NÂDAN VE NÂDANLIK

Dilimize Farsçadan giren “nâdan” kelimesi, “cahil, bilgisiz” anlamının yanında “anlayışsız, görgüsüz, kaba” anlamlarına da gelir.

 

Nâdanlık sadece erkeklere özgü olmayıp kadınlar arasında da oldukça yaygın bir karakterdir. Hemen hemen herkes, hayatının bir noktasında sevimsiz bir nâdanlığa tanıklık etmiştir. Yine herkesin mahallesinde, sokağında, iş yerinde, çevresinde yakından tanıdığı kadın veya erkek mutlaka bir nâdan vardır.

 

Nâdanlar toplumun en sevilmeyen kişileridir. Aklıselim insanlar onlardan uzak durmaya çalışırlar, fakat çoğu zaman bunu başaramazlar. Çünkü nâdan sülük gibi yapışkan biridir. Sizin ondan uzak durmak istediğinizi bilmesine rağmen dibinize kadar sokulur. Eşinizin dostunuzun, misafirinizin, arkadaşlarınızın yanında ya konuşmaları ile ya da davranışları ile mahcup ediverir.

 

Nâdanın birinci özelliği bir konuda bilgisiz olduğu halde bilgiliymiş gibi davranır. Sözünü bilmez, yol yordam, edep erkan bilmez.

 

Âşık Gevherî bunu şu dörtlüğüyle ne güzel ifade etmiş:

 

Sözün bilmez bazı nâdan elinden

Edep ağlar, erkan ağlar, yol ağlar

Bülbülün feryadı gonca gülünden

Gülşen ağlar, bülbül ağlar, gül ağlar

 

Nâdanın ikinci özelliği ise eskilerin âdâb-ı muâşeret dedikleri saygı, nezâket ve görgü kurallarını bilmemesi ya da bildiği halde bu kurallara uygun davranmamasıdır. 

 

Nâdanın ar damarı çatlamıştır. Olur olmaz yerde damdan düşer gibi pat diye öyle bir laf eder ki; siz utanırsınız, o utanmaz. Zira, hatası çok olanın hayâsı az olurmuş.

 

Kimi zaman da nâdan öyle bir soru sorar ki; nasıl cevap vereceğinizi bilemezsiniz. Bu tür durumlarda en doğru yol, susmak ona cevap vermemektir. Âlimler, fâzıllar ve sâlihler buyurmuşlar ki; “Sükût etmek gibi âlemde nâdana cevap olmaz.”

 

Nâdanla konuşmak, sohbet etmek akıl kârı değildir; özellikle toplum içinde göz göze gelmemeye çalışın! Bu konuda Âşık Ömer’in öğüdüne kulak verin:

 

Câhil ü nâdân ile ger edersen ülfeti

Yâ elinden yâ dilinden bir zarar eksik değil 

 

Nâdanlık belli bir zamana veya döneme mahsus değildir. Her devirde, her zaman nâdanlar vardır ve nâdanlık bir karakter olduğu için bütün nâdanlar birbirlerine benzer. Hattâ, bazı devirlerin eğlencesi nâdanlık üzerine kurulmuş.

 

16. yüzyılın büyük şairi Bâkî’nin dediği gibi, nâdanlar bırakmazlar ki akıllı, bilgili insanlar huzur bulsun!

 

Devr-i zamâne cünbişi nâdânlık üzredür

Nâdân komaz ki merdüm-i dânâ huzûr ide

 

Nâdanların sohbetinden zevk duyanlar, lezzet alanlar yine nâdanlardır. Divânelerin arkadaşları yine divanelerdir. Ziya Paşa da bu görüştedir:

 

Nâdânlar eder sohbet-i nâdânla telezzüz

Dîvânelerin hem-demi dîvâne gerektir

 

Nâdanı methetmek ise bir başka nâdanlıktır. Âşıklar zümresinden Seyyid Seyfullah Kâsım Efendi (ö.1601) isimli yüksek seviyeli bir zâtın şu sözü ne kadar anlamlıdır:

 

Nân için medh eyleme nâdânı nâdânlık budur

Hayber-i nefsin helâk et şâh-ı merdânlık budur

 

(Bir lokma ekmek için karşındaki nâdanı methetme! Çünkü asıl nâdanlık budur. Elinden geliyorsa Hayber kalesi gibi güçlü olan nefsini yerle bir et. İşte asıl mertlik ve kahramanlık budur.)

 

Ârif olmak, nâdan olmakla yüz seksen derece zıttır. Ârif ile nâdan, normal şartlarda asla bira araya gelmezler. Ârif ile nâdanın bir araya gelmesi, papağan ile karganın bir araya gelmesi gibidir.

 

Zorunlu olarak bir ârif ile bir nâdan bir hücreye kapatılırsa ne olur? Bunu merak edenlere, ünlü hikâyecimiz Ömer Seyfettin’in “Nâdan” başlıklı hikâyesini okumalarını tavsiye ederim.