Eğitim Çıkmazımız

Ülkelerin kalkınması için eğitimin ne denli önemli olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok sanırım. Şayet çağdaş, modern ve ekonomik olarak kalkınmış bir ülkeyi inşa etmek istiyorsak aklın ve bilimin arkasından koşan nesilleri yetiştirmek zorundayız.

Eğitim sistemimiz 1950’li yıllardan başlamak üzere iktidar sahiplerinin kişisel güçlerini korumak uğruna ABD’nin menfaatları için tarikat ve cemaatlerin emrine verildi. Cumhuriyet ve laikliği kendilerine düşman gibi gören ve ilk fırsatta ikisini de ortadan kaldırmak isteyen bu yapı, okuyan, sorgulayan ve özgürce düşünen bir nesil istemedi. ABD dostluğu, Rusya karşıtlığı denilerek “Ilımlı İslam” ın yolu açıldı.

İktidara yakınlığıyla bilinen YÖK denetleme kurulu üyesi Prof. Dr. Bülent Arı: "Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum" dediğinde kimse ona “Sen neden okudun?” demedi. İktidar sahipleri onu alkışladı. Sorgulama kültürüyle yetişmeyip biat kültürü akıllarını esir alanlar, yaşamları boyunca her şeye sorgulamadan körü körüne inanırlar. Başkalarının arkasından yürümeyi marifet sanırlar. Hele de iktidardan güç devşiriyorlarsa yürümeyi sürdürürler. Bunun karşılığı olarak da iktidarın her türlü desteğine mahzar olurlar.

AKP’nin yirmi üç yıllık iktidarı boyunca ülkenin eğitim sistemi bilimsellik ve çağdaşlıktan hızla uzaklaştı. Okulların idari kadroları liyakat hiçe sayılıp yandaşlarla dolduruldu.

Bunları yaparken ülkenin samimi, inançlı, mütedeyyin insanlarının hep arkalarından koşulsuz geleceğini zannettiler.

Toplumun inançlarını kullanarak bindikleri demokrasi trenindeki yolcu arkadaşlarını birer birer raylara doğru iterken arkadan başkalarının geleceğini sandılar. Artık insanlar yürümeyi trene binmeye tercih eder hale geldiler.

AKP iktidarı sürecinde köy okulları kapatılmaya ve taşımalı eğitime ağırlık verilmeye başlandı. Bu uygulama yüzbinlerce köy çocuğunun eğitim sisteminin dışına atılmasına neden oldu. Eğitimden uzaklaşan bu çocukların okullara devamıyla kimse ilgilenmedi. Şehirlerdeki okullarda ikili eğitim sistemi azalma yerine hızla arttı. Liseler tam bir curcunaya döndü. Devlet okullarının daha cazip hale getirilmesi yerine özel okullar teşvik edilerek eğitimdeki fırsat eşitliği bozuldu. Ülkemizde 129’u devlete ait olmak üzere 208 üniversite var ancak birçok bölümde profesör ve doçent yok. Bazı bölümlere de sipariş usulü eğitim görevlileri yerleştiriliyor. Bunlar kimi zaman rektörün eşi kimi zaman damadı kimi zaman da yeğeni oldu. Anlayacağınız, üniversiteler nicelik olarak artmasına karşılık nitelik olarak dünya sıralamasının sonlarına doğru gitti. Öğretmen atamalarında uygulanan mülakatlar, “yandaşları atama modeli” haline geldi.

İşin özü, ülkenin eğitim sistemini, idareci ve öğretmen atamalarından tutun da ilkokuldan başlayıp üniversiteye kadar siyasal tercihleri nedeniyle değiştirmek isteyen bir iktidarla karşı karşıyayız.

23 senede üniversite öğrencilerinin başta barınma olmak üzere hiçbir sorunu çözülmedi. Şimdi, bir de çamaşır yıkama sorunu çıktı ortaya. Boğaziçi Üniversitesi yurtlarındaki çamaşırhaneler ücretli hale getiriliyor. Çamaşırlarını yıkamak isteyen öğrencilerden 5-6 kiloluk bir çamaşır torbasına 200 TL ücret talep ediliyor. Bu uygulamaya karşı kampüsün bahçesinde leğenlerde yıkadıkları çamaşırlarını iplere asan öğrencileri “terörist” mi ilan edeceksiniz? Okullarından mı atacaksınız? Bu, nasıl bir akıldır? Öğrencilerin bunca sorunu varken çamaşırlarını ücretle yıkatmak zorunda bırakılmaları hangi akla hizmettir? Bu öğrencilere, okumayın mı demek istiyorsunuz? Ülkenin derece yapan gençlerini eğitimden uzaklaştırıp cahil kalın mı demeye çalışıyorsunuz?

Bu ülke, üniversite gençliğinin çaresizliği kullanılarak cemaatlerin insafına terk edilmesinin bedelini öderken kimlerin kimlerle beraber olduğunu herkes biliyor. Geçmişi bilinenlerin kendilerini anlatmalarına gerek yoktur.

Mustafa Kemal Atatürk: