Dumlupınar’dan İzmir’e Bir Kahramanlık Destanı

BÜYÜK  TAARRUZ


Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırlarından çıkıp 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya giren Türk milleti, XIV. yüzyılın başlarında Söğüt  ve Domaniç çevresinde küçük bir uç beyliği iken kısa sürede teşkilatlanarak yaptığı fetihlerle Anadolu’dan Balkanlara, oradan Avrupa’nın içlerine kadar uzanan ve üç kıtaya yayılan bir cihan imparatorluğu kurar.


Kuruluş ve yükselme döneminde o günün şartlarına göre en ileri devlet düzenini kuran Osmanlı, bu sistemini, ne yazık ki, sonuna kadar koruyamaz


1683 II. Viyana yenilgisiyle başlayan geri çekilme tam 238 yıl devam eder ve işgalciler Ankara’ya 70 kilometre mesafeye yani Polatlı’ya kadar gelir.


Osmanlı Devleti 1914'te girdiği I. Dünya Savaşı'ndan 30 Ekim 1918’de son derece ağır şartları içeren 25 maddelik Mondros Ateşkes Antlaşması'nı imzalayarak çıkar.


Antlaşmanın ilgili hükümleri uyarınca, ordu terhis ediliyor ve orduya ait bütün araç-gereç, silah ve cephaneye İtilaf Devletleri tarafından el konuluyordu.


Yine antlaşmasının 7’nci maddesi ile İtilaf Devletleri, “güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde” gerekli gördükleri herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olmuştu. Diğer bir ifadeyle İtilaf Devletleri, istedikleri takdirde, hedef seçtikleri bir bölgede karışıklık çıkararak o bölgeyi işgal edebilecek konuma geliyordu.


Osmanlı Devleti'ne fiilen son veren bu Antlaşma’nın ardından hemen İngiliz, Fransız ve İtalyan işgalleri başlar. Yunan birlikleri ise İzmir’den karaya çıkarak Anadolu içlerine doğru yürümeye başlar. Buna karşı Türk milleti Mustafa Kemal’in önderliğinde 19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlayan bir istiklal mücadelesine girişir.


Yunan birliklerine ilk darbe İnönü Savaşları’nda vurulur. Fakat İngilizlerin tahkim ettiği Yunan kuvvetlerinin tekrar saldırıya geçmesiyle Türk ordusu, Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmek zorunda kalır. Mustafa Kemal Paşa’nın; “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.” emrini yerine getirerek Sakarya boylarında göğüs göğüse mücadele eder.


23 Ağustos - 13 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesi’nde Yunan birlikleri ağır bir yenilgiye uğratılır. Ardından Türk milleti bir yıllık hazırlıktan sonra düşmana son darbeyi vurmak üzere harekete geçer.


Taarruz harekâtı başlamadan önce bütün hazırlıklar büyük bir “gizlilik” içinde yürütülür. Çünkü İngilizlerin Black Jumbo adlı casusluk örgütü vardır ve bu örgüt Sakarya savaşı öncesinde Türk birlikleri hakkında elde ettiği bilgileri İstanbul’daki İngiliz karargâhına bildirmiş, onlar da Yunan ordusuna aktarmışlardı.


Aynı durumun tekrar yaşanmaması için gizlilik konusunda özel tedbirler alınır, düşmanı  yanıltıcı taktiklere başvurulur.


İçişleri Bakanı Ali Fethi Bey İngilizlerle görüşmede bulunmak üzere Londra’ya gönderilir. Amaç taarruz hazırlıkları ve planlar hakkında İngilizleri kuşkulandırmamak ve müdahalelerini önlemektir.


20 Ağustos günü Hâkimiyeti Milliye gazetesinin ilk sayfasına şöyle bir ilan verilir: “21 Ağustos 1922 günü Mustafa Kemal Paşa Çankaya’da Ankara’da bulunan yabancı diplomatlara çay şöleni verecekler.”


Bu ilan doğru değildir. Bununla Mustafa Kemal Paşa’nın 20 Ağustos sabahı erkenden otomobil ile Ankara’dan gizlice ayrılarak Konya yolu ile Batı Cephesi Karargâhının bulunduğu Akşehir’e gidişi gizlenmiştir.


Başkomutan Akşehir’deki Batı Cephesi karargâhında 20-21 Ağustos 1922 gecesi komuta heyetiyle bir toplantı  yapar. Saldırının nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu biçiminde izah eder. Ardından Ankara’ya dönerek Bakanlar Kuruluna taarruzun yapılmasına karar verildiğini bildirir; ancak taarruzun ne zaman yapılacağını, yani saatini söylemez.


