PARRHESİA -ya da- ZOR ZAMANDA KONUŞMAK VE NAMIK KEMAL

“Hakikat hiç kimseyle paylaşılmasa bile hakikat olma vasfından bir şey kaybetmez. Ama paylaşılmayan hakikat, hiçbir zaman «tecelli» edemez.”

(İsmet Özel / Zor Zaman’da Konuşmak’tan)  

Gazetemizin cesur ve üretken köşe yazarlarından kıymetli kardeşim Mehmet Yaylıoğlu 13 Şubat tarihli yazısında önemli bir konuya parmak basıyor.

 Yaylıoğlu diyor ki: “Bir insan, gerçeğe tarafsız bakabildiği ölçüde vicdan sahibidir. Olayları işine geldiği gibi değil, hakikatin ışığında değerlendirebilenler ancak adil olabilir. Bu cesaret ve erdem gerektirir. Çünkü insan, menfaatlerini geri plana atıp gerçeği savunursa, bedel ödemek zorunda kalabilir. Unutulmamalıdır ki hakikat, er ya da geç galip gelir.”

 Evet, hakikati haykırmak cesur ve erdemli insanların işidir. Korkaklar, pısırıklar, menfaatperestler ya görmezden gelirler ya da çıkarları gereği, hakikati yalanın kara örtüsü altına saklarlar.

 Burada hakikati söylemekle kastettiğimiz şey, güneş doğarken “güneş doğuyor” demek değildir. Egemen olan bir kişiye, bir zümreye ya da bir genel görüşe karşı doğru bildiğini, doğru olanı söylemektir.

 Literatürde buna “parrhesia” diyorlar.  Eski Yunancadan gelen parrhesia kavramı, “her ne olursa olsun ve hangi şartta olursa olsun hakikati söyleme” demektir.

 Bu söyleyiş, risk ve cesareti içinde barındıran bir söyleyiştir. Çünkü birilerinin tekerine çomak sokacaksa, hakikati söylemek tehlike arz edebilir. İsmet Özel’in “Zor Zamanda Konuşmak” dediği de bu olsa gerektir.

 Hakikati söylemenin risk ya da tehlike arz ettiği durumlarda hakikati söyleyene de “parrhesiastes” deniyor.

 Türk edebiyatında, ölümü pahasına hakikati haykıran şairlerden biri de Namık Kemal’dir.

 Onun hakikati haykırması, kendi namına değil milletin namınadır. Milletin derdini düşünmekten kendi derdi aklına bile gelmez. 1888’de, henüz 48 yaşında öldüğünde Sakız adasında sürgündeydi. Millette ümit ettiği feyzi görememişti ve vasiyeti üzerine Bolayır’daki mezar taşına şu beyti kazındı:

 Ölürsem görmeden millette ümid ettiğim feyzi

Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun ben mahzun

 Namık Kemal’in hafızalarda yaşayan en kuvvetli eseri şüphesiz Hürriyet Kasidesi’dir. Sarsılmaz iradesini ve yıkılmaz karakterini yansıtan bu kasidenin bir beytinde o şöyle der:

 Felek her türlü esbâb-ı cefâsın toplasın gelsin

Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten

 Tarih 1 Nisan 1873’tür. İstanbul’da Gedikpaşa tiyatrosunda bir kahramanlık destanı olan Vatan yahut Silistre piyesi oynanır. Tiyatrodan çıkan halk coşup galeyana gelir ve caddeyi kapatarak marşlar söylemeye başlar. Bu arada eserin yazarı Namık Kemal lehine sloganlar da atılır.

 Bu durumdan rahatsız olan hükümet, piyesin oynanmasını yasaklar, tiyatro binasını mühürler, Namık Kemal’in yazdığı İbret gazetesini kapatır ve yazarı da Magosa’ya sürgün gönderir. Fakat bütün bunlar “hamiyyet mesleğinde terk-i evlâd ü ıyâl ettim.“ diyen şairin umurunda değildir. “Magosa’ya gidiyorum; ama Kâğıthâne’ye gider gibi gidiyorum.” der ve şöyle haykırır:

 Zâlim olsa ne rütbe bi- pervâ

Yine bünyâd-ı zulmü biz yıkarız!

Merkez-i hâke atsalar da bizi

Kürre-i arzı patlatır çıkarız

 Zalim ne kadar pervasız olsa da yine zulmün temelini biz yıkarız, değil Magosa’ya gitmek, dünyanın merkezine atsalar da bizi yer küreyi patlatır yine çıkarız, diyor.

Evet, parrhesiastes olmak, her şartta hakikati söylemek zordur. Bu zorluk, bireyin inanç, ideoloji ve değerlerine karşıt, “öteki” olanların yalan ve haksızlıklarına karşı doğruları savunmanın ötesinde, kendisi gibi düşünenlerin, inananların, yaşayanların yalanlarına karşı, kendi mensubu olduğu topluluğa, cemaate, cemiyete karşı, aforoz edilmek pahasına hakikati haykırabilmektedir.

 Amaçları bulanık olanlar, niyetleri çarpık olanlar, hiç kuşku yok ki hakikat tecelli ettiğinde amaçlarının bulanıklığında boğulacaklar, niyetlerinin çarpıklığına çarpılacaklardır. Son sözü yine Namık Kemal’e verelim:

 Biz ol ulvi-nihâdânız ki meydân-ı hamiyette

Bize hâk-i mezâr ehven gelir hâk-i mezelletden

 

(Biz, mukaddesatı koruma uğrunda, öyle yüce yaratılışlı kişileriz ki alçakça yaşamaktansa mezara girmeyi yeğleriz.)