KÜTAHYA'NIN PINARLARI KURUYOR

Dünkü yazımın bir bölümünde, iklim krizi nedeniyle yaşanabilecek olası durumlar hakkında kısa da olsa bilgiler vermiştim.

Küresel ölçekte etkilerini hissettiren iklim krizi, Kütahya gibi şehirlerde de önemli sonuçlar doğurmakta. Mesela, bilim insanları 2030 sonrası, (çok da uzak değil 5 yıl sonra) bin 500 rakım yüksekliğin altında kalan yerlere kar yağmayacak diyor.

Bilmeyen varsa yazayım, Kütahya'nın rakımı (deniz seviyesinden yüksekliği) 970 metre olarak kayıtlara geçmiştir. Kütahya'nın 2 bin 120 rakımlı en yüksek dağı Simav'da Akdağ olarak bilinmektedir. 

Kütahya, çok da olmasa kısmen tarımsal üretim yapan bir ildir. İklim değişikliği nedeniyle, yağışlarda görülen düzensizlikler ve sıcaklık artışları, tarımsal üretimimizi de olumsuz yönde etkileyecektir.

Özellikle su kaynaklarının azalması, sulama faaliyetlerini zorlaştırarak verim kayıplarına yol açabilir. Yerin altından akıp giden su kaynakları düşünülürse bu büyük bir saçmalıktan başka bir şey değildir. Neden su akar da biz bakarız, anlamış değilim.

Kütahya’nın doğal güzellikleri arasında yer alan Domaniç Ormanları ve çevredeki biyolojik çeşitlilik, iklim değişikliği ile tehdit altında. Artan sıcaklık ve azalan yağışlar, orman yangınlarının artışına ve hassas türlerin yok olmasına neden olabilir.

İklim krizi, Kütahya’nın sosyal, ekonomik ve ekolojik yapısını tehdit eden ciddi bir sorun olarak ön plana çıkıyor. Ancak bu soruna karşı zamanında alınacak önlemler ve yapılacak yatırımlar, Kütahya’nın geleceğini güvence altına alabilir.

Bildiğim kadarıyla Kütahya Belediyesi bu konuda çalışmalara başladı. Sayın Eyüp Kahveci de bunu sıkça dile getiriyor. Bu sevindirici bir gelişme.

Doğru stratejilerle, Kütahya hem iklim krizinin etkilerini azaltabilir hem de bu süreci bir fırsata dönüştürebilir. Yazıma başlık olan Kütahya'nın Pınarları da akmaya devam eder...

PORTAKAL VE LİMONLA FABRİKALAR YAPMAK

1838 yılında imzalanan Balta Limanı Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere arasındaki ticari ilişkilerde büyük bir dengesizlik yaratmıştı.

Anlaşma gereği İngiliz malları Osmanlı topraklarına yüzde 1 gümrük vergisiyle girerken, Osmanlı malları İngiltere’de yüzde 12 gümrük vergisine tâbi tutuluyordu.

Bu anlaşmayı, Osmanlı döneminin sadrazamı Mustafa Reşit Paşa imzaladı. Neden imzaladı? O günün şartlarına göre bakıp ayrıca yorumlamak lazım.

Yıllar sonra, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, ekonomik bağımsızlığı sağlamak ve sanayileşme hamlesini başlatmak amacıyla Ruslarla iş birliği yaptı.

Bu kapsamda Bursa Merinos, Nazilli Dokuma, Kayseri Dokuma, Ereğli Demir-Çelik gibi önemli fabrikalar kuruldu. Fabrikaların maliyetini karşılamak için ise genç cumhuriyet döneminde fidanlık müdürlüklerinde yetiştirilen portakal, limon ve mandalina gibi ürünler kullanılarak borçlar ödendi.

1838’den cumhuriyet dönemine kadar süregelen ve İngiltere ile olan tekstil ticaretimizdeki dış açık, 1930 yılından sonra tamamen sona erdi.

Bunun başlıca sebebi, yerli üretimi desteklemek amacıyla kurulan Sümerbank’ın faaliyetleriydi. Atatürk, yerli ve milli üretimin de babasıdır vesselam...

İNGİLİZLERİN DİN OYUNU

Kapitalist İngiltere, kendine eksikli bırakamadığı Türkiye Cumhuriyeti'ni, çeşitli ayak oyunları ile Osmanlı döneminde olduğu gibi yine diz çökertmeye çalışıyordu.

Bu nedenle İngiltere, 1925 yılında Şeyh Sait İsyanı’nı organize ederek Türkiye’nin iç huzurunu hedef aldı.

Mustafa Kemal Atatürk, bu duruma güçlü bir şekilde karşılık verdi ve 1 Ocak 1926’da Takrir-i Sükûn Kanunu’nu yürürlüğe koydu. Neydi bu kanunun amacı? Paşa bu kanunu din düşmanı olduğu için mi çıkarttırdı? Olayların iç yüzünü bilmeden ne de güzel alet olanlar var...

Neyse konumuza dönelim, bu kanunla Şeyh Sait gibi örgüt kuranların, bu örgütlere girenlerin, “dini, dince kutsal sayılan değerleri” kullanarak devletin şeklini değiştirmeye, iç güvenliği bozmaya, halk arasında fesat çıkarmaya sözlü, yazılı ve eylemli olarak katkıda bulunanların da vatan haini sayılacaklardı.

Bu kanundan önce de 30 Kasım 1925'te tekke, zaviye ve cemaatler kapatılmıştı. Tekke ve zaviyelerin başında bulunanlar, siyasal amaçlarla ve çoğu kez dini siyasete âlet ederek masum vatandaşları suça yöneltiyorlardı.

İngilizlerin en sevdiği taktik, din üzerinden insanları kandırmak, istediği politikaları bu sayede rahatça uygulamaktır.

Bu durum 2025 yılına az bir süre kala hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Ayrıca çok sevdiğim Osman Buharalı ağabeyimin katkısı ile şu bilgiyi de size aktarayım. National War Museum'da Lawrence'in fotoğrafının altında "Arapları Osmanlı'nın egemenliğinden kurtaran adam" yazar. Araplar da bu durumdan gayet memnunlar...

Sevgiyle kalın...

İngiliz ajanı Thomas Edward Lawrence'i işaretledim.

GÜZEL CÜMLELER

Birçok insan düşündüğünü sanır, aslında yaptıkları sadece önyargılarını yeniden düzenlemektir. WILLIAM JAMES