Başkomutan taarruz başlamadan önce uygulanması için Batı Cephesi kurmay başkanı Kurmay Albay Asım Gündüz’e şu emri verir:


“25 Ağustos akşamı her türlü haberleşmeye son verilecek. Limanlara giriş-çıkış durdurulacak, İstanbul ile İzmit arasındaki kara ve demiryolu ulaşımı kesilecek. Biz işimizi bitirene kadar dünyanın Anadolu’dan haberi olmayacak…”


Böylece Taarruz’un başladığı 25-26 Ağustos 1922 gecesinde Anadolu’nun dış dünya ile haberleşme ve ulaşım irtibatı kesilir.


Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa  ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa  24 Ağustos 1922 günü Akşehir’den Şuhut’a gelirler. Burada bir gece kaldıktan sonra ertesi gün 25-26 Ağustos gece yarısından önce arabayla Çakırözü Köyü’ne, oradan da gece yarısı saat 24.00’te atlara binerek patika yoldan 1874 rakımlı Kocatepe’nin zirvesine doğru 14 kilometrelik yolu tırmanarak saat 03.15’te gün ağarmadan zirveye yakın düzlükte tertiplenmiş olan Birinci Ordu’nun karargâhına ulaşırlar.


Aynı saatlerde Yunan cephesinde ise 25-26 Ağustos gecesi Afyon orduevinde bir balo tertiplenmiştir. Yunan subayları bu baloda aileleriyle birlikte eğlenmektedirler.  Sabahın ilk ışıklarıyla saat 05.30’da Türk topçusunun hazırlık ateşiyle taarruz başladığında Yunan komuta heyeti tam bir şok yaşamaktadır.


Bu taarruz 1683’te II. Viyana yenilgisinden tam 239 yıl sonra Türk ordusunun başlattığı ilk taarruzdur. Mustafa Kemal Paşa bunu şu şekilde anlatır:


“26 Ağustos sabahı Kocatepe de bulunuyorduk. Sabah saat 05.30 da topçu ateşimizle saldırı başladı… 26 ve 27 Ağustos günlerinde, yani 2 gün içinde Afyon’un güneyinde 50 km. doğusunda 20-30 km. uzunluğunda berkitilmiş bulunan düşman mevzilerini ele geçirdik.” (57. Tümen Komutanı Albay Reşat Bey hedefi olan Çiğiltepe’yi düşman ateşinin bu bölgede yoğunlaşması üzerine söz verdiği saatte ele geçiremediği için tabancasıyla intihar etmiştir. Bıraktığı notta “Yarım saat içinde size o mevzileri almak için söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan ötürü yaşayamam!” yazılıydı). Çok geçmeden yarım saat sonra hedef alındı. Yenilen düşman ordusunun büyük kuvvetlerini 30 Ağustos’a kadar, Aslıhanlar yöresinde çevirdik. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik. Düşman ordusunun başkomutanlığını yapan General Trikopis de tutsaklar arasındaydı...”


Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri Muzaffer Kılıç ise hatıralarında şunları anlatır. “26 Ağustos’ta Kocatepe’de bizim topçu ateşimiz başladığı zaman Mustafa Kemal Paşa, ‘Yarabbi! Sen Türk ordusunu muzaffer et… Türklüğün, Müslümanlığın düşman ayakları altında esaret zincirinde kalmasına izin verme.’ diye dua ediyordu. O anda gözlerinden birkaç damla yaşın süzüldüğünü gördüm.”


26 Ağustos’ta başlayan taarruz, tahminlerin ötesinde süratle gelişerek 27 Ağustos günü Albay Ahmet Nuri komutasındaki 8. Tümen’in Afyon’a girmesiyle hızlanır.


Başkomutan 28 Ağustos’ta karargâhı ile Kocatepe’den Afyon’a inerek harekâtı Karahisar Belediye binasından yönetmeye başlar.


30 Ağustos günü Dumlupınar bölgesinde kuşatılan Yunan kuvvetlerinin büyük bir kısmı Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat yönettiği Başkumandan Muharebesi’yle imha edilir.


Bozguna uğrayan Yunan kuvvetlerinin İzmir’e doğru kaçışı karşısında, Mustafa Kemal Paşa, orduya 1 Eylül 1922’de tarihe geçen şu emri verir:


“Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz‘dir, ileri!”


Bu emri alan Mehmetçik kaçan Yunan birliklerini takip harekâtına başlar. Yunan ordusu çekilme istikametinde insanları kadın, çocuk ve yaşlı ayırmadan öldürerek, evlerini barklarını yakarak yıkarak kaçar.


Resmî raporlara göre Eğe bölgesinde sadece Aydın, Manisa ve İzmir illerinde; 65.000 yerleşim yerini yıkıp yakmışlar, 219.000 büyükbaş hayvan ile 534.000 küçükbaş hayvanı telef etmişlerdir.


Süratle İzmir’e doğru ilerleyen Türk ordusu, 1 Eylül’de Uşak’ı; 2 Eylül’de Eskişehir’i; 3 Eylül’de Nazilli, Simav, Salihli, Alaşehir ve Gördes’i; 6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik’i; 7 Eylül’de Aydın’ı, 8 Eylül’de ise Manisa’yı işgalden kurtarır. 


Türk ordusu yaklaşık 400 kilometrelik mesafeyi, sırtında 17 kg. savaş yükü taşıyan yaya piyade ve süvari birlikleriyle 10 gün gibi kısa bir zamanda alarak dünya harp tarihine geçer.


Nihayet 9 Eylül sabahı Türk süvarileri İzmir’e girer.


Süvari kolordusundan Yüzbaşı Şerafettin Bey öncü süvari birliği ile vilayet binasına giderken bir Rum tarafından atılan el bombası ile hafif yaralanır. Yaralı haliyle ilerlemeye devam ederek saat 10.30’da vilayet konağına yaklaştığında Yunanlılar konağın kapılarını kapatarak kaçarlar.


Bir odacı kadının kapıları açmasıyla balkona çıkan Yüzbaşı Şerafettin yanında bulunanlarla birlikte gönderdeki Yunan bayrağını indirip Türk bayrağını öperek göndere çekip selamlar. Bayrak yükselirken ay yıldızının bir kısmına yüzündeki yaranın kanının bulaştığını görünce gözyaşlarını tutamaz.


Diğer taraftan 14. Süvari Alayı’ndan Yüzbaşı Zeki Bey tarihi Sarı Kışla binasında; 3. Kafkas Tümeni Süvari Bölüğü’nden Asteğmen Besin Bey de saat 13.00’te Kadifekale’de ay yıldızlı Türk bayrağını dalgalandırırlar.


Böylece İzmir’in 15 Mayıs 1919’da işgalini takip eden 3 yıl 4 ay 3 gün süren esaret yaşamı sona erer; özgürlük ve bağımsızlığımızın sembolü ay yıldızlı bayrağımız İzmir’in mavi semalarında tekrar yerini alır.


Başkomutan Mustafa Kemal Paşa 10 Eylül 1922’de İzmirlilerin coşkulu karşılaması arasında İzmir Hükümet konağı balkonuna çıkarak halka hitaben bir konuşma yapar. Konuşmasının son cümlesini şöyle bitirir:


“Bu Başarı Milletindir.”


İzmir’de Paşa’nın kalması için bir bina hazırlanmıştır. Binanın mermer girişi üzerine Yunan bayrağı serilmiştir. Bu durumu gören Başkomutan, “Bu niçin?” diye sorar. Yanındakiler heyecan için de açıklama yaparlar.


-“Yunan Kralı kalacağı eve, bizim bayrağımızı çiğneyerek girmişti. Ne olur Paşam siz de onun gibi yapın. Öcümüzü alın!”


Mustafa Kemal Paşa, “Sizi anlıyorum” der. “…Ama o, bir milletin timsalini çiğnemekle hata etmiş. Ben o hatayı tekrar edemem.”


Emir subayı Muzaffer’e döner: “Kaldır çocuk!” der. Muzaffer bayrağı toplar.


Mustafa Kemal Paşa duygusallıktan ve kindarlıktan uzak örnek bir davranış sergileyerek bütün dünyaya millet ve bayrak kavramlarıyla neyin anlaşılması gerektiğini göstermiştir.


18 Eylül itibarıyla Batı Anadolu’da hiçbir Yunan askeri kalmamış, böylelikle Anadolu’da dört yıl süren düşman istilası sona ermiş ve bütün dünya şu  gerçeği bir kere daha  kabul etmek zorunda kalmıştır:


Türkiye Türklerindir!


Hiç şüphe yok ki Millî Mücadele zorlu bir sürecin sonucunda kazanılmıştır.


Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı ise bu zorlu mücadelenin başarıyla sonuçlanmasını sağlayan en önemli savaştır.


Bu zafer milleti esaretten, vatanı işgalden kurtarmış; Cumhuriyet’e giden yolun başlangıcı olmuştur.


Kutlu  olsun!