Kalküta'da herkesin ziyaret edeceği noktalar listesinin başında olması gereken bir yer varsa, eski kolonyel döneminin anısı olan ,mimarinin en güzel parçalarından birisi bana göre Victoria Memorial’dır.Sharma Tea House’dan ayrıldıktan sonra Victoria Memorial’a doğru yürüyorum. İlk dikkatimi çeken 500 hektarlık devasa Maidan parkı oluyor , böyle kaotik bir şehirde ,kentin ciğerleri olacak bu devasa yeşil alanda kriket oynayanlar var ,bu oyun bana hep bir tuhaf gelmiştir ancak bu coğrafyalarda İngilizlerden kalma bir gelenek olarak popülerliğini korumakta.Maidan da aynı zamanda bir yarış pisti ve futbol ile ilgilide bir stadyumda var. Parkı geçiyorum ve Victoria Memorial’in kuzey kapısına en sonunda ulaşıyorum, süt beyazı bu dikdörtgen anıt tüm ihtişamı ile beni karşılıyor, Hint ve İslam mimarisinden izler taşıyan bu Yapı’dan etkilenmemek çok elde değil ,bende uyanan ilk intibah daha önce Washington D.C’de gördüğüm US Capitol (Kongre Binası) ile Tac Mahal’in sanki bir birleşimi gibi duruyor.
Koloni döneminden kalan Victoria Memorial’ın hikayesi 1901’de başlıyor ,63 yıl - 216 gün iktidarda kalan , aynı zamanda 1876-1901 arasında Hindistan imparatoriçesi ve yüzyılın kraliçesi olarak bilinen Victoria 1901’de vefat edince dönemin İngiltere valisi ve bizim tarihimiz dede önemli bir yeri olan Lord Curzon, vefat eden kraliçe anısına böyle bir anıtın yapılmasını teklif eder ,mimar olarak William Emerson atanır ve anıtın ilk taşı Galler prensi George tarafından 1906’de koyulur ,inşasında Tac Mahal’dede mevcut olan Rajasthan Makrana mermeri kullanılır ve 28 Aralık 1921’de bitirilip VIII Edward’ın katılımı ile bir müze olarak ziyarete açılır.1934’e kadar 23 hektar civarındaki bahçeleri ve çevre düzenlemeleri ile bu müzenin yapımı tamamen bitirilir. Victoria Memorial Dünya’da bir monarşiye adanmış en büyük anıt olarak bilinmektedir.
Kuzey kapısı girişinde bilet ofisi var ,yabancılar için giriş bedeli 500 Rupee , bu bedeli ödedikten sonra ana kapıdan içeri giriyorum beni ilk karşılayan bahçe oluyor ve hemen arkasında Kraliçe Victoria’nın devasa bir heykeli var ,alan biraz kirli ve kuşlar heykeli pisletiyorlar. Bu heybetli bronz anıt İngiliz heykeltıraş Sir George Frampton tarafından yapılmış, mermer bir merdiven ve kaide üstünde yaşlı kraliçe Victoria tahtında oturmakta, Hindistan yıldızı kaftanını giymiş bir elinde asası, diğer elinde imparatorluk küresi üzerinde duran Aziz George figürü ve tüm azameti ile hala buraları yöneten bir pozisyonda oturuyor. Heykelin çevresinde etkileyici kabartma paneller var ,her iki taraftaki pirinç kabartmaları inceledikten sonra yoluma devam ediyorum ,karşımda anıtın tepesinde rüzgar gülü olarak da hizmet veren bronz zafer meleği görülmekte.
Merdivenler ’den çıkıp bilet kontrol ’den geçtikten sonra bir güvenlik kontrolüne daha giriyorsunuz, sizi detaylı arıyorlar ve arkasında müzenin içine geçiyorum. İlk giriş ana holünde karşılıklı iki tane heykel sizi karşılıyor, elimdeki notlara bakıyorum birisi Kral George V ve diğeri ise Kraliçe Mary’e aitmiş, heykellerdeki işçilik kusursuz, ancak içerisi çok kalabalık , insanlar bu tarihi alanlarda kendi birikimlerini artırmak ve bilgilenmek yerine daha çok sosyal medyada paylaşılacak fotoğraf çekme yarışı içinde ,bu biraz rahatsız edici olsa da yapacak çok bişi yok. Kalabalığın arasından sıyrılıp ,diğer bir hol olan Royal Galeri kısmına geçiyorum ,bu hol ’de birçok yağlı boya tablolar mevcut ,Tac Mahal’in yapıldığı tablo oldukça başarılı ,ancak bana göre en etkileyicisi tablo, Galler prensi Edward’ın 1876’da Jaipur’a girişinin tasvir edildiği devasa boyutlardaki resim oluyor ,dünyada tek parça kanvas üstüne yapılan en büyük resim olduğu iddiası notlarımda var ancak bu konu bana göre tartışmalı
,
çünkü şahsen bundan çok daha büyüğü olan ve Paris Louvre müzesinde bulunan 610x970 cm’lik La Sacre de Napoléon’u görmüştüm, bu tablo da 2 Aralık 1804 tarihinde
Notre Dame Katedrali'nde düzenlenen taç giyme töreninde Napolyon'un eşi Josephine taç giydirdiği an tasvir edilmiş. Eserde tahtın bulunduğu kısmın sol üst tarafında, 1802-1806 yılları arasında Paris Büyükelçiliği yapmış bir Osmanlı olan Halet Efendiyi de görebiliyorsunuz.
Royal galeriden ayrılıp , ana kubbenin de olduğu central holüne geçiyorum, kubbenin hemen altında tam ortada Sir Thomas Brock tarafından yapılmış ,tamamen mermerden Kraliçe Victoria’nın gençlik dönemine bir heykeli daha var ,herkes çevresinde fotoğraf çektirmek için kuyruk olmuş durumda , kubbenin çevresinde 12 adet yarım daire şeklinde Victoria’nın hayatından önemli dönemleri tasvir eden tablolar bulunmakta, bu tabloları dikkatlice inceliyorum , hepsinde titiz bir çalışma var, sanatsal olarak epeyce bir efor sarf edilmiş.
Central holden ayrılıp , bir sonraki yer olan Prens Holüne geçiyorum ,bu hol’de döneme ait silahlar,zırhlar ,pirinç’den yapılmış toplar bulunmakta. Prens holünden çıkıp Durbar holüne geçiyorum burada dönem dönem değişen sergiler bulunmakta, ben gezerken Hintli sanatçılara ait eserler bulunmaktaydı. Son noktam olan büyük Hintli reformistler holüne geçiyorum ,bu hol’de Hindistan tarihinde 19 ve 20 yüzyılda Mahatma Gandhi , Bal Gangadhar gibi öne çıkmış kişilerin portreleri bulunmakta ,resimlerin tamamına bakıp müze gezimi tamamlayıp güney kapısı tarafında kalan bahçelere çıkıyorum ,hemen önümde Hindistan genel valisi Lord Curzon’un heykeli beni karşılıyor , kendisine uzun uzun bakıyorum ,Curzon bizim tarihimizdeki önemli dönemeçlerde hep karşımıza çıkmış, İttihat ve Terakkinin önde gelen isimleri Enver,Talat ve Cemal Paşa Almanya ile yakın ilişkiler kurunca Osmanlı ile İngiltere arasındaki ilişkiler 1914’te epeyce bir gerilir.
1918’de İngiltere’de kurulan Politik İstihbarat ve Şark Komitesi, Osmanlı topraklarına yönelik İngiliz politikasının şekillenmesinde önemli rol oynar ve bu komite ’nin baş aktörlerinden biriside Lord Curzon’dı. Curzon İstanbul'un işgalinden Lozan Konferansı’na kadar olan dönemde İngiliz karar alma süreçlerine ciddi etki etmiş çok önemli bir isim, hatta Curzon Musul ve Kerkük meselesinde Türk tarafına buraya kadar anladık, ancak bu konuda ısrarcı olunması durumunda İngiliz imparatorluğunun savaşacağını deklare eden kişi olarak tarihe geçmiştir.Curzon’dan sonra ,anıt kemer şeklinde Kral Edward VII ‘in heykeli bahçenin tam ortasında bulunmakta ,bu anıt ’dada bir miktar vakit geçirip foto aldıktan sonra güney kapısından circus bulvarına çıkıyorum , hemen sağ tarafımda yoga’nın batı alemine tanıtımında önemli katkıları olmuş olan hintli keşiş, filozof ,yazar Svami Vivekananda ‘nında bir heykeli bulunmakta.
Doğu tarafına dönüp ,Kuzey’de kalan Cathedral Rd doğru geri yürüyüp bir sonraki noktam olan Aziz Paul katedraline ulaşıyorum. Gotik mimarisiyle dikkat çeken ve Hz. Isa’nın havarisi aziz Paul'e adanmış bu katedral Kalküta piskoposluğunun merkezi konumunda. Temel taşı 1839'da atılmış olup; 1847'de tamamlanmış ve İngiltere dışında türünün ilk örneği olarak yapılan Anglikan bir kilise burası.1800’lerde Batı Bengal’de 4000 İngiliz erkek , 300 İngiliz bayan yaşamaktaymış ve artan bu nüfusun ihtiyaçları için düşünülmüş. Ana kapıdan içeri giriyorum, görevliler fotoğraf ve video çekmemem konusunda beni uyarıyorlar, içeride bir süre dolanıyorum, kilisedeki vitraylar sanatsal açıdan ilginç ve dikkatimi çekiyor. Katedralin Nefi 75 m ile epeyce bir uzun ve genişliği de 25 m, ana çan kulesi 61 m yüksekliğe sahip ,iç kısım, oldukça iyi durumda olan ahşap sıralar ve sandalyelerle donatılmış.
Kilise ’de kısa gezimi tamamladıktan sonra bir sonraki noktam olan South Park Street Cemetery olarak bilinen mezarlığa geçiyorum , buraya ulaşmak için iki km kadar yol teptim. Gittiğim her ülkede mümkünse mezarlık ziyaretleri yapmaya çalışırım , mezarlıklar gittiğiniz ülke ve kültürü ile ile ilgili olarak size önemli ipuçları sunar ,tabi bu ziyaret ettiğim mezarlık yerel kültürden daha ziyade geçmiş kolonyel dönemden kalmış ve dünyadaki kilisesi olmayan nadir Hristiyan mezarlıklarından birisi. Döneminde İngiliz aristokrasisinin ebedi istirahatgahı olarak düşünülmüş ve 1767’de açılmış olan bu mezarlığa 1830’lara kadar gömme işlemi devam etmiş ,daha sonra yeni bir mezarlık yapılmış ve Hindistan’ın bağımsızlığından sonra kapatılmış.
Mezarlık açık hava müzesi gibi birçok heykel ve tapınak mimarisinde mezarlar var , dikkatimi çekenler öğretmen ve şair Henry Louis Vivian Derozio , filolog bilgin Sir William Jones ve donanma subayı kaptan Edward Cooke’un mezarları oluyor , içeride bir süre daha gezdikten sonra bugün son noktam olan The Mother House olarak bilinen Rahibe Terasa’nın bir dönem yaşadığı eve geçiyorum, iki katlı ve Teresa’nın fotoğrafının olduğu bir yapı beni karşılıyor. Hindistan tarihinin en ikonik kadınlarından biri olan Rahibe Teresa,1953'ten son nefesini verdiği 1997'ye kadar bu evde yaşamış ve ihtiyaç sahiplerine, fakirlere ,hastalara yaptığı önemli katkıları ile bilinmekte.
Burası, Kalküta Aziz Teresa olarak bilinen uluslararası hayır misyonerleri dini cemaati'ninde merkezi.4500 üyesi olan bu dernek hayata bir şekilde tutunamamış, aç, evsiz, sakat ,hasta ve ihtiyaç sahibi kişilere hizmet verme amacı gütmekteymiş. Rahibe Terasa ve derneği ile ilgili Hint kaynaklarında gördüğüm önemli eleştirilerden biriside yardım faaliyetleri yanında yapılan misyonerlik çalışmaları kısmı oluyor bu husus ta epeyce bir şey yazılmış ,Hindistan’da toplam Hristiyan nüfus %2.5 civarlarında (27 milyon ) ve yoğunluğu genelde Goa,Kerala gibi güney eyaletlerinde daha fazla bunu da arada kısa bir bilgi olarak vermiş olayım.
Mother House’da hayata veda ettiği tarih 5 Eylül 1997’ye kadar yaşadığı , çalıştığı, uyuduğu bir oda müze olarak korunmakta, bu mini daireye giriyorum, ahşap bir gardırop, bir yatak, iki banklı bir masa ve duvarlarda resimler var, oldukça basit ve sade bir yer ,çok fazla görülecek bir şey yok , odadan çıkıyorum. Terasa bu dünyaya gözlerine kapattıktan sonra 13 Eylül 1997’de buraya gömülmüş, zemin katta mezarın olduğu alana iniyorum, mezarın olduğu yerde ,mermer bir kaide üstünde çiçekler ve tesbih var,bu alanı da ziyaret ettikten sonra mezarın hemen yanında 2005’de açılmış mini bir müze var oraya geçiyorum. Müzede Terasa’ya ait kişisel eşyalar, yazdığı mektuplar, döneme ait gazeteler, kitaplar, ödüller, pullar,
fotoğraflar var burada da bir miktar zaman geçirdikten sonra Mother House’dan ayrılıyorum.
Günü oldukça yoğun geçirdik akşam yemeği için ortalama iki km uzaklıktaki,1975’den beri faaliyette olan ,Taste Atlas tarafından dünyanın en iyi 150 restoranı arasında 17. sırada yer alan Peter Cat’e geliyorum, arada sırada sokak lezzetlerinden sıyrılıp böyle şeyler yapmak gerekiyor , tabi böyle bir Restoran’a rezervasyonsuz gelmemem gerekiyordu ,bu kısmı atladık, bunun haliyle bir çıktısı oldu, kapıda 45 dakika civarında bir beklemeden sonra içeriye girebildik, burada tavsiye edilen en iyi yemeklerden birisi daha önce İran’ dada deneme şansı bulduğum chelo kebab oluyor, yemeğin yanındaki pirinç pilavı ,tereyağı ve yumurtası ile Peter Cat bizi lezzet olarak memnun etti ancak rakam konusunda tabi ki Hindistan ortalamasının epey üzerinde kalması ile birazcık üzse de her deneyimin bir maliyeti olduğunu unutmuyoruz.
Kalküta’daki ilk günümüzü tamamladık, ortalama 20.000 adım atmışız, baya yorulduk artık otelimize çekilip dinlenme zamanı. Bir sonraki seyahatnamede görüşmek üzere herkese saygılar. Seyahatlerim ile ilgili güncel paylaşımlara erişmek isterseniz instagram ve youtube ‘da yolbizigozler hesaplarını takip edebilirsiniz.
Bir sonraki seyahatnamede görüşmek üzere herkese saygılar. Seyahatlerim ile ilgili güncel paylaşımlara erişmek isterseniz instagram ve youtube ‘da yolbizigozler hesaplarını takip edebilirsiniz.
Not:Bu makale ’de adı geçen yer ve marka isimleri sadece bilgilendirme ve kişisel deneyimi yansıtma amacı ile paylaşılmıştır, reklam değildir.