Kochi’den kalkan trenimiz ile 15 saatlik bir yolculuk sonucunda Karnataka eyaletinin önemli kenti Mysore ulaştık.Bu şehrin adı ile ilgili bir karmaşa var ,Mysore ismi, yerel Kannada dilinde "Mahiṣa'nın meskeni" anlamına gelen Mahiṣūru'nun İngilizceleştirilmiş hali.Ancak bu kelimenin orijini Hindu mitolojisindeki efsanevi bir iblis olan Mahishasura'dan gelmekte.Mahishapura daha sonra Mahisūru (hâlâ kraliyet ailesinin kullandığı bir isim) olmuş ve sonunda İngilizler tarafından Mysore olarak adlandırılmış. Ekim 2014'te alınan bir karar ile kentin adı Mysuru olarak değiştirilmiş.
Mysuru’nun tarihine baktığımızda kısaca 5 dönem görülüyor. Antik zamanlarda Mysuru’nun geçmişi MÖ 2. yüzyıla kadar gidiyor. Gangas, Cholas ve daha sonra Hoysala gibi çeşitli hanedanların yönetimi altında kalmış. Sonraki dönemde Mysore'un en önemli krallığını 1399'da Wodeyar'lar kurmuş.Wodeyar’lar Mysore'u küçük bir prenslikten güçlü ve kültürel açıdan zengin bir devlete dönüştürmüşler ,sanatın, mimarinin ve eğitimin koruyucusu olmuşlar ve ünlü Mysore Sarayı ve Dasara festivali Wodeyar saltanatının bu kente bıraktıkları önemli kültürel mirasları olmuş.15 Haziran 1735’de Wodeyar hanedanından olan 7 yaşındaki Krishnaraja II taç giyer ve 1724'ten 1746'ya kadar Mysore'un sorumluluğunu üstlenen Dalvoy’ların kontrolü altında hüküm sürer.
Devarajaiya'nın gücünün azalması ve sonunda vefatının ardından, bir diğer dalvoy olan Haydar Ali, 1761'den 1782'deki ölümüne kadar Mysore'un fiili hükümdarı olarak görev yapar.1782 yılında İngilizler ile yapılan muharebeler esnasında Haydar Ali kanserden vefat eder ve oğlu,Mysore Kaplanı olarak da bilinen Tipu Sultan yeni Mysore hükümdarı olur.Tipu Sultan’ın hayatını Kalküta makalemde detaylıca vermiştim özellikle Anglo-Mysore Savaşları'nda İngiliz sömürge güçlerine karşı ciddi direniş gösteren, demirden roket topları yaptıran ,1799’da İngilizler ile olan Srirangapatna Muharebesi'nde cephede vefat eden, Mysore tarihine derin izler bırakan çok önemli bir hükümdar.
Tipu Sultan’ın vefatının ardından Mysore’un yeni hükümdarı Krishnaraja III olur ve neticede İngilizler Wodeyarları kendi egemenlikleri altına alırlar ve Mysore, Britanya Hindistanı'na bağlı kısmi özerkliğe sahip bir prenslik devleti haline gelir.Wodeyarların (özellikle Krishnaraja Wodeyar IV) atılımcı yönetimleri altında, Mysore Hindistan'daki en başarılı prensliklerinden birisi olur ve sıklıkla "model prenslik" olarak nam salar. Modern zamanlar olan 1947'lere geldiğimizde bağımsızlık ülkenin kapısını çalar ve Mysore Hindistan Birliği'ne katılarak Karnataka eyaletinin bir parçası olur.
Uzun tren yolculukları bir miktar yorucu, gece iyi uyumama rağmen yeterli konforunuz haliyle tam olmuyor. Tren Garı’ndan çıkıyoruz , Mysore JN bana biraz düzensiz geldi, çevre planı ,giriş ve çıkışlar şaşırtıcı derecede kaotik ,bu tip görüntüler New Delhi,Mumbai gibi devasa şehirler için normal ancak Mysore gibi 1 milyonluk kentler için olmaması gerektiğini düşünüyorsunuz ,fakat burası Hindistan ve beklenmeyen sizi sürekli olarak bekliyor .
Konaklayacağımız otele doğru yürümeye karar veriyoruz.Mysore’da otel fiyatları genel Hindistan ortalamasının biraz üzerinde, bu nedenle ekonomik, fiyat/performans oteli bulmak biraz beni uğraştırmıştı. Yarım saatlik yürüyüş sonunda kalacağımız yere ulaşıyoruz ,checkin işlemlerinden ardından odamıza çekilip, kısa bir süre dinlendikten sonra dışarı adımımızı attık.Güney Hindistan’da nereye giderseniz gidin rahatsız edici bir sıcak ve nem var.
Yazımın girişin dede uzun uzun değinmiştim ,Mysore zengin bir tarihe sahip ve 1956'ya kadar yaklaşık altı yüzyıl boyunca Wodeyars Saltanatının ve Karnataka eyaletinin kültürel başkenti olmuş.Bu kent ’de ziyaret edeceğimiz ilk nokta bu kültürel mirasın en iyi temsilcilerinden birisi olan Mysore sarayı. Bir zamanlar Mysore'un kraliyet ailesinin iktidar merkezi ve ikametgahı olan saray şu anda bir müze olarak hizmet vermekte. Bir müze olmasına rağmen saray hala kraliyet Wodeyar ailesinin resmi ikametgahı ve 2015’de Maharaja olan Yaduveer Krishnadatta Chamaraja Wadiyar’a ev sahipliği yapmakta yani özetle bu sarayda sembolikte olsa hala bir Maharaja var.
En sonunda saraya ulaşıyoruz ,ancak oturduğu alan epeyce bir büyük ,ana giriş kapısını bulmak için bir süre dolandıktan sonra bilet ofisinden biletimizi alıp içeriye giriyoruz.Amba Vilas olarak da bilinen Mysore sarayının adı Hindu Tanrıçası Amba'dan gelmekte ve Hindistan'da ziyaret edilen en önemli saraylardan birisi ve her yıl 6 milyondan fazla kişi burayı ziyaret ediyormuş ve bu da onu Tac Mahal'den sonra Hindistan'daki en popüler seyahat yerlerinden biri yapıyor.
Mysore Sarayı ilk olarak 14. yüzyılda Yaduraya Wodeyar tarafından inşa edilmiş, ve 1897’de saray kısmen yanmış , yeni ve şu andaki mevcut Mysore Sarayı 1897'den 1912'ye kadar 30 milyon ABD doları maliyetle İngiliz Henry Irwin mimarlığında yeniden inşa edilmiş. Saraya girer girmez, ilk dikkatimi çeken şeyler, Wadiyar hanedanının Sanskritçe yazılmış sloganı olan “Asla Korkmayan” amblemini taşıyan Mysore Sarayı'nın giriş kapısı kemeri ve Hindu, Babür,Rajput stillerinin mükemmel bir karışımı olan kubbeleri oluyor. Kubbeler mermerden yapılmış ve yapının geri kalanı granit ile kaplanmış. Tüm yapı, yaklaşık 45m uzunluğundaki beş katlı kulelerle desteklenmekte.
Mysore Sarayı'nın zarif mimarisi Hindu, Müslüman ve Gotik stillerden unsurları bir araya getirmiş. Sarayın duvarları ve tavanları karmaşık tasarımlara sahipken, sütunlar bölgenin kültürel mirasını yansıtan resimler, oymalar ve duvar resimleriyle süslenmiş. Halka açık odalarda süslü avizeler, mermer zeminler ve kadife perdeler var. Ayrıca, özel odalarda karmaşık oyma ahşap mobilyalar ve ipek duvar halıları gibi zarif mobilyalar da bulunmakta.
Sarayın diğer çarpıcı bir özelliği de renkli vitray pencereler kullanılmış.65.000 m2 karelik bir alana yayılmış olan sarayın dört girişi var ,Doğu Girişi: Jaya Maarthaanda Kapısı olarak bilinirmiş ve Durbar Salonu'na giden sarayın ana kapısı , burada Mysore Krallığı'nın hikayesini anlatan karmaşık oymalar ve resimlerle dolu bir kemeri vardı.Batı Girişi: Lord Vishnu'nun avatarından adını alan Varaha Kapısı olarak bilinmekte. Hindu tanrılarının oymaları ve Lord Varaha’nın büyük bir heykeli vardı, burası aynı zamanda en eski girişlerden birisiymiş. Kuzey Girişi: Jayarama Kapısı olarak biliniyormuş ve düğün salonuna (Kalyana Mandapa) açılıyor ,vitray pencereleri karmaşık oymaları ve sütunları ile etkileyici idi. Güney Girişi: Burası Balarama Kapısı olarak bilinirmiş ve kraliyet ailesi tarafından saray bahçelerine erişim için kullanılmış, kemerinde bölgenin vahşi yaşamını tasvir eden çeşitli hayvanların oymaları vardı.
Sarayın kapıları tik ağacından yapılmış ve yaklaşık 20 cm kalınlığında idi. Durbar Salonu'nun oyma ahşap tavanı yaklaşık 200 ton ağırlığında olup süslü sütunlarla desteklenmiş. Saray’da dört tane müze var : Nadir eserler bölümünde antika silahlar, mobilyalar ve silahlar vardı, Portre Galerisinde 15. yüzyıldan günümüze kadar kral ve kraliçelerin portreleri de dahil olmak üzere Wodeyar Hanedanlığı'nın soyunu sergilenmekteydi , Müzik Enstrümanları Galerisinde ise çok çeşitli Hint ve Batı müzik enstrümanlarını vardı. Son olarak kostüm Galerisinde ise Kraliyet ailesinin geleneksel kıyafetleri ve mücevherleri sergilenmekteydi. Sarayın bahçeleri de oldukça dikkat çekiciydi , Dev bambular ,egzotik bitki türleri ve zarifçe düzenlenmiş çimler göz dolduruyordu. Sarayın dış cephe kısmında her pazar akşamı yakılan yaklaşık 97.000 ampul var , bu lambalar yanınca görsel bir şölen ortaya çıkıyor.
Özetlersem şu ana kadar Hindistan’da ziyaret ettiğim en iyi Saray’dı diyebilirim ,hatta Dünyada örneklerini gördüğüm bir çok saray ile yarışır( Versay,Hermitage vs gibi ).Saray’da görkemi, ihtişamı ve mimarisi ile beni en çok büyüleyen yerler açık ara Genel ve Özel Durbar Salonu ve Kalyana Mandap oldu.Genel Durbar’daki sütunlar ile kemerlerin simetrisi inanılmazdı, eğer Güney Hindistan’a geliyorsanız ve bu tip saraylara meraklı iseniz Mysure muhakkak rotanızda bir yerlerde olmalı.
Mysore sarayındaki bu keyifli gezimizi tamamlayıp saraydan ayrılıyoruz, sarayın hemen yanında Trinayaneswara Tapınağı’na geçiyorum.
Bu tapınak saraydan, hatta Wodeyar hanedanından bile daha eskiymiş ,Mysore’daki en eski Şiva Tapınağı ve kökeninin M.S 9 Yüzyıla gittiği düşünülmekte. Ana girişinde Güney Hindistan’a özgü sarı bir kule olan, Gopuram’dan geçiyorsunuz. Bu tapınağın ana Tanrısı Vedamurthy idi, kısaca içeriye dolaştıktan sonra ,tapınaktan ayrılıp Mysore’un en ünlü pazarı olan Devaraja market’e hareket ediyorum. Devaraja pazarı şehrin kalbi ve Mysore'un eşsiz atmosferini hissetmek için yapılacak en iyi şeylerden birisi bana göre. Bu canlı çarşı Hindistan’ın her yerinde olduğu gibi tam bir kaos ve fotoğraf çekmek için mükemmel bir yer.
Pazar’ın bir bölümü tamamen çiçeklere ayrılmıştı, Kalküta’daki çiçek pazarı kadar olmasa da, çiçeklerin oluşturduğu karışık kokulara yoğun bir şekilde maruz kalmak keyifli bir deneyim. Bunun dışında Pazar’da sandal ağacı sabunu, tütsü,ipek sariler, hediyelik eşyalar ve meyve vs gibi şeyleri de bulabiliyorsunuz. Pazarda bir süre daha dolandıktan sonra bir sonraki noktam olan Mysore’s Rail Museum’a geçiyorum.1979 yılında Hindistan Demiryolları tarafından kurulan Mysore Demiryolu Müzesi, Hindistan demiryollarının zengin tarihini ve gelişimini sergiliyor. Delhi’deki Ulusal Demiryolu Müzesi'nden sonra türünün ikinci örneği.Müze, Hindistan'ın demiryolu tarihinin ilgi çekici bir keşfini bize anlatıyor ve Hindistan'daki demiryollarının evrimini gösteren çeşitli trenler, fotoğraflar ve resimler ile bezenmiş.
Müze, eski trenler, demiryolu sinyalleri ve aydınlatmaları sergileyerek demiryollarının teknolojik ilerlemesi ve kültürel önemi hakkında ayrıntılı bir görünüm veriyor. Bu arada çocuklar için aktif çalışan oyuncak bir trende hizmet vermekteydi. Müze’de benim şahsi olarak dikkatimi çeken şeyler söyle idi : Demiryollarının tarihini tasvir eden çeşitli resim ve tabloların yer aldığı Chamundi Galerisi başarılıydı, bunun yanında geçmişte Mysore Maharaja'sı tarafından kullanılan iki adet gösterişli kraliyet vagonu ve Maharaja’nın eşi Maharani'ninde 1899'dan kalma salon vagonundaki bir mutfak, yemek vagonu ünitesi ve tuvaleti kraliyet ailesinin abartılı seyahat tarzı hakkında bana epeyce bir fikir verdi. İlginç şeylerden biriside başlangıçta bir otomobil olan Austin marka bir aracın 1925'te bir yol vagonuna dönüştürülmüş hali idi, gerçekten üzerinde baya emek harcanmış, dışardan baktığınızda bildiğiniz bir arabaya benziyor.
Akşam olmak üzere demiryolu müzesindeki gezimiz sonlandı,Mysore’daki ilk günümüzü tamamlamış olduk.Pitstop yapma zamanı ve yemek için ,Vinayaka Mylari restoranına gidiyoruz, buranın spesiyali Mysore usulü baharatlı masala dosa, daha önceki makalelerimde dosayı detaylıca anlatmıştım ,bu yemeğin anavatanı Güney Hindistan.Masala dosamız devasa bir muz yaprağının içinde geldi , yanında Hindistan cevizi chutney birlikte servis edildi ,Masala Dosa lezzeti ile bizden tam puan almayı başardı. Vinayaka’dan sonra bugünkü son durağımız Madhushahi Samosa Centre oluyor , burası dışarıdan ilk baktığınızda zihninizde kötü bir izlenim bırakabilir, ancak önünde inanılmaz bir kuyruk vardı ve samosa’ları çok başarılı idi.
Mysore’da ikinci güne merhaba diyoruz. Otel’de kahvaltı için menüden seçim yapıyorsunuz ve odaya servis ediliyor , yani otelin bir restoranı yok , kahvaltımızı yaptıktan sonra yola koyuluyoruz gideceğimiz yer 16 km mesafedeki kanlı bir tarihin üstüne oturan ve Cauvery Nehri üzerindeki bir adada olan Srirangapatna.Burası geçmişte Haydar Ali ve Tipu Sultan'ın gücünün merkeziymiş ve 18. Yüzyılda bu kasaba fiili olarak bir başkent olarak hizmet vermiş ,ilk olarak Ranganatha Swamy tapınağını ziyaret ediyoruz, Hindu tanrısı Ranganatha'ya adanmış ve Tapınaktaki bir yazıt, Batı Ganga hanedanının bir kolu olan Tirumalaiah adlı yerel bir şef tarafından MS 984'te inşa edildiğini ortaya koyuyormuş.
Tapınak’dan sonra, İngiliz mahkumlar için inşa edilen Albay Bailey zindanını ziyaret ettik,Haydar Ali ve Tipu Sultan tarafından yapılan Anglo-Mysore Savaşları sırasında esir alınan tüm İngiliz subaylarının hapis edildikleri yer burası. İlginç olan nokta şu ,Albay Bailey, ikinci Anglo-Mysore Savaşı'ndaki Pollilur Muharebesi'nde ( 1780 ) Tipu'nun eline düşer ve Srirangapatna zindanına haps edilir. Albay William Bailey ,hapishane şartlarının çok ağır olmasından dolayı 1782'de bu zindanda vefat eden tek İngiliz Subayı olur ve zindana William Bailey’in adı verilir.
Zindandan sonra Tipu Sultan ve ailesinin ebedi istirahatgahı olan Gumbaz Türbesi’ne geçiyoruz. Türbe Tipu Sultan tarafından yaptırılmış ve 1799'da Srirangapatana'nın İngilizler tarafından ele geçirilmesinden sonra buraya defin edilmiş. Babası Haydar Ali ve annesi Fakhr-Un-Nisa’nın mezarları da bu türbede bulunmakta. Türbenin hemen yanında 1794’de Tipu tarafından yaptırılan Masjid-e-Ala olarak bilinen Cuma camisi var, iki büyük sekizgen minareye sahip görkemli bir yapı.
Minareler, ön tarafta açık bir avluda bulunan yüksek bir platformun üzerine yükselmekte. Cami’nin içindeki salonunun duvarlarında Allah (C.C) 'unun 99 ismi yazılıydı, duvarları, tavanları Farsça yazıtlar ve süslemelerle iyi bir şekilde dekore edilmişti. Cami’nin minarelerinin tepesine 200 basamağı arşınlayarak çıkabiliyorsunuz.
Türbeden ayrılıyoruz, hemen çıkışta Albay Bailey’e adanmış bir anıt görüyoruz ve 3 km ileride bulunan,1784’de yapılan Tipu Sultan’ın yazlık sarayı Daria Daulat Bagh’a ulaşıyoruz. Saray, Hint-Sarazen mimarisinde inşa edilmiş ve Sultan'ın en sevdiği dinlenme yeriymiş. Saray’ın genel durumu çok iyi gözükmüyor baya hırpalanmış gibi , çok restorasyon yapılmış gibide durmuyor ,sarayın en iyi noktası duvar freskleri idi ,bu resimlerde savaş sahneleri, İngiliz ve Fransız subayları, Tipu Sultan ,ve geri kalanlar tasvir edilmişdi.
Ayrıca, Sir Robert Ker Porter'ın 1800 yılında yaptığı ve Sringapatana'nın son düşüşünü sergileyen ünlü yağlıboya tablosu “ Srirangapattana'nın Fırtınası ” bu sarayın önemli eserlerinden birisiymiş. Bunun yanında saray’da Tipu dönemine ait savaş silahlarını, resimleri ve paraları sergileyen birde müze vardı.
Bu bölgedeki son durağımız Lord Harris’in evi oluyor, burası aynı zamanda Doktor'un Bungalovu veya Puraniah'ın Bungalovu olarak da bilinmekte. Bu ev, 1799'da Srirangapatna kuşatmasından sonra General Harris'in konutu olarak hizmet vermiş ve daha sonra Subay karargahı olmuş.Mysore’daki son günümüzü Srirangapatna’da tamamladık, artık ayrılma zamanı, Trenim Mysuru Express ile Karnataka’daki bir diğer hedef noktam olan Hassan kasabasına doğru hareket ediyoruz.Seyahatlerim ile ilgili güncel paylaşımlara erişmek isterseniz instagram ve youtube ‘da yolbizigozler hesaplarını takip edebilirsiniz.
Not:Bu makale ’de adı geçen yer ve marka isimleri sadece bilgilendirme ve kişisel deneyimi yansıtma amacı ile paylaşılmıştır, reklam değildir.