Edebiyatla arasında köklü bir bağ olan psikoloji, insanları anlama sanatıdır. İletişimi etkin kılan beden dili bireyin düşünceleri hakkında bilgi verir. Filozofların uzun yıllar süren araştırmalarına konu olan yazıları ele alalım; Stanley Milgram toplum içinde deneyler yapmıştır. İnsan denilen varlığın gerekli şartlar ve koşullar konusunda nasıl davrandığını incelemiştir. Bu deneyle farklı bir düşünceyi kazandırmıştır.
Deney göstermiştir ki, insanların itaat etmesindeki önemli faktörlerden birisi de hiçbir sorumluluk altında olmadıklarına inandırılmalarıdır.“Kişinin davranışlarını belirleyen karakteri değildir; içinde bulunduğu durumdur.”sözü bizlere farklı bir görüş hakkında bilgi veriyor.
Edebî metinler yazarlar tarafından oluşturulur (Anonim olanlar hariç). Bu eserler, bire bir yazarların yaşantılarını, duygularını yansıtmasalar da onlardan izler taşır. Yani, edebî metinlerde yazarın psikolojisinden izler vardır; derinlemesine ve bilimsel yapılan bir incelemeyle, eserler bizi yazarların ruh dünyasını anlamamızı sağlar. Edebî eserler, insanı her yönüyle aydınlatır. İnsanın ruh dünyasına ağırlık veren psikolojik eserler (romanlar, duygu ağırlıklı şiirler...) insanların ruh çözümlemelerini yapar; bu çözümlemeler, çevremizdeki insanları daha iyi anlamamızda, insanların bin bir çeşit duyguları olabilir. Mehmet Rauf’un “Eylül” , Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” adlı romanları buna güzel birer örnektir. Dostoyevski’nin ünlü romanı Suç ve Ceza’daki Raskolnikov hırsı, suça meyilli, suçluluk psikolojisi, gelgitleri, vicdan muhasebesi gibi yönleriyle başarılı bir şekilde yansıtılmış bir karakter olarak karşımıza çıkar. Bu tür eserler, psikoloji bilimi için de önemli malzemelerdir. Ancak, edebi eserlerin, gerçeğin değiştirip dönüştürülmesiyle oluşturulduğu unutulmamalıdır. Bire bir gerçeği yansıtmasa da anlatılan olayların ve kişilerin benzerlerini günlük hayatımızda görmemiz mümkündür. İlk makale Amerikalı yazar Charles Dudley Warner’a (1829 -1900), diğer ikisi yirminci yüzyılın önemli şair ve edebiyat kuramcısı Thomas Stearns Eliot’a aittir. Eliot, yalnızca şiirleriyle değil, ondan belki daha çok edebi görüşleri ile günümüzde halen etkisini en çok gösteren düşünce adamlarındandır. İşte her zamanın geçerli sorusu olan edebiyatın hayatımızdaki yeri sorgusuna yüzyıl öncesinden Charles Dudley Warner da katılmış, edebiyat ile hayat arasındaki ilişkiye doğrudan temas etmiştir. Ona göre yazar, çağının ve içinden çıktığı halkın aynasıdır; elbette ki döneminin elemli bir temsilcisidir. Çünkü yazar olsun, şair olsun, genellikle pratik dünyayla işi olmayan kimselerdir; belki buna kendi yaratılışları sebeptir; para kazanma hırsından, statü peşinde koşmaktan uzaktırlar ve bu yüzden genelde yoksullukla boğuşurlar. Şiirleri, yüksek yerlerde kabul görür. Şairi etkileyen maddi beklenti değildir. Üstelik insanlar kendi dünyalarında koşturmaca yaptığı için böyle ince düşüncelere ayıracağı bir vakti bile yoktur. Neticede geçmişten gelen ve gelecekte yer alan sadece bu eserlerdir. Yaşamın içinde var olan hikâyeler, kitaplarla aramızda duygusal bir bağ kurar. Kalem sizlerin elinde isterseniz; yüreklere dokunun. İnsanın, insan gibi yaşadığı bir dünyanın hayalini kurun.