-tarihe adını altın harflerle yazdırmış- SIRA DIŞI BİR OSMANLI DEVLET ADAMI ÖKÜZ MEHMED PAŞA

İçinde her şeyi ve herkesi barındıran kadim tarih, bakıp da görebilenler için önemli hayat dersleri ve ibret mesajları sunar.

 Bu yazıda, sizlere bir nalbant çocuğunun Devlet-i Âliye’nin en tepe noktasına kadar yükselişini ve ilginç hayat hikâyesini anlatmak istiyorum.

 Kara Mehmed Paşa, nâmıdiğer Öküz Mehmed Paşa tahminen 1550 senesinde İstanbul Karagümrük'te dünyaya gelir.

 Babası, aslen Niğde Ulukışlalı olan ve İstanbul Karagümrük’te öküz nalbantlığı yapan Ali Usta’dır.

 Devlet-i Âliye’de yükselmek için liyakatin esas alındığı yıllardır. Rüşvet, torpil ve kayırmacılık henüz mevki makam için temel kriter değildir.

İşte Ulukışlalı nalbant Ali Usta’nın oğlu Mehmed de daha küçük yaşta zekâsı ve yeteneği ile dikkati çekmiş olacak ki 1567’de bir saray üniversitesi olan Enderun’a alınır. Burada ciddi bir eğitimden geçen Mehmed, kısa zamanda kendini gösterir ve yavaş yavaş ikbal basamaklarını tırmanır ve “paşa” unvanını alır.

YÜZ BİN ALTIN RÜŞVET

Dönem, Sultan I. Ahmed dönemidir. Zengin ve verimli topraklarıyla Mısır Beylerbeyliği, Osmanlı Devleti’nin en önemli gelir ve vergi kaynağıdır. O yüzden birçok devlet adamı, kısa zamanda servete kavuşabilmek için bu Hz. Yusuf’un bereketli topraklarına tayinini ister, onun için kulis yapar. Fakat Padişah böylesi stratejik bir beldeye, birçoklarının itirazına ve homurdanmalarına rağmen, ahlakına ve idare kabiliyetine güvendiği Mehmed Paşa’yı tayin eder. Tarihler 1607 nisanını göstermektedir.

 Paşa, vezir rütbesiyle İskenderiye’ye ayak basıp makamına oturur oturmaz Mısır’ın ileri gelenleri grup grup tebrik ziyaretine başlarlar. İlk gelenler arasında bulunan ve adına “keşşaf” denilen vergi tahsildarı hediye olarak içinde yüz bin altın bulunan büyükçe bir sandıkla gelir.

 Paşa meseleyi anlamıştır. Mısır’ın o haddi hesaba gelmeyen hazinesini toplayanlar, işleyen çarka taş koymaması için Paşa’ya cömertçe ikramda bulunmuşlardır. Paşa bilir ki, kendisine yüz bin altın verenler, bu meblağın kat kat fazlasını halkın sırtından tahsil edeceklerdir.

 İşte Kara Mehmet Paşa, kendisine teklif edilen bu baş döndürücü serveti elinin tersiyle iter, altınları hazineye irat kaydeder, getirenleri de görevden alarak sürgün ettirir. Daha sonra vergi toplama sürecinde halkın sırtından geçinen aracıları ve haksız yere toplanan vergileri ortadan kaldırarak hem halkı rahatlatır hem de hazinenin gelirlerini artırır.

 Kısa zamanda halkın sevgisini kazanan Kara Mehmed Paşa, Mısır'da imar hareketlerine girişir. İmar ve ıslahat çalışmalarıyla ve adil düzenlemelerle halkın gönlünü kazanıp, Nil beldesini huzura kavuşturur. Arpalıklarının kesilmesi üzerine ayaklanan asileri de birer birer yola getirir.

MISIR FATİHİ DAMAT MEHMED PAŞA

Dört buçuk yıl sürdürdüğü Mısır Beylerbeyliği döneminde önemli imar faaliyetlerinde bulunarak Mısır’a altın çağını yaşatır. Bundan dolayı Kara Mehmed Paşa, devrin kaynaklarında Yavuz Sultan Selim’den sonra “İkinci Mısır Fatihi” olarak adlandırılır.

 Paşa’nın Mısır’daki başarılı çalışmaları gözlerden kaçmaz. Paşa, İstanbul’a çağrılır. Tarihler 1612’yi gösterdiğinde Ulukışlalı bu yiğit adam, dürüstlüğü, dirayeti ve liyakatinin karşılığı olarak Sultan Birinci Ahmed’e damat olma saadetine erer. Sultan, sevgili kızı Gevherhan Sultan`ı görkemli bir düğünle Mehmed Paşa ile evlendirir. Artık o bundan sonra “Damat Mehmet Paşa” adıyla anılacaktır.

 Kaptan-ı Deryalık, Sadaret Kaymakamlığı, İkinci vezirlik ve nihayet Paşa, 17 Ekim 1614 tarihinde Sadrazamlığa getirilir.

 Bir savaş sonrasında Sultan I. Ahmed, Revan'ın alınamamasında Mehmed Paşa'yı suçlu görerek 17 Kasım 1616 tarihinde Sadaretten azleder.

ÖKÜZ MEHMED PAŞA

Mehmed Paşa'nın iki lakabı vardır. Bu lakaplardan ilki Öküz, ikincisi ise Kara'dır. Asıl lakabı Oğuz soyundan olduğu için “Oğuz” olmasına rağmen eski yazıdaki kef ve kaf harflerinin karıştırılmasından ve babasının öküz nalbandı olmasından dolayı onu çekemeyenler Öküz Mehmed Paşa demişlerdir.

 Bu lakapla ilgili diğer bir rivayete göre ise Paşa, memleketi Ulukışla’da bir külliye yaptırmaktadır. İnşaatın bazı malzemeleri ve mermerler yakın çevre illerden ve ocaklardan gelmektedir. Bu malzemeleri getiren kağnıları çeken öküzler Ulukışla yakınlarındaki “Öküz Çatlatan Bayırı“nda zorlanmakta ve hatta bazen burada ölmektedirler. Bir keresinde yine aynı olay olunca Mehmet Paşa öküzlerin yerine kendisini bağlamış ve kağnıyı Ulukışla’ya getirmiştir. O günden sonra “Öküz Mehmet Paşa“ olarak ün salmıştır.

 Tarihî kaynaklarda onun “Öküz” lakabıyla ilgili şöyle bir komik rivayet de anlatılır: Mehmet Paşa'nın komuta ettiği ve İran'a karşı düzenlenen bir seferde, ordu komuta heyeti kışlak çadırında toplanmış savaş planlarını gözden geçirirken, dışarıda bir öküz böğürür. Bu sesi işitenler birbirlerine bakarak alaycı bir şekilde tebessüm ederler.

 Bunu fark eden Paşa’nın kendisi de tebessüm ederek, “Bana sesleniyor, ‘Sen bir öküzsün, bu eşeklerle ne işin var?’ diyor.” deyiverir. Az evvel gülenler bu sefer mahcubiyetlerinden birbirlerinin yüzüne bakamazlar.

HAN DUVARLARI

Mehmed Paşa, Osmanlı ülkesinin pek çok yerinde kurduğu vakıflarla, Karagümrük'te, Kuşadası’nda, Sakız Adası’nda, Kahire’de, Şam’da, Hicaz’da ve memleketi Ulukışla’da cami, çeşme, köprü, mektep, medrese, kervansaray, bedesten, fırın, hamam, su yolları, kuyular gibi hayır kurumları yaptırmıştır. 

 Ayrıca, ikinci sadaretinde, İran seferi esnasında, Niğde'nin Ulukışla ilçesine yaptırdığı kervansaray sonradan Faruk Nafiz Çamlıbel'in "Han Duvarları" şiirine ilham kaynağı olmuştur.

 HAK EDİLMEYEN ACI SON

II. (Genç) Osman’ın padişah olmasıyla Mehmed Paşa 1619 yılında ikinci kez Sadrazamlığa getirilir.

 Ancak, Kaptan-ı Derya Güzelce Ali Paşa çeşitli entrikalarla kısa süre sonra onu bu görevinden aldırır, yerine kendisi sadrazam olur. Bununla da yetinmez Mehmed Paşa’nın malına mülküne el koydurur ve onu Halep Beylerbeyliği vazifesi ile İstanbul’dan uzaklaştırır.

 Mehmed Paşa, tarihçilerin deyimiyle “üryân ü nâlân” (meteliksiz ve inleyerek) Halep’e gider; ancak büyük maddî ve ruhî sıkıntılar içinde hasta olarak geçirdiği bir buçuk yıllık Halep Beylerbeyliği sırasında kendisine yapılan alçaklığa daha fazla tahammül edemeyerek 1621 yılında Halep’te vefat eder.

 Bir namus ve ahlâk abidesi olan bu Osmanlı paşası imparatorluğun en buhranlı döneminde önemli görevler üstlenmiş ve devrin kaynaklarında vakarı, haşmeti, saygınlığı, cesareti, inceliği, cömertliği ve hayırseverliği ile anılarak tarihteki yerini almıştır.

 Sağlığında yaptırdığı Halep’teki Şeyh Ebubekir Zaviyesi civarındaki türbesine gömülen bu güzel insana Allah’tan rahmet diliyorum.