazıl Küçük ve Dr. Sadık Ahmet’in ortak noktaları sadece meslekleri olmamış, verdikleri mücadele ve bu mücadele sonunda ödedikleri bedeller de benzer olmuştur. Ancak her ikisi de sadece Türkiye’de değil, tüm Türk dünyasında kahramanlıkları nesilden nesile aktarılan ve haklı mücadelelerinin sancağını düşürmeme mücadelesi verenlere de ilham kaynağı olan milli kahramanlar olarak gönüllerde taht kurmuşlardır.

Dr. Sadık Ahmet, Yunanistan’da Batı Trakya Türklerinin temel haklarını tanıtmak, savunmak ve uluslararası kamuoyunun dikkatine sunmak adına büyük bir irade ve azimle mücadele etmiş bir liderdir. Ankara’da başladığı tıp eğitimini Selanik Aristoteles Üniversitesi Tıp Fakültesinde tamamlayarak mezun olan Ahmet, özellikle 1980’li yıllardan itibaren Batı Trakya Türk azınlığının varlık mücadelesinin sembol ismi haline gelmiştir. 1989’da yayımladığı bir bildiride, Batı Trakya’daki Türk azınlığın maruz kaldığı insan hakları ihlallerine dikkat çektiği için tutuklanması ve ardından kurduğu ve amacı “Azınlığı bir merkez etrafında toplamak, tek yönde doğru olarak bilinçlendirmek, ileriki yıllarda toplumumuzu idare edecek kişileri yetiştirmek” olan, ancak Yüksek Mahkeme kararıyla kapatılan Dostluk, Eşitlik ve Barış Partisi (DEB) ve çıkardığı gazete (Balkan) aracılığıyla sürdürdüğü siyasi faaliyetler, onun yalnızca Yunanistan içinde değil, tüm Türk dünyasında da tanınmasına yol açmıştır.

İlginç bir tesadüf !!! olarak Lozan barış anlaşmasının yıldönümünde, 24 Temmuz 1995 tarihinde ailesiyle birlikte geçirdiği ve şüpheli bulunan trafik kazası sonucu hayatını kaybetmesi, halen kamuoyunda bir “faili meçhul” olarak sorgulanmaktadır. Ölümünün sembolik anlamı, onun mücadelesini sürdürmek isteyenler için bir dönüm noktası olmuş ve Batı Trakya Türklerinin sorunlarının uluslararası alanda daha sık gündeme gelmesini sağlamıştır.

Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları ve Yunanistan'ın Yükümlülükleri

1923 Lozan Antlaşması’nın yanı sıra, Yunanistan'ın taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları, azınlık haklarının korunmasını bir yükümlülük olarak Yunanistan’ın önüne koymaktadır. Ancak, AİHM’in Batı Trakya Türklerinin kurduğu derneklerin kapatılmasını veya tanınmamasını haksız bulduğu ve ifade ve örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmettiği çok sayıda karar, Yunanistan tarafından sistemli olarak uygulanmamıştır. Bu durum, sadece söz konusu topluluğun temel haklarını ihlal etmekle kalmayıp, aynı zamanda uluslararası hukuk normlarının da açıkça ihlali anlamına gelmektedir.

Uluslararası İlişkiler Perspektifinden Sorunun Analizi

Batı Trakya Türklerinin durumu, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde sürekli bir gerilim noktası olmuştur. Lozan Antlaşması ile karşılıklı azınlık hakları tanınırken (Türkiye'de Rum azınlıklar, Yunanistan'da Türk azınlıklar), bu dengenin Yunanistan lehine bozulması, sadece ikili ilişkilerde değil, aynı zamanda NATO ve Avrupa Birliği gibi çok taraflı platformlarda da gündeme gelmiştir.

AB üyesi bir ülke olan Yunanistan’ın, temel insan haklarına saygı ve azınlık hakları gibi Avrupa değerlerini ihlal etmesi, AB’nin çifte standart eleştirilerine maruz kalmasına neden olmuştur. Türkiye, diplomatik kanallar aracılığıyla bu ihlalleri sürekli dile getirmiş, ancak AB ve uluslararası toplumun tepkisi genellikle cılız kalmıştır. Bu da Batı Trakya Türklerinin maruz kaldığı ayrımcılığı bir nevi "uluslararası sistemin suskun onayı" haline getirmiştir.

Yunanistan’ın Türklüğü Silme Politikaları

Yunanistan, Batı Trakya’da Türk yok” argümanı ile ”Türk” kelimesinin kullanılmasını yasakladı. Yunanistan, Batı Trakya’daki Müslüman azınlığı "Türk" olarak tanımayı uzun yıllardır reddetmekte, "Yunan Müslümanı" ya da "Müslüman azınlık" kavramını kullanarak kimlik üzerindeki baskısını artırmaktadır. Türkçe eğitim veren okulların kapatılması, vakıf mallarının el değiştirmesi, seçilmiş müftülerin tanınmaması gibi uygulamalar, bu asimilasyon politikasının çeşitli boyutlarıdır.

Bu baskılar karşısında hapse girmeden önce, “Sadece Türk olduğum için hapse götürülüyorum. Eğer Türk olmak suçsa, şunu tekrarlıyorum: Türk’üm ve öyle kalacağım” diyen Dr. Sadık Ahmet’in verdiği mücadele, yalnızca bir azınlığın hak arayışı değil, aynı zamanda bir milletin onur mücadelesi haline gelmiştir.

Dr. Sadık Ahmet’in azimli mücadelesi, Batı Trakya Türklerinin tarihî haklarını hem ulusal hem de uluslararası zeminde savunmanın ne denli kritik olduğunu ortaya koymuştur. Bugün, bu hakların korunması ve geliştirilmesi, sadece Yunanistan’ın değil, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin, Birleşmiş Milletler’in ve tüm uluslararası toplumun sorumluluğudur. Türkiye olarak bu tarihi sorumluluğu yerine getirmek için bazı görevlerimiz vardır.

1.Uluslararası izleme mekanizmaları oluşturulmalı, AİHM kararlarının uygulanması denetlenerek kamuoyu aydınlatılmalıdır.

2.Lozan Antlaşması'nın üzerinden 100 yıl geçti. Ama Batı Trakya Türkleri’nin hakları ihlal edilmeye devam ediyor. Bu antlaşmanın azınlık hükümleri tekrar gündeme taşınmalı, tarihî ve hukuki bağlamda yeniden yorumlanmalıdır.

3.Türkiye, diaspora ve Türk dünyası, Batı Trakya Türklerinin meselelerini daha güçlü şekilde uluslararası kamuoyuna taşımaya devam etmelidir. Bu konuda medya daha duyarlı yayınlar yapmalıdır.

4.Eğitim, medya ve STK işbirlikleriyle, Batı Trakya’daki Türk kimliğinin kültürel ve dilsel varlığı korunmalıdır. Bu konuda kısa, orta ve uzun vadeli planlar yapılmalıdır.