“İnsan hakları neden ortaya çıktı?”
10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, modern dünyanın en önemli metinlerinden biri olarak kabul edilmeye devam ediyor. Beyannamenin yıldönümünde Dumlupınar Gazetesi’ne konuşan Hüsamettin İnanç, insan haklarının tarihsel arka planına ışık tutarak bilinmeyen yönlerini aktardı.
İnanç’a göre, insan hakları düşüncesi “masum bir idealin” ürünü değil; Avrupa’nın dış coğrafyalarda yürüttüğü sömürgecilik politikalarının yarattığı ağır tahribatın ardından şekillenmiş bir kavram. Bu çerçevede, Afrika kıtasında yaşanan sömürgeleştirme sürecinin Avrupa’ya olumsuz bir imaj yüklediğini söyleyen İnanç, Kenya’nın kurucusu Jomo Kenyatta’nın meşhur sözünü hatırlattı: “Beyaz adam zenginliklerimizi aldı, bize sadece kutsal kitap kaldı.”
İnanç, bu tarihsel kırılmaların, Amerika’nın kuruluşu, Fransız İhtilali, Sanayi Devrimi ve Avrupa Birliği’nin doğuşu gibi büyük dönüşümlerle birleşerek Batı’da hak, özgürlük ve demokrasi söylemini beslediğini vurguladı.
“İnsan hakları bildirgeleri gerçekten evrensel miydi?”
İnanç, insan hakları kavramının ilk kez net biçimde Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile ortaya çıktığını belirtti. Ancak bu dönemde Kuzey ve Güney eyaletleri arasında kölelik tartışmalarının zirvede olduğunu hatırlatarak, bildirinin evrensel bir idealden ziyade siyasal bir uzlaşma niteliği taşıdığını ifade etti.
Ardından ilan edilen Fransız Yurttaşlar Bildirgesi ise, İnanç’a göre, “eşit birey” tanımını yalnızca ulus-devlete bağlı vatandaşlarla sınırlıyor ve hakların belirli koşullara bağlandığını açıkça gösteriyordu. Ulus-devletin inşası sürecinde kimlik yaratmanın öncelikli hale geldiğini söyleyen İnanç, bu dönem için “hakların kapsamı, ulusal kimliğe dahil olup olmamakla belirleniyordu” dedi.
“Batı’da seçilmiş insan modeli değişmedi”
Tarih boyunca Batı’da “seçilmiş kavim” anlayışının etkili olduğunu hatırlatan İnanç, hem Antik Yunan dünyasında hem de modern Avrupa’da geniş halk kesimlerinin “insan” sayılmadığını söyledi. Kadınların, yabancıların, tüccarların ve farklı şehir devletlerinden gelenlerin yurttaş kabul edilmediği dönemlere değinen İnanç, modernleşme sürecinde bile “beyaz, Anglo-Sakson, Protestan ve orta sınıf erkek” modelinin esas insan tipi olarak görüldüğünü anlattı.
Bu dışlayıcı zihniyetin bazı Yahudi topluluklarında da karşılık bulduğunu ifade eden İnanç, “seçilmiş kavim” anlayışının başkalarının haklarını yok sayabilecek bir üstünlük hissi doğurduğunu söyledi.
“Avrupa’nın merkezine kabul edilmeyen öteki: Türkler”
İnanç, Batı’nın tarih boyunca kendine benzeyeni merkezde, diğerlerini ise “öteki” olarak konumlandırdığını belirterek, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınmamasının temel nedeninin bu bakış açısı olduğunu vurguladı.
Türklerin Osmanlı dönemindeki hâkimiyeti, Müslüman kimliği ve farklı değer dünyası nedeniyle Avrupa’nın insan anlayışına dahil edilmediğini söyleyen İnanç, bu yaklaşımın günümüzde de sürdüğünü belirtti. Bu duruma örnek olarak Gazze’de yaşanan ağır insan hakları ihlallerini gösteren İnanç, uluslararası kamuoyunun sessizliğinin “çifte standart” olduğunu ifade etti.
“Hümanizm gerçekten herkesi kapsıyor mu?”
İnanç, İkinci Dünya Savaşı sonrası galip devletlerin kendi medeniyet anlayışlarını güçlendirmek için kavramlar üzerinde düzenlemeler yaptığını, bu nedenle hümanizm kavramının da evrensel bir çerçeve sunmadığını belirtti. Hümanizmin yalnızca belirli toplumlar için geçerli sayıldığını söyleyen İnanç, Afrika ve Asya halklarının bu kategoriye dahil edilmediğini dile getirdi.
Bu noktada çözümün “kendi değerlerine dönmek” olduğunu belirten İnanç, İslam’ın ve Türk kültürünün insanı eşit gören yaklaşımının tarih boyunca güçlü bir yer tuttuğunu vurguladı.
“Türk kültüründe hiçbir zaman din, dil, ırk ayrımı yapılmadı”
Türk devlet geleneğinde insan haklarının doğal bir parça olduğunu belirten İnanç, Osmanlı’nın üç kıtaya hükmetmesine rağmen hiçbir toplumu zorla dönüştürmediğini söyledi. Cezayir örneğini veren İnanç, Osmanlı’nın yüzlerce yıl süren hâkimiyetine rağmen toplumun dilini değiştirmediğini; buna karşılık yalnızca 130 yıllık Fransız yönetiminin ülkeyi Fransızca konuşur hale getirdiğini ifade etti.
Bu farkın kültürel hegemonyanın gücünü gösterdiğini aktaran İnanç, Türk kültürünün tarihsel olarak insan haklarına saygıyı temel aldığını vurguladı:
“Türk kültüründe hiçbir zaman din, dil, ırk ayrımı yapılmamıştır.”
“Özel günlerin çoğu algı yönetimidir”
Son olarak, Batı’nın modern kültüründe yer alan Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü gibi özel günlerin ticari ve kültürel algı oluşturma amacı taşıdığını söyleyen İnanç, insan haklarının da benzer bir söylemsel çerçeve içinde tüketildiğini belirtti.
İnanç’a göre, insan hakları kavramı tarihsel bağlamından kopartıldığında Batı’nın gerçek yüzü ve sömürgecilik geçmişi daha görünür hale geliyor.