EĞİTİMİN FELSEFESİ VE HEDEFLERİ (Nasıl Bir İnsan Yetiştireceğiz?)

İnsanoğlu var olduğu günden bugüne kadar kendisi, çevresi ve evrenin gizemli ihtişamı karşısında hayret ve merak duygusu içinde olmuştur.

Görünmeyeni görmek, bilinmeyeni bilmek, ulaşılamayana ulaşmak istemiştir.

Sürekli "Ben neyim? Nereden gelip nereye gidiyoruz? Evren nedir? Gerçek nedir? Evrende değişmez ve kesin bir şey var mıdır, yoksa her şey değişiyor mu? Yaşamanın amacı nedir? Kötü ve kötülük neden var? Ölüm bir yok oluş mudur?" v.b. sorulara cevap aramıştır.

Bir başka deyişle insanoğlu hep mutlak gerçeği, mutlak bilgiyi, mutlak varlığı, mutlak doğruyu merak etmiş ki buna "hikmet arayışı" da denebilir.

Bana göre "felsefe" dediğimiz düşünce sanatı, bu hikmet arayışının adıdır.

Felsefe insanı diğer varlıklardan üstün kılmış, "tekâmül" dediğimiz ilerleme, gelişim ve olgunlaşmayı sağlamıştır.

Her şeyin bir felsefesi olduğu gibi eğitimin de bir felsefesi vardır.

Ne yazık ki bugün Türk millî eğitiminin felsefesinden söz etmek mümkün değildir.

Hâlâ bu ülkede pek çok insan, iki kere ikinin kaç ettiğini, civcivin yumurtadan kaç günde çıktığını, dünyanın ne kadarının su olduğunu, Asya'nın dağlarını, Amerika'nın ırmaklarını ve bir başka milletin dilini öğrenmeyi "eğitim" zannediyor.

 Halbuki 2x2 Rusya'da da, Arabistan'da da, Japonya'da da kısacası dünyanın her yerinde 4’tür.

 En okumuşumuz bile sınavlarda yüksek puan almayı, karnenin ekinde bir de takdir belgesi görmeyi, bir üst öğrenim kurumunu kazanmayı "eğitimin amacı" olarak görüyor.

 Toplumda, "eğitim yuvası" dediğimiz okullarda eğitimin zaten olmadığı, öğretimin de bittiği şeklinde genel bir kanaat oluşmuş durumda.

 Eğitimin tüm bileşenlerinde, yöneticide, öğretmende, velide, öğrencide ve toplumun diğer kesimlerinde büyük bir memnuniyetsizlik var. Herkes şikâyetçi.

 İşin daha da kötü tarafı, Millî Eğitim Bakanlığının bu konuda çalışmalar yapmak yerine "sen-ben kavgası" yapmakla zaman geçirmesidir.

 Ne yazık ki bu Bakanlık, partizan bir tutumla liyakatsiz kadrolar eliyle yıllarca, "kendinden olanları taltif etme, kendinden olmayanları yıldırma stratejisi" izleyerek vakit geçirmiştir.

 Muhaliflere "kıyım" ve "zulüm" uygulanırken yandaşlara kendilerinin bile hayal edemeyeceği imkân ve fırsatlar "ulûfe" dağıtılır gibi sunulmuştur.

 İlkçağ filozoflarından Sokrates, gençlerin iyi ya da kötü olmasının, aldıkları eğitimin felsefesinden kaynaklandığını söyler.

 Eğitim felsefesi, "Nasıl bir insan yetiştireceğiz?" sorusuyla başlar.

 Böyle bir derdiniz yoksa çevrenize baktığınızda hazırcı, kolaycı, çıkarcı; kendisi, ülkesi ve toplumu için hiçbir ideali olmayan gençleri görürsünüz, ondan sonra da yakınmaya başlarsınız.

 Halbuki Hz. Ali (r.a.), "Gençliğe ideal vermekten kaçınanlar, ileride onları idare edememekten yakınmamalıdır." diyor.

 Grigori Petrov'un "Beyaz Zambaklar Ülkesi" isimli kitabında hayatını anlattığı Finli filozof Snellman, "Gençliğin ruhunu bir tarla gibi kendi haline bırakırsanız, orada dikenler, ısırganlar yetişir." der.

 Evet, ne ektiyseniz onu biçersiniz. Kâinat var olduğundan bugüne kadar arpa ekip de buğday biçen görülmemiştir.

 Ebeveynler, öğretmenler, eğitimciler, devleti yönetenler, etkili ve yetkili büyükler!

 Eğitimin felsefesi; çocuklara ve gençlere insan olmanın şerefini, millet olmanın bilincini, vatanın ve bayrağın kutsallığını, insanlığın evrensel değerlerini, özgürlüğün kıymetini, tarih şuurunu, hakkın ve hakikatin ne olduğunu, herkesin inanç ve düşüncesine saygılı olmayı, hırsızlığın ve kul hakkı yemenin kötü, çalışarak kazanılan helal lokmanın iyi olduğunu, ikrah görse de doğruluktan vazgeçmemeyi, kötülükten uzak durmayı öğretmek ve bunları davranış haline dönüştürmelerini sağlayabilmektir.

 O zaman tarlalarımızda ısırganlar ve dikenler yerine rengârenk güllerin açtığını göreceğiz ve hep birlikte mutluluk şarkıları söyleyeceğiz.

 Aksi takdirde, söylemeye dilim varmıyor; ama tarihin karanlık dehlizlerinde milletçe yok olmaya mahkûmuz.