Yazının sonunda söylenecek lafı en başta söyleyeyim. Biz sizin posta güvercininiz değiliz… (Muhatapları anladı…)
Mesleğimizin doğası gereği çok sayıda insanla temas hâlindeyiz. Toplumun her kesiminden, farklı karakter ve donanıma sahip bireylerle yollarımız kesişiyor. Onlardan edindiğimiz bilgileri süzgeçten geçirip sizlerle paylaşmak gibi bir sorumluluğumuz var. İşte bu süreçte dikkatimi çeken ve artık neredeyse bir salgın hâline gelen bir durumu sizinle paylaşmak istiyorum.
Son zamanlarda en çok karşılaştığım şeylerden biri şu: Aynı kurumda, aynı ekibin içinde yer alan insanlar, birbirini durmadan birilerine şikâyet ediyor. İş birliği içinde çalışması gerekenler, birbirlerinin ayağına çelme takmak için fırsat kolluyor ve ne yazık ki medyayı bir baskı aracı, bir tehdit unsuru gibi görüp, bize ulaşarak mesnetsiz iddialar öne sürüyorlar. Gerçekle ilgisi olmayan olayları sanki yaşanmış gibi anlatıyorlar. Bu hem bireysel hem de toplumsal bir problem hâline gelmiş durumda. Her duyduğumuza balıklama atlasak, adliye koridorlarının müdavimi oluruz.
Geçtiğimiz günlerde yaşadığım bir olay bu yazının ilham kaynağı oldu. Ortada hiç yaşanmamış bir durumu, olmuş gibi ballandıra ballandıra anlatanlar çıktı karşıma. Onlar, bu uydurma hikâyenin bana ulaşmayacağını sanmış olacaklar ki, dillerine geleni söylemişler ama sağ olsun, konunun tam içinde yer alan bir yetkili dostum, olayın aslını harfi harfine aktardı da hakikat ortaya çıktı. Meğer mesele, küçük hesaplar peşinde koşan birkaç kişinin uydurduğu senaryolardan ibaretmiş.
İnsanları itibarsızlaştırmayı kendine görev edinen, asalak gibi kurumların içinde dolaşıp huzur bozan bu kişiler, başkalarının emeğiyle geçinmeye alışmış. Üstelik dürüstçe çalışanları, sanki bir dolap çeviriyormuş gibi göstermeye kalkışmaları da işin en acı tarafı. Hakkıyla iş yapanları hedef tahtasına koymak ne yazık ki bazılarına hem kolay hem de kazançlı geliyor.
Bu tür insanlar için medya, bir hak arama aracı değil; bir tehdit, bir şantaj kapısı gibi kullanılıyor. Ancak unutulmamalıdır ki hakikat geç de olsa mutlaka ortaya çıkar ve atılan iftira, sahibine eninde sonunda geri döner. Medyayı yanlış bilgilerle yönlendirmeye çalışanlar, aslında kendi güvenilirliklerini yitirdiklerinin farkında bile değiller.
Bazen düşünüyorum; birileri bu tür insanlara, iş üretmenin, emek vermenin, alın teriyle ayakta kalmanın ne demek olduğunu anlatmamış olabilir mi? Belki de hiç sorumluluk almamış, hep bir başkasının sırtından var olmuşlar. Bu yüzden başkalarının başarısı onlara batar olmuş. Çünkü kendileri üretmiyor, sadece tüketiyorlar.
Bir ekip içinde güven esastır. Eğer insanlar birbirini sürekli şikâyet ederek ayakta kalmaya çalışıyorsa, orada ne verim olur, ne gelişim. Güvensizlik ortamı önce ekip ruhunu, sonra kurumun tüm dinamiklerini çökertir. Oysa dayanışma içinde çalışan ekipler her zaman başarıya daha yakındır.
Şikâyet kültürünü alışkanlık hâline getirenler, farkında olmadan kendi yolunu da tıkar. Çünkü bir süre sonra kimse onların sözünü ciddiye almaz. Sürekli başkalarını kötüleyen birinin güvenilirliği kalmaz ve en kötüsü, gerçekten haklı bir durumda seslerini duyurmak istediklerinde kimse onları dinlemez. Tıpkı yalancı çoban hikâyesinde olduğu gibi.
Bu mesele, sadece bireysel değil; kurumsal bir sağlıksızlığın da göstergesidir. Kurumlar, çalışanları arasındaki bu tür dedikodu ve iftira mekanizmalarını erken fark edip önlem almazsa, içten içe çürür. Bir süre sonra, dışarıdan ne kadar parlak görünürse görünsün, içeride bir çöküş başlar.
Çözüm çok basit ama bir o kadar da zor: Şeffaflık, dürüstlük ve adalet. Bu üç ilke, kurum içi huzurun teminatıdır. İnsanlar fikirlerini açıkça söyleyebildikleri, adaletin herkese eşit uygulandığı ve emeğin takdir edildiği ortamlarda iftiraya gerek kalmaz. Çünkü orada güven vardır, güvenin olduğu yerde ise huzur eksik olmaz.
Medya olarak biz, her bilgiyi olduğu gibi kabul etmeyiz. Her söyleneni haberleştirmeyiz. Söyleyenin kim olduğu kadar, söylediğinin ne kadar doğru olduğu da önemlidir. Bu nedenle medya mensuplarını, dedikodu aracı gibi görmek isteyenlere bir kez daha hatırlatmak isterim: Bizim görevimiz hakikati aktarmaktır, kişisel hesaplara alet olmak değil.
İnsanlar, kendi değerini başkalarını küçülterek değil, kendini geliştirerek göstermeli. Başkalarının önünü kesmeye çalışmak yerine, kendi yolunu açmaya uğraşmalı. Unutmayın, başkasını karalayarak değil; çalışarak, üreterek ve dürüstçe yaşayarak kazanılır saygınlık.
Şunu da ekleyeyim; AŞK’a giden tüm kapılan ardına kadar açıktır. AŞK’ın bir de şikâyet kapısı vardır ancak o kapı kapalı olduğu için vuslat bir başka bahara kalır…
Sevgiyle kalın…
GÜZEL CÜMLELER
Minicik aklınla nizam-ı âlemi bozamazsın. O AŞK’ın sistemidir.