Liyakat kelimesi Arapça olup "layık olma, uygun olma, yakışma" anlamlarına gelir.
Liyakatli olmak, yaptığı işe uygun olmak, yetenekli ve ehil olmak demektir.
Bir kişinin aldığı eğitim, sahip olduğu bilgi ve beceri ve daha önceki hayatında elde etmiş olduğu deneyim onun liyakatli olup olmadığını gösterir.
Kişi yapacağı işe uygun bir eğitim almışsa, bu konuda farklı görevler üstlenerek tecrübe elde etmişse, daha önceki görevlerinde başarılı olmuş ve hem çalışma arkadaşlarıyla hem de hizmet verdiği kişilerle iyi ilişkiler kurabilmişse bu kişi için liyakatten söz edilebilir.
Görevlendirmeler liyakat değil de başka kıstaslara göre yapılırsa kurumun rekabet gücü giderek zayıflar, kurum hantal bir yapıya bürünür, verimlilik ve hizmet kalitesi düşer.
Anayasa ve yasalarımızda, kamu yönetiminde liyakatin esas alınmasına dair hükümler bulunsa da çeşitli sebeplerle kayırmacılık yapılarak nice liyakatsiz insanın hak etmediği makama geldiğini görmüşüzdür.
Hâl böyle olunca sorunlar azalacağı yerde artmış, dertler tükeneceği yerde çoğalmıştır.
Herkes bilir ki liyakatsiz insanların iş başında olduğu ve liyakatin esas alınmadığı her kurum, bir gün bir yerde duvara toslar.
Yanlış veya hatalı uygulamalar uzun bir süre devam ettiği zaman herkes bu uygulamaların doğru olduğunu düşünmeye başlar. Siz yanlışlığı düzeltmeye kalktığınızda ise “Eski köye yeni âdet mi getiriyorsunuz?” diye başlayan ve “Doğrusunu bir siz mi biliyorsunuz?” cümlesiyle biten bir tepkiyle karşılaşırsınız.
Liyakatin göz ardı edildiği bir yönetimden, liyakatin esas alındığı bir yönetime geçiş çoğu zaman sancılı olur; çünkü hak etmediği koltuklarda oturanlar, bu koltuğu terk etmemek, haksız menfaat temin edenler bu menfaatlerini kaybetmemek için her yolu denerler.
Büyük Selçuklu veziri Nizamü’l-mülk Siyâsetnâme olarak da bilinen Siyerü'l-mülûk adlı eserinde herkesin liyakatince istihdam edilmesi gerektiğini söyledikten sonra âlimlerin sözünü hatırlatır: “Liyakatli ve tecrübeli bir köle, bin evlattan evlâdır."
Devlet yönetiminde kişilere verilen görev ve makamlar birer emanettir; ehline verildiği zaman toplum huzur ve refah bulur, ehline verilmediği zaman huzursuzlukların, kavgaların, hırsızlıkların ve yolsuzlukların sebebi olur.
Kur'ân-ı Kerîm'de Nisâ sûresinin 58. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyruluyor: "Şüphe yok ki Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor."
Emanetleri ehline vermek ve adaletle hükmetmek...
Tarih bize göstermiştir ki insanlığın huzur ve saadeti bu iki şeyin varlığı veya yokluğu ile kazanılmış veya kaybedilmiştir.