Gurbetten Gelen Bir Özlem: Kütahya’da Bir Gün

Gurbet ellerde geçen yılların ardından, her memlekete dönüşümde içimde tarifsiz bir heyecan, burnumda tüten bir hasretle düşerim yollara. Kütahya’ya girişimi o çinili kapı karşılar; ateşte açan çiçekleriyle sessizce selam durur bana. Kadim şehir Kütahya… Her adımı tarih, her sokağı bir hatıra.

Ayaklarım beni her seferinde aynı yere götürür: Germiyan Sokağı. Arnavut taşlarında yürürken geçmişin izinde bir yolculuğa çıkarım. Sağlı sollu dizilmiş cumbalı evler, tarihi konaklar… Her gelişimde ilk kez görüyormuşum gibi hayranlıkla bakarım. Bu sokakta zaman başka akar, yavaşlar, soluklanır.

Oradan usulca Karadonlu Sokağı’na, ardından Samanpazarı’na yönelirim. Gözümde çocukluğum canlanır: sırayla dizilmiş atlar, at arabalarının peşinden koşan biz çocuklar… Bugün sadece hafızamda yaşayan bir sahne artık.

Rotam biraz yukarı döner; Helvacı Hakkı’nın dükkânı… Çocukluğumdan beri değişmeyen o tahin helvası kokusu sarar dört bir yanımı. Bir kilo tarttırırım: tahinli helva, köpük helva ve “bitli helva”… Her lokmasıyla geçmişin tadı damağımda belirir. Kütahya’dan dönerken valizimde mutlaka yer bulur o meşhur helva. İsmi ilk duyanda tebessüm ettirse de, özenle kavrulmuş susamı ve eşsiz dokusuyla hem damağa hem göze hitap eden, memlekete dair küçük ama anlamlı bir armağandır.

Samanpazarı’ndan geçerken bu kez gözüm Kuyumcular Çarşısı’na takılır. Işıl ışıl vitrinlere bakmadan edemem. Ama asıl dikkatimi çeken, o tatlı telaşla yukarı aşağı yürüyen insan kalabalığı olur. Yıllar geçse de yüzlerdeki o tanıdık telaş, hep çocukluğumdaki gibi kalır.

Adımlarım beni Dönenler Meydanı’na, ardından Mevlevihane Camii’ne götürür. Her gelişimde içimde aynı hayranlık… 14. yüzyılda Mevlevihane’nin semahanesi olarak inşa edilen bu yapı, bugün hâlâ dimdik ayakta. Kareye yakın dörtgen planı ve sekizgen kasnağıyla Anadolu Türk mimarisinin zarif bir örneği… Huzur içinde kılınan bir namazdan sonra çevredeki kahvehanelerde soluklanmak, bastonuna yaslanıp kahvesini yudumlayan amcaların arasında iki kelam etmek bambaşka bir keyiftir.

Merkezde Ulu Camii, yanı başında Arkeoloji Müzesi, Çini Müzesi, Macar Evi Müzesi… Bir zamanlar madencilik yapmış biri olarak Jeoloji Müzesi’ne uğramadan geçemem. Her köşesi ayrı bir tarih, ayrı bir anı… Zaman yetmiyor anlatmaya da, yaşamaya da.

Bazen fırsat bulursam Hisar Kalesi’ne çıkarım. Bazen de içimde bir ses, beni Aizanoi Antik Kenti’ne çağırır. Çünkü bu şehir sadece çocukluğumun değil; kuruluşun ve kurtuluşun da şehridir.

Kütahya’ya her gelişim bir sükûnet, bir iç yolculuk…
IiNe mutlu bana ki bu kadim şehre her adımımda yeniden âşık oluyorum.

Güzellik bazen öyle sessizdir ki, onu fark etmek için önce kaybetmek gerekirmiş. Kaybetmeden güzelliği gören, Kütahya’nın kıymetini bilen; sokaklarında huzurla yürüyen, sevdikleriyle aynı sofrada çayını muhabbetle yudumlayan kıymetli hemşehrilerime selam olsun.

Memleketin taşına, toprağına, havasına, suyuna ve insanına kıymet bilen herkese gönülden selam olsun.
Sağlıkla, huzurla, sevdiklerinizle birlikte; kıymetini bildiğiniz güzelliklerle dolu nice günler dilerim ..
Not: Bu yazıda kullandığım fotoğraflar, Türk Hava Yolları AnadoluJet Magazin Dergisi’nin 2019 yılı Ekim sayısında, “Anadolu’nun Kadim Şehri Kütahya” başlıklı yazıda da yer alan kendi çektiğim karelerdir. Siz değerli okurlarımın da bu güzellikleri görmesini istedim.


.