Kolkata -3

Kalküta’da günaydın diyerek ikinci günümüze başlıyoruz ,sabah kahvaltısı için otelimizin restoran katına iniyorum , içeride nerdeyse oturacak yer yok ,sadece yabancı olarak biz varız , açık büfe olan kahvaltı tamamen Hint orijinli , ben şahsen mümkün olduğunca yerel tatları denemeye gayret ediyorum , bazen beğenmediklerim olsa da Hindistan’da ne yiyorsunuz sorusuna verilecek kanımca ilk karşı soru baharatla aranız nasıl ?? ,eğer baharatla aranız iyi veya tolere edebiliyorsanız net cevabım bu ülkede aç kalmanız çok mümkün değil.

Bugün ilk hedefimiz new market olarak bilinen bir diğer adı Sir Stuart Hogg Market olan büyük kapalı pazar , ortalama 1 km yürüdükten sonra Pazara ulaşıyoruz. Bizi ilk karşılayan kırmızı tuğladan 1930’larda yapılmış saat kulesi oluyor.

Hogg market’in tarihi 1874’lere kadar gidiyor , o dönemde Kalküta’da yaşayan İngilizler için düşünülmüş. Calcutta Corporation'ın başkanı Sir Stuart Hogg,bu pazarın inşası için ciddi efor sarf etmiş ve açılmasından 28 yıl sonra, 2 Aralık 1903'te, bu çarşı resmi olarak Sir Stuart Hogg Market olarak isimlendirilmiş  ve daha sonra Hogg Market olarak bilinmeye başlamış.

1980’de bu yapı ciddi bir yangına maruz kalmış ve birçok kısmı yeniden yapılıp restorasyon geçirmiş. Pazar’da aklınıza gelen her şey var , oldukça yoğun ve kalabalık bir yer.Bu devasa kaotik yer şehrin kendisinin bir mikro kozmosu gibi, satıştaki mallara göre şaşırtıcı bir şekilde düzenlenmiş ve belirgin bölümlere ayrılmış durumda. Eski bir atasözüne göre, bu Pazar’da iğneden file kadar her şeyi satın alabilirsiniz, filler, aslan yavruları ve diğer egzotik hayvanlar efsanelere karışmış olsa da, hayret verici çeşitlilikte ürünler varlığını sürdürmekte.

Hoggs Market’in en ilginç alanı kasap kısmı, bu alana girince inanılmaz ağır bir koku var ,ben şahsen kokulara karşı epeyce bir dirayetliyimdir ancak beni bile iptal edecek kadar ağırdı, loş karanlık bir ortamı ,yerde tavuk ve kırmızı et kesenleri,satanları, devasa lağım fareleri , uyuyanları ve sanki ilk kurulduğu günden bu yana duran yaşlanmış tezgahları ile sizi ortaçağa ışınlamakta.

Ortam çok kirli ,hijyen -100’lerde ,bir 15 dakika kadar dolanıyorum arada birkaç kare fotoğraf aldıktan sonra içeride çok uzun duramayıp hemen kaçıyorum. Et pazarının yarattığı travmatik durumu aşmak için, pazarın içinde bu şehrin en meşhur fırınlarından birisi ve 1902’de beri faaliyette olan ,o günlerde olduğu gibi aynı eski görünümü ve hissini koruyan  Nahoum & Sons’a doğru ilerliyorum, içerisi kalabalık ,iç mekanlar ve genel ortam neredeyse hiç değişmemiş, buraya girdiğinizde sanki bir zaman tünelindesiniz, mekânda hala  eski tik ağacı mobilyalar ve yapılar, yüksek tavanlar ve eski tavan vantilatörleri var. Burası sadece tezgah üstü bir dükkan değil, geniş bir alana sahip,ürünler dükkânın içinde çeşitli yerlere yerleştirilmiş ve tuhaf bir sipariş düzenine göre ürün alıyorsunuz. Fırın’da bisküvi,kesme yumurtalı börek,kızarmış pantras,macron ,brownie, bademli kek,pastalar,sarımsaklı ekmekler,sweet bun’dan,pizzaya kadar çok fazla çeşit var , buranın en meşhuru peynirli samosa ile başlıyorum ,samosa geleneksel Hint versiyonundan baya bir farklı ve baharat yönünden fakir ,arkasından meyveli kek deniyorum, devamında bir brownie ve kalp şeklindeki kek ile buradaki kısa gastronomi gezimi tamamlayıp Hoggs Marketten ayrılıyorum.


Chowringee Rd. çıkıp diğer noktam olan Jadu Ghar’a (Hint Müzesi) ulaşıyorum. Hindistan’ın ve dünyadaki en eski 9. Müze sıralamasına girmiş,2014’de 200’uncü yılını kutlamış bu müzenin retro ,iki katlı, dikdörtgen , sütunlu ve kemerli bir mimarisi var, ortada büyük yeşil çimenli bir avlusu dikkat çekici.Müzede ortalama üç saat harcadım ,galerinin birinin tamamı 2. yüzyıla kadar giden heykellerden ibaretti, ayrıca Mısır’dan gelen mumyalar,Harappa ve Mohenjodaro medeniyetlerine ait Indus vadisinden emanetler, özel solüsyonlar içinde saklanan insan embriyoları, asılı balina iskeleti, mamut heykeli ,botanik bahçesi ve içinde 37 farklı Hint keneviri ile oldukça zengin bir içeriğe sahipti.


    Geniş koleksiyona sahip müzeleri gezmek için ciddi zaman ve efor sarf etmek gerekiyor, Rusya’nın St. Petersburg kentindeki Hermitage müzesini ziyaret etmiştim bu müzede 400 oda ,ortalama üç milyonun üstünde parça var , her birine 1 dk. ayırsanız tamamını gezmek 11 yıl alıyormuş. Bu nedenle müzeden ayrılıyorum ve yürümeye devam edip yolumun üstündeki Shaheed Minar anıtına ulaşıyorum. Kalküta'nın tam kalbinde bulunan 48m  yüksekliğindeki, bembeyaz Shaheed Minar, bir buçuk asırdan fazla bir süredir önemli bir anıt olarak kalmış. Karakteristik tasarımı ve boyutu, ona 'bulut öpücüğü anıtı' adını veren Mark Twain de dahil olmak üzere birçok kişinin dikkatini çekmiş. Şehitler Anıtı veya minaresi anlamına gelen bu abide bir dönem Ochterlony olarak bilinmekteymiş, 1828'de İngiliz Doğu Hindistan Şirketi komutanı Tümgeneral Sir David Ochterlony'nin aldığı zaferlerin anısına J. P. Parker tarafından tasarlanıp yapılmış.9 Ağustos 1969'da, Hindistan özgürlük hareketinin şehitlerinin anısına tekrar adanıp Shaheed Minar olarak yeniden isimlendirilmiş.


Anıttan ayrılıyorum ve  kısa bir süre sonra Tipu Sultan Mescidine ulaşıyorum.Tipu Sultan veya Sultan Fateh Ali Sahab Tipu; (1751-1799) Sher-e-Mysore veya "Mysore Kaplanı" olarak bilinen ve güney Hindistan'da bulunan ve benimde ziyaret ettiğim Mysore Krallığı'nın hükümdarıymış. Tipu dönemi için oldukça farklı bir Sultan,bilime ve askeri teknolojiler üzerine epey kafa yormuş ,roket topları yaptırmış ,askeri el kitabı Fathul Mujahidin'i hazırlatmış ve İngilizlere karşı mücadele etmiş.Bunun yanında edebi bir kişiliğe de sahip olan Tipu Sultan şiirle de ilgilenmiş ve Mysore ekonomisi onun döneminde zirve noktasına ulaşmış.4 Mayıs 1799'da 50.000 kişilik İngiliz ordusuna karşı Seringapatam'daki kalesini savunurken ağır yaralanmış ve hayata veda etmiş.Kalküta’daki Tipu Sultan camisi, Sultanın 11. oğlu Prens Gholam Muhammed tarafından arazisi  satın alarak 1842’de yaptırılmış.

Tabi şimdi  Kalküta ile Mysore arası aşağı yukarı 2000 km civarında ,Tipu Sultan’ın oğlu Kalküta’da ne işi vardı ve neden bu camiyi babasının anısına yaptırdı ?? bunun cevabı tarihinde gizli ancak konu çok uzayacağı için buna değinmeyeceğim. Bu tarihi camii 1980'lerin başında  Esplanade bölgesinde Metro inşaat çalışmaları nedeniyle hasar görür ,restorasyon için Tipu Sultan Shahi Masjid Protection & Welfare adlı bir dernek kurulur ve gerekli onarımı yaptırılarak tekrar ibadete açılır.Mescit iki sıra halinde düzenlenmiş on kubbeden ve her bir taraftaki dört sekizgen sütun ana minarelerden oluşuyor. Minarelerin duvarlarında kavisli tasarımlar var ,dışı yeşil boyalı olan caminin duvarlarında etkileyici bir görünüm kazandıran ince ve karmaşık oymalar vardı. Şaşırtıcı bir şekilde, minarelerdeki tasarım Gotik sütunlarla birçok benzerlikler taşımakta. Dikkatimi çeken bir noktada ana minarelerin arasına on sekiz tane daha minare yerleştirilmiş.

Cami aynı anda 1000 kişiye hizmet edebiliyormuş. Hindistan’da turistik spot olmayan yerel camilere girmeniz konusunda bazen problem çıkabiliyor, Müslüman olma şartı  aranabiliyor ,ikna olmazlarsa bunu ispatlamanızda zaman zaman gerekebiliyor.Mescitin iç salonunun hemen dışında zeminde halılar var ve  geri kalanını siyah ve beyaz fayanslardan oluşan geometrik bir desen ile kaplanmış ,kırmızı göstergeli dijital bir tabela Mekke'deki mevcut saati göstermekte.Cami göreceli olarak biraz küçük ,her iki tarafta ikişer tane olmak üzere dört sütunla desteklenen kemerli pencereler camiye ışık ve temiz hava girmesini sağlıyor ve hemen bitişiğindeki beyaz badanalı sıvadan yapılmış bir binada abdesthane ve misafirhane bulunmakta. İçeride dolanır iken Namaz salonunun ortasında üç kişi görüyorum, yanlarından geçer iken "Es-selâmu aleykum"  selamıma karşılık "aleyküm selâm" diye cevap veriyorlar ve namaz salonunun dış köşesine yakın bir yerde yere oturup etrafı ve mimariyi inceliyorum ,tabi giyimim kuşamım ile bir yabancı olduğum çok açık ,haliyle davetsiz misafir gibi hissediyorum kendimi ancak şahıslardan biri bunu anlamış olacak ki ayağa kalkıp yanıma geliyor ,saçları ve sakalı kınadan turuncuya dönmüş ,ayakları çıplak  bu kişi önce ellerime hoş kokulu yağ sürüyor ve bana nereden geldiğimi soruyor, Türkiye şeklinde cevaplıyorum ve bir anda gülümseyerek hoş geldin diyor, kendisine İngilizce teşekkür ediyorum. Bir süre daha gezdikten sonra ve gideceğim başka yerler olduğundan dolayı bu nadide Cami’den ayrılıyorum.


Chowringee Rd’a çıkıp geriye dönüyorum ve 2.5 km sonra M.P. Birla Planetarium’a ulaşıyorum ,bu kubbe şeklindeki ilginç yapı 1963’de açılmış ,derin uzaydan ve evrenin harikalarından yarım saatlik sesli görsel programlar olmakta , kapıdaki takvime bakıyorum Hintçe , Bengalce, İngilizce programların saatleri var ,İngilizce olan Show benim geldiğim saat açısından çok uygun değil, bu nedenle elimdeki vakti efektif kullanmak için hemen yakındaki Hindistan Turizm Ofisine geçiyorum, bizi çok iyi karşılıyorlar, bu arada Marble Palace için izin belgesine başvuruyorum , ofisin müdürü bizimle biraz sohbet ediyor ve ardından iki tane hediye çantası ile bizi uğurluyorlar.

Bu arada Ola’dan bir araç çağırıp Kalküta’nın en kutsal tapınaklarından birisi olan Kalighat Kali Mandir’a doğru hareket ediyorum, tapınağa yaklaştıkça trafik iyice karışıyor ,ilerlemek çok zor en sonunda bir yerde inip yürümeye karar veriyorum. Dar bir patika bizi renkli ürünler satan dükkanların olduğu yoğun bir çarşı yolundan geçiriyor ,bölge çok hareketli , Tanrıça Kali için her yerde adaklar, çiçekler ,tatlılar vs satılmakta, bir insan seli üzerime doğru akıyor.Kalighat Tapınağı, Hindistan'ın her yerinden ve hatta yurtdışından gelen inançlı Hindular tarafından düzenli olarak ziyaret edilen çok kutsal bir tapınak ve büyük Hindu tanrıçası Kali’ye adanmış ,hatta bir rivayete göre Kalküta’nın adının buradan geldiği söylenmekte. Günümüzde gördüğümüz tapınak 1809’da yeniden inşa edilmiş, içeri girmek oldukça güç ,acayip bir kuyruk var , etrafta  bir sürü tip ve panditler dolanıyor ,beni kuyruğun önüne geçirebileceklerini ve VIP Darshan için rehberlik yapabileceklerini belirtiyorlar ben tabiki nazikçe red ediyorum ,çok fazla sahtekar var ,çekim yapmak yasak ,bu tapınakta darshan olarak bilinen ( Tanrıça ile buluşma ) seremonileri yapılıyor bunun belli  saatleri var. Ayakkabılarımı bir dükkana bırakıyorum, tapınağın dış kısmı oldukça kötü ve kirli ,en sonunda çıplak ayaklar ile ve epeyce bir mücadeleden sonra içeriye girmeyi başarıyorum ,ilerlemek zor ,kuyruk uzun , tapınağın içi daha iyi durumda ,çiçek ve tavus kuşu motiflere sahip yer kaplamaları var ,tütsüler , dua edenler eşliğinde Kali’ye ulaşıyoruz. Kali idolü tapınağın tam ortasında, yukarıya doğru bakıyorum , kubbe kısmında çok fazla işleme mevcut ,Kali’nin başında rahipler kutsama yapıyorlar.

Tanrıça Kali simsiyah bir nesne , üç göze sahip ,baş kısmı çiçekler ile kaplı ,epeyce uzun altın kaplama bir dili var,önünde durmak çok mümkün değil  , insanlar 21 Rupee verip dualar eşliğinde ayrılıyorlar ,bu kadarı bana yetti , kaosun içinde geri doğru uzaklaşıp, arada zoom ile bir iki fotoğraf çekip en sonunda kendimi dışarı atıyorum. Hindistan’da bazı Hindu tapınaklarında çoraplara müsaade edilmiyor ,ayaklarınız tamamen çıplak olmak zorunda ,benimkilerde haliyle epey bir karardı, su şişem ve ıslak mendil ile tabanlarımı temizleyip ,ayakkabılarımı bıraktığım dükkandaki vatandaşa 50 Rupee sıkıştırıp bu alandan hemen uzaklaşıyorum ve tekrar bir araç çağırıp bir sonraki hedefim olan Netaji bhawan’a geliyorum.
Kalküta’da uluslararası bir havalimanı var ve bu havalimanın adı Netaji Subhas Chandra Bose.Bengalli bir milliyetçi, bağımsızlık savaşçısı liderlerinden biri olan Bose ,1941'de Netaji Bhawan'daki ev hapsinden Berlin'e kaçar. Bundan sonra Alman denizaltısı U-180 ve Japon denizaltısı I-29 ile Japonya işgali altındaki Güneydoğu Asya'ya giderek Hindistan Ulusal Ordusu'nu örgütler ve Japon İmparatorluk Ordusu ile İngiliz’lere karşı savaşır. İkinci dünya savaşından sonra Gandhi ve Nehru’da bu evi ziyaret ederler , Bose’un kardeşine ait bu ev şu anda bir müze  ,içeri girdiğinizde sizi kaçma esnasında kullandığı araç karşılıyor , iki katlı bir bina ,asansör yok ,merdivenlerden ikinci kata çıkıyorsunuz , Netaji’nin tüm hayatı bu evde anlatılmış, ilk kat kendisinin ve kardeşlerinin yatak odası ve çalışma odalarından ibaret ,üst kat portreler ve hayatı boyunca yazdığı mektuplardan alıntılar var. Aynı zamanda Avrupa'ya ve Japonya'ya dönüş yolunu da göstermekte. Özellikle kardeşine muhtemelen bir daha görüşmeyeceklerini dair yazdığı bir mektup dikkatimi çekiyor. Bazı odalar 1940’lardaki halleri ile duruyor.Netaji Bhavan Hindistan ve Bengal bağımsızlığı açısından oldukça önemli bir nokta.


Bose’un evinden ayrılılıp,metro ile bir başka ev olan Raj Bhavan’a ulaşıyorum. Burası Batı Bengal eyaleti valisinin rezidansı, 1803’de koloni döneminde yapılmış ,1858’den -1911’e kadar Hindistan Valisinin de konutu olarak hizmet etmiş. Bu binanın hemen arkasında Kalküta Town Hall olarak bilinen belediye binası var bunun içinde bir tarih müzesi mevcut ,bu yapıda İngiliz döneminde kalma ve 1813 de inşa edilmiş.Town Hall’ün hemen arkasında gene koloni döneminden kalma bir yapı olan Kalküta yüksek mahkemesi var ,yayıldığı alan baya büyük , kırmızı bir renge sahip ,1862’de açılmış ve  Hindistan’daki en eski yüksek mahkeme olarak da biliniyor.
Koloni döneminin izlerini sürdüğüm bu alanda son noktam St. John's Church kilisesi oluyor.1767’de neo klasik tarzda inşa edilmiş ,içeride mini bir oda var burası Hindistan’ının ilk genel valisi Warren Hasting tarafından kullanılmış. Kilise Vaftizci Yahya'nın doğduğu tarih olan 24 Haziran 1787'de kutsanmış ve hizmete girmiş ,içi oldukça eski gibi, ama bakımlı, vitraylar, mermer işleri, ahşap oymalar ve tablolar var. İçeride dolanır iken dikkatimi çeken şeylerden biriside, Johann Zoffany'nin ”Son Akşam Yemeği" tablosu oluyor , Leonardo’nun ünlü başyapıtının bir kopyası olmasına rağmen, Zoffany resme Hint dokunuşları ekleyip ortaya ilginç bir eser çıkartmış. Bir önceki makalemde Kalküta’nın kurucusu kabul edilen Job Charnock’dan detaylıca bahsetmiştim, Charnock’un mozolesi kilisenin arkasında bahçede kalıyor. Altıgen şeklinde mozolenin içinde dört adet siyah yazma tablolar var , yerde de dikdörtgen olarak işaretlenmiş Charnock’un gömüldüğü alanı da görebiliyorsunuz. Bu bahçede Black Hole Monument adında bir anıt daha var ,aslen John Hollowell tarafından Black Hole trajedisinde ölen tüm İngilizlerin anısına inşa edilmiş. İlk Kalküta makalem ’dede ifade etmiştim, dönemin Nawab’ı Fort William’a saldırır ve yaklaşık 146 İngiliz'i esir alır ,bu mahkumların hepsi kale’de havalandırması olmayan çok küçük bir odada hapsedilir ,ertesi gün kapı açıldığında sadece 23 kişinin hayatta kaldığı ve geri kalanının vefat ettiği anlaşılır. John Hollowell hayatta kalanlardan birisidir ve o gece ölenlerin anısına bu anıtı inşa ettirir.
Bugün epeyce bir yer dolandık , enerjimizi toplama zamanı, yemek için Muglai restoranlardan birisi olan Nizam's için Aziz John kilisesinden 2 km kadar yürüyoruz.Nizam’s restoranının bir iddiası var ,daha önce bahsettiğim Kathi Roll’un mucidinin kendilerinin olduğunu yazmışlar, bu nedenle bir tane Kathi Roll söylüyoruz , üzerine mutton şiş kebap sipariş edip yoğun baharattan iliklerimize kadar terliyoruz.Nizam yemek olarak bizden geçer puan alıyor ,rakam olarak ’da uygun bir yer ,ancak hijyen maalesef yetersiz ,bir süre dinlendikten sonra hediyelik eşya bakmak için tekrar Hoggs market deyiz.Hindistan’da bir gün geçirmek başka ülkelerde  geçirilen otuz güne eşit inanılmaz yoruldum , bu yazıyı yazmak bile benim için ipte yürümek gibi zor.Hindistan’ın durumunu olduğu gibi, sansürlemeden, yargılamadan aktarmaya çalışıyorum ancak bu evreni anlamak, anlatmak imkansıza yakın ,ne kadar başarılı olduğumu siz değerli okuyucularımın takdirine bırakıyorum.
Seyahatlerim ile ilgili güncel paylaşımlara erişmek isterseniz instagram ve youtube ‘da yolbizigozler hesaplarını takip edebilirsiniz.
  Not:Bu makale ’de adı geçen yer ve marka isimleri sadece bilgilendirme ve kişisel deneyimi yansıtma amacı ile paylaşılmıştır, reklam değildir.