Büyükler, “Karı-koca gençlikte hayat arkadaşı, ihtiyarlıkta birbirlerinin doktoru, yaşlılıkta ise birazcık dırdırıdır” derler. Bu bağlamda gerek köyümüzde gerekse görev yaptığım köylerde, yaşlı karı-kocaların zaman zaman doğal olarak acı-tatlı tartışmalarına, dünü-öncesini karşılıklı sorgulamalarına şahit oldum. Biraz dolum noktasına gelen yaşlılar, özellikle düğünde, bayramda gurbetten gelen oğullarına, kızlarına ve yakın misafirlerine içlerini dökme ihtiyacı hissediyorlar.
Yoksa sevabıyla günahıyla yolun sonuna gelen yaşlılarımızın ayrılmak gibi bir niyetleri asla olamaz. Onlarda elektrikler kolay kolay kesilmez. Çevreye baktıkları zaman, özellikle hanımları rahmetli olan yaşlılarımızın durumlarının hiç de iç açıcı olmadığını yakından görürler. Bazen gururlarından açıkça diyemeseler de inanıyoruz ki kalben, “Allah, Koca Karı’ya uzun ömür versin, ben ondan önce gideyim. Benim kahrımı ne oğlum, ne kızım, ne de gelinim çeker. Kimsenin yanında rahat edemem” derler.
Şehirlerin sıkıcı ortamından kurtulup birkaç günlüğüne köye gelen çocuklar, anne-babalarının lüzumsuz tartışmalarına şahit olunca üzülürler. Evlatlar olarak, “Emrinizde oluyoruz, istediğinizi alıyoruz, rahatlık tepiyor. Hiç olmazsa biz gelince yapmayın… Aha çekip gidiyorum kahveye (şehre)… Ne haliniz varsa görün” türü serzenişte bulununca, “Kırk yılın başı oğlumuz, kızımız geldi, bebeklerin başını şişirdik” diye bu sefer de ana-baba başlar ağlamaya…
Bu arada, “Oğlum/kızım, siz bize bakmayın, artık babanız/ananız bunadı. İyi kötü böyle idare ediyoruz” türü söylemlerle gönül almaya çalışılır. Koronavirüs nedeniyle evlere kapandığımız dönemlerde inanıyorum ki, “Küllü dırdırın haber” sırrınca dırdırlar ziyadeleşmiştir.
KARI-KOCA DIRDIRI
yıl 1950
daha sen yoktun dünyada
biz izdivaç yapmıştık ananla
hala dırdırını çekiyorum be oğul!
o gün bugün hiç güldürmedi
toplum içine rahatça girdirmedi
malımın zekâtını bile verdirmedi
hala dırdırını çekiyorum be oğul!
belki düzelir diye hacca götürdüm
şeytan taşlarken ayrılmış, yitirdim
azıcık sevabım vardı, onu da bitirdim
hala dırdırını çekiyorum be oğul!
şeytan taşlarken kaybolmuştu bir ara
meğer şeytan usulca fısıldamış kulağına
“ayıp oluyor yani, sen olsun yapma kanka”
hala dırdırını çekiyorum be oğul!
her sene komşular toplanıp kaplıcaya giderler
ayıp olmasın diye usulen bizi de davet ederler
gelemem, mazeretim var deyince dalga geçerler
hala dırdırını çekiyorum be oğul!
ineğin yalı, tavuğun yemi, eşeğin samanı
biri biter, biri çıkar, rahatça oturtmaz adamı
kızma evladım, bu kadar karaladın diye anamı
hala dırdırını çekiyorum be oğul!
gelin duymasın, dünür karıyı hiç sevmez
açlıktan ölse hayrına bir bardak su vermez
anan artık huy edinmiş, ölsen de düzelmez
hala dırdırını çekiyorum be oğul!
özellikle düğünü, bayramı zehir eder
bunun yüzünden gelinler şehre erken gider
bu zamana kadar yaptıkları canıma tak eder
hala dırdırını çekiyorum be oğul!
nedir bu başıma gelenler?
ne olur birazcık akıl verin erenler
evliya zannediyor beni, sabrımı görenler
hala dırdırını çekiyorum be oğul!
vasiyet ediyorum, ben önce ölürsem
mezarım ananızdan uzak olsun, ne olur
dünyada çok çektirdi bu hınzır, beni ahirette de bulur
hala dırdırını çekiyorum be oğul!
EBE
hele koca köpeğe bak hele
oturmuş da beni karalıyor velede
kırayım kafanı, bir laf daha söyle de
gençliğimi yedi bu hınzır, şu evin dili olsa da söylese!
OĞUL
tamam ana, o kadar sinirlenme canım
zavallı adam içini döktü, ben de takmadım
ikinizin de yok birbirinden farkı, daha yeni anladım
ben gidiyorum kahveye, ne kozunuz varsa paylaşın!
DEDE
oğlum beni bırakma anana
Allah taş etsin, yalanım varsa
yine çığırdan çıktı, öldürür vallahi
dur, gitme… bekle, geliyorum yanına!