TÜRK-İSLAM tarihinde KADINLAR: İKTİDAR, İNİSİYATİF VE LİDER KADINLAR

Giriş: Kadınların İslam Siyasi Tarihindeki Rolü

 Kadınların devlet makamlarında yöneticilik yapması konusu, günümüz tartışmalarında önemli bir yer tutmaktadır. İslam tarihinin erken dönemlerine bakıldığında, kadınların siyaset alanından tamamen uzak durmadıkları görülmektedir. Hz. Peygamber  herhangi bir karar alma aşamasında kadın olsun erkek olsun ashabı ile istişare ederdi. Eşleri ile de istişare etmeye önem verirdi. Hz. Hatice hem ekonomik hem de siyasi kararlarında etkili idi. Eğitim, kültür vb. konularda Hz. Aişe ile görüştüğü ve ona görüşlerini aktardığı bilinmektedir.  Siyasi ve dini açıdan bizzat bir taahhüt niteliğinde aldığı biatlara kadınlar da katılmıştır. Özellikle İkinci Akabe Biatı ve Bey‘atürrıdvân gibi önemli olaylarda kadınların yer almasını sağlamıştır. Hatta bu uygulama, daha sonraki İslam toplumlarında alınan biatlara kadınların katılımına dair bir örneklik teşkil etmiştir. Mesela Hz. Ömer’in vefatından sonra halifelik makamına kimin geçeceği konusunda Medine’nin ileri gelenleriyle istişarelerde bulunan ve bu süreçte Hz. Osman’ın halife olmasını sağlayan Abdurrahman b. Avf, erkeklerle birlikte kadınların da görüşlerine başvurduğu  rivayet edilmektedir[1].  

Hz. Osman’ın gerçekleştirdiği atamalar nedeniyle tenkit edilmesine karşı, Hz. Osman yeni atamalarda Hz. Peygamber’in ashabı ve eşlerinin görüşlerini  alacağını ifade etmesi, oldukça dikkat çekicidir. Bu beyan Peygamber eşi olsa da kadınların Medine’nin siyasi yapısındaki etkin rollerini ortaya koyması bakımından önemlidir. Benzer şekilde, Hz. Ali’nin halifeliği sırasında meydana gelen ve Cemel Vak‘ası olarak bilinen hadisede Hz. Âişe’nin oynadığı siyasi rol, dönemin toplumsal yapısı açısından son derece belirgin bir örnektir. Dikkat çekici olan bir diğer husus, bu süreçte kimsenin Hz. Âişe’nin kadın olması nedeniyle onun siyasi faaliyetlerine itiraz etmemesidir. Buna rağmen, sonraki dönemlerde siyaset alanı genel itibarıyla kadınlara kapalı bir alan olarak kalmıştır.

Klasik İslam kaynaklarında devlet başkanında aranması gereken niteliklere yer verilirken, genellikle erkek olma şartı da dile getirilmiştir. Bu görüş, genellikle Hz. Muhammed’in, “Yönetimlerini bir kadına teslim eden bir millet iflah olmaz” şeklindeki hadisine dayandırılmaktadır[2].  Ancak bu hadis, kadınların toplumsal rollerine ilişkin dönemsel ve kültürel bir bağlama sahip olması nedeniyle farklı şekillerde yorumlanmıştır. Buna rağmen, İslam toplumlarının tarih boyunca kadınların siyasetteki rolüne yönelik temkinli bir yaklaşım sergiledikleri ve bu alanı büyük ölçüde erkeklere mahsus gördükleri bir gerçektir.

Bu bağlamda, kadınların devlet başkanlığı meselesi hem tarihi hem de dini açıdan derinlemesine bir analizi gerektiren bir konu olmaya devam etmektedir.

İslam Hukukunda Kadın ve Yönetim

İslam devlet geleneğinin inşası devrinde devlet başkanının, ordunun komutanı olarak sefer düzenlemesi, cuma hutbesini okuyarak topluma liderlik etmesi ve namaz kıldırması gibi görevleri, bu pozisyonun erkeklere has olduğu yönünde yorumlanmış ve bu bağlamda erkek olma şartı kuvvetlendirici bir delil olarak sunulmuştur. Ancak çağdaş yaklaşımlar ve bazı teoriler, bu yorumların tarihsel ve kültürel bağlamlarla sınırlı olduğunu, dini ve toplumsal gerekçelerle evrensel bir hükme dönüşemeyeceğini savunmaktadır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de bu konuda  yasaklayıcı bir hüküm bulunmaması ve Sabâ Melikesi Belkıs’tan olumlu bir şekilde bahsedilmesi[3], kadınların liderlik rollerine dair eleştirel bir yeniden değerlendirme yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır.

İslam araştırmacılarının çoğu, devlet başkanlığı gibi kamu görevlerinin temelinde liyakat, adalet ve temsil yeterliliği gibi unsurların yer alması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu bakış açısına göre, liderlik pozisyonları için cinsiyet bir kıstas olmamalı, esas olan bireyin ehliyeti ve topluma hizmet kapasitesidir. Ayrıca imamlık ve ordu komutanlığı gibi görevlerin doğrudan devlet başkanı tarafından üstlenilmesinin zorunlu olmadığı, bu tür işlevlerin vekâlet yoluyla yerine getirilebileceği belirtilmektedir. Bu durum, liderlik ve yönetim anlayışını hiyerarşik bir modelden çok işbirlikçi ve katılımcı bir modele dönüştürmeyi hedefleyen İslami ilkelerle de örtüşmektedir.

Hz. Muhammed’in, Sasanilerdeki gibi yönetimlerini kadına teslim eden bir toplum iflah olmaz" sözleri, uzmanların görüşlerine göre, evrensel bir dini hüküm olmaktan çok, dönemin sosyo-politik gerçeklikleri bağlamında yapılan bir gözlemdir. Bu ifadeler, Sâsânî Devleti’nin zayıf bir yönetim altında kalacağına dair bir öngörü olarak değerlendirilmektedir ve tarihsel bağlamı dışında genelleştirilmesi doğru değildir. Esasen İslam tarihi, kadınların üst düzey yönetim rollerinde bulunduğu çeşitli örneklerle doludur. Örneğin, Yemen’de hakimiyet kuran Suleyhîler döneminde Hürre es-Suleyhıyye, önce eşinin sağlığında ülkeyi yönetmiş, eşinin vefatından sonra ise tek başına hüküm sürmüştür. Delhi Sultanlığı’nda Sultan Şemseddin İltutmuş’un kızı Raziyye Begüm, babası öldükten sonra tahta oturmuş ve  devleti dört yıl boyunca yönetmiştir.

Eyyûbîler döneminde Şecerüddür, Haçlılar’la yapılan savaş sırasında hükümdarlık görevini üstlenmiştir. Memluk Devleti’nin kurucusu olarak tarihe de geçmiştir. Ayrıca diğer devlet başkanları gibi kendi adına hutbe okutmuş ve sikke bastırmıştır