Çalışan gazeteciler günü, gazetecilik mesleğini icra edenleri onurlandırmak için 1962’den beri 10 Ocak günü düzenlenen Türkiye’ye özgü bir kutlama gündür.
Başlıkta attığım “Garip” kelimesini, halk arasında anlaşıldığı şekilde kullanmadım. Biliyorsunuz, “Garip” kelimesi Arapçadan dilimize geçmiştir. Etimolojik açıdan anlamına bakarsak “Ayrıldı, uzaklaştı, yola gitti…” anlamlarını kapsar.
Halk arasında ise “Parası olmayan, pejmürde kıyafetlerle her zaman yardıma ihtiyacı olan” şeklinde saçma bir anlam yüklenerek kullanılır. Nedendir bunu da anlamış değilim.
Gazetecinin garipliği şudur; doğruyu yazınca da sevilmez, yazmayınca da sevilmez. Bir gün vali ile oturur yemek yer, akşam evine yaya olarak döner. Parası pul, karısı dul olur. Yani az para kazanır ama çok çalışır. Mesai saatleri belli olmadığından evine işi kadar vakit ayıramaz. Karısı hep dırdır eder, ya boşanırlar, ya ölür ya da karısını böylece kabul eder. Bazıları istisnadır, kızmayın yengeler…
Siz gazeteciyi gezip tozuyor sanırsınız ama o haber peşindedir. İstihbarat, bir gazetecinin en önemli sermayesidir ve bunu almak için evinde oturup karısıyla dizi izleyemez.
Gazeteci her şeyi bilmek zorundadır. Bilmezse “Ne biçim gazetecisin sen” sorusuna “O biçim gazeteciyim” cevabı vermek zorunda kalırsınız. Gariptir gazeteci, ne İsa’ya yaranır ne de Musa’ya, hem kızı verir hem de dünürü küstürür. Bu yüzden herkesten çok uzaktır aslında gazeteci. Herkese ve her şeye yakın gibi görünse de uzaktır gazeteci insanlardan. İçinde sakladığı bir gerçek vardır, onu pek gün yüzüne çıkarmaz.
Gördüğü ihanetleri, yalanları, dolanları, üçkâğıtları, hileleri ve tüm zorbalıkları yazsa bir türlü yazmasa bin bir türlü. Mesela şuanda benim çok iyi bildiğim en az 10 farklı konu var. Bunları bazı yazılarımda îmâ yoluyla anlatmak istesem de açık açık yazmıyorum. Yazamıyorum çünkü, vicdani sansürüme takılıyor. Aileler ve dahi çocuklar perişan olacak. Babasının/annesinin ne kadar pis işler içinde olduğu öğrenen bir çocuğa yaşatacağım travmayı düşünerek duruyorum ve diyorum ki “Ele bir cellat lazım, benim mi olmam lazım?"
Gazeteciliğe anamdan doğduğum gibi başladım dersem yalan olmaz. Merhum babam Ahmet Yaylıoğlu 1979 yılı Haziran ayında Tercüman Gazetesi Kütahya muhabirliğini yapmaktadır. Benim doğduğum gün İstanbul’a geçtiği haberin imzasını benim adımla atmış ve ilk haberim doğduğum günün ertesi Tercüman Gazetesi’nde çıkmıştır. Ruhu şâd olsun.
Eğer bugün gazetecilik mesleği ile iştigal ediyorsam, bunu başta Ahmet Yaylıoğlu’na borçluyum. Eğer bugün Çalışan Gazeteciler Günü ise bugün beni kutlamak isterseniz babamı saygıyla bir kez anın yeter…
Yakın zamanda kaybettiğimiz gazeteci Mehmet Hatipoğlu ve artık aramızda olmayan tüm basın emekçisi ağabey ve ablalarımızı şükranla yâd ediyorum. Nuri ve Sevim Sarıışık, Aykut Temel, Hasan Bilcan, Ali Kural ve adını buraya yazamadığım daha nicelerini saygılarımla anıyorum. Halen hayatta olan ancak uzun süredir hasta olan Tahsin Dolavcı’ya da şifalar diliyorum.
Sevgiyle kalın…
GÜZEL CÜMLELER
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, birçok seneler geçti; dönen yok seferinden. YAHYA KEMAL BEYATLI