1513 yılının Muharrem ayıydı. Kütahya’nın Eğrigöz kasabasında dinlenmek için konakladılar. Aylardır vahşi hayvanlar gibi sarp dağlarda, ıssız mağaralarda saklanmaktan ve günlerce yol almaktan yorgun ve bitkin düşmüştüler.
Akşam olmuş, gecenin zifiri karanlığı çökmüştü. Şehzade Korkut hemen uykuya daldı, can yoldaşı Piyale Bey ise ona bir kötülük yapılmasından endişe ediyor ve uyumamaya çalışıyordu.
Kapıda bekleyen nöbetçiler bir ara Piyale Bey’i, dışarıya çağırıp onları İstanbul’a götürmekle görevlendirilen Sinan Ağa’nın kendisini görmek istediğini söylediler. Piyale Bey’in dışarı çıkmasıyla cellatlar da içeri girdiler. Bu sırada Şehzade Korkut uyandı, doğrulup etrafına bakınca durumu anladı. Artık, her şey bitmiş, yol tükenmiş, her ümit kaybolmuştu. Buna rağmen soğukkanlılığını kaybetmeyerek sordu:
“Bize ölüm mü emrolundu?”
Kara peçeli, kara donlu cellâtlar, başları önlerine eğik olduğu halde saygı ile cevap verdiler.
“Ölüm Allah'ın emri sultanım. İnşallah cenâbınızı cennet ve cemâli müşerref kılar.”
Bunun üzerine Şehzade Korkut, bir saat müsaade isteyerek abdest aldı, kardeşi Sultan Selim’e iletilmek üzere bir mektup yazdı, sonra da boynunu ipe uzattı.
Ertesi gün Şehzade Korkut’un naaşı İstanbul’a götürülür ve mektup Yavuz Sultan Selim’e takdim edilir. Yavuz Sultan Selim, mektubu okurken gözyaşlarını tutamaz. Şehzadeler bu şekilde öldükleri zaman bir tören yapılmazdı. Yavuz Sultan Selim buna rağmen muhteşem bir cenaze töreni ile kardeşini ebedi âleme uğurlar. Yine geleneklere aykırı olarak ölen bir padişahmış gibi üç gün süre ile resmî yas ilân ettirir.
Kırk altı yaşında öldürülen Şehzade Korkut, Orhangazi civarında defnedilir. En sadık adamı, kader arkadaşı Piyale Bey ömrünün sonuna kadar onun türbedarı olarak kabri başında nöbet tutar.
Şehzade Korkut, Fatih Sultan Mehmet’in torunu, II. Beyazıt’ın hayatta kalan üç oğlundan biriydi. Şehzâde Ahmed’in küçüğü, Şehzâde Selim’in büyüğü idi. Devrin tanınmış âlimlerinden ders gördü. On bir yaşında iken, dedesi Fatih Sultan Mehmet’in himâyesinde yapılan bir düğünde kardeşleri ve amcası Cem Sultan’ın oğlu Oğuzhan’la birlikte İstanbul’da sünnet oldu. Sünnet düğününden sonra dedesi Fatih Sultan Mehmet, Korkut’u babasının yanına Amasya’ya göndermedi, İstanbul’da bıraktı. Onun yetişmesi için özel ilgi gösterdi.
Fatih Sultan Mehmet, 3 Mayıs 1481 günü vefat ettiğinde Şehzâde Korkut, babası II. Beyazıt Amasya’dan İstanbul’a gelinceye kadar on beş gün tahta çıkarak devleti idare etti.
1512 yılında babasının, tahtı kardeşi Selim’e bırakması üzerine İstanbul’a geldi, “Benim taç ve tahtta gözüm yoktur.” diyerek ona biat etti. Daha sonra İstanbul’dan ayrılarak sancağı Manisa’ya döndü.
Kaynaklara göre Sultan Selim, Şehzade Korkut’un sadakatini denemek maksadıyla şehzadeye devlet adamlarının ağzından sahte davet mektupları yazdırır. Şehzade ise bu mektupların sahte olduğunu anlamaz ve bir hata yaparak bunlara olumlu cevaplar verir. Bu durum karşısında Sultan Selim, ağabeyi Korkut’un içindeki taht sevdasının yok olmadığını, her an kendisine karşı bir isyana teşebbüs edebileceğini düşünerek onu ortadan kaldırmaya karar verir. Avlanma bahanesiyle Bursa’dan hareket edip şehzadenin sancağı olan Manisa’ya gelir.
Selim’in geldiğini öğrenen Korkut, sakalını beyaza boyayıp başına külah geçirip eski kıyafetler giyip, taşıyabileceği miktarda değerli eşyayı alıp sadık adamı Piyale ile saraydan ayrılır. Bu arada Korkut’un İtalya’ya kaçabileceği düşünülerek yollar, limanlar, geçitler ve sınır boyları tutulur. Şehzade ve Piyale Bey her tarafın tutulmuş olması hasebiyle geceleri hareket ederek dağlardan geçip şehirlere uğramadan Teke sancağına ulaşırlar, bugün kendi adını taşıyan Korkuteli yakınlarında bir mağaraya sığınırlar.
Piyale Bey saklandıkları bu mağaradan erzak tedariki için ayrılır, rastladığı bir Türkmen’e sırlarını paylaşıp şehzadenin atını da vererek bir miktar altın karşılığında kendilerine erzak getirmesini talep eder. Bu Türkmen köylü mağarada saklanmakta olan şehzade ve adamına birkaç gün boyunca erzak taşır.
Şehzadenin isteği üzerine bir gemi ayarlamak için limana indiğinde atının bir köylüye ait olmayacak kadar güzel olması sebebiyle dikkat çeker ve yakalanıp sorguya alınır. Neticede Teke Sancak Beyi Kasım Bey, şehzade ve Piyale Bey’i saklandıkları mağarada yakalar ve Yavuz Sultan Selim’in gönderdiği adamlara teslim eder ve yazının başında anlattığım hazin son gerçekleşir.
Şehzade Korkut şair ve âlim bir kişiliğe sahipti. Eğrigöz’de öldürüldüğü gün tutulan defter kaydına göre üzerinden ciltli bir Kur’ân-ı Kerîm, ciltli küçük boy Kaside-i Bürde, bir Türkçe tıp kitabı, birkaç adet kıymetli yüzük, bir adet altın ibrişim kuşak, bir adet piyade kılıcı çıkmıştır. Bir de çakmak, ayna, makas, gözlük ve şehzadenin elbiseleri…
Şehzade Korkut şiire ve edebiyata düşkündü. Şiirlerinde hac niyetiyle Mısır’a gittiğinde ihram bağladığı için “Harîmî” mahlasını kullanmıştır. Korkut’un devrin kaynaklarına göre bir de mükemmel bir Divanı vardır. Bütün kaynaklar onun belagat konusunda üstün maharetinden bahsetmekte ve “ilmine nihayet yoktu” şeklinde yazmaktadır.
Korkut’un ayrıca mûsikiyle de uğraştığı, her türlü sazı çalabildiği, hatta bazı kaynaklarda “gıdâ-yı rûh” bazı kaynaklarda ise “rûh-efzâ” adlı bir saz icat ettiği, İran’dan gelen meşhur kemençe üstadı Zeynelâbidîn’i kardeşi Ahmed’den isteyip yanına getirttiği belirtilmektedir.
Kaynaklarda Şehzade Korkut’un hat, yani yazı sanatı ile de ilgilendiği, küçük yaşta iken Amasya’da o dönemde hat sanatının Osmanlı’daki önemli temsilcileri arasında gösterilen Şeyh Hamdullah Efendi’den hat dersleri aldığı ve bir Kur’ân-ı Kerîm yazdığı belirtilir.
Osmanlı sultanları ve şehzadeleri arasında şiirle ilgilenmeyen hemen hemen yok gibidir; fakat İslâmî ilimlerde kendini geliştiren ve fıkıh kitabı yazan tek kişi Şehzade Korkut’tur.
İşte böyle bir şehzade, saltanat hırsının, saray entrikalarının ve nizâm-ı âlem davasının kurbanı olarak hayata veda eder.
Video adresi:
https://www.youtube.com/watch?v=xQO4eihIm58&t=76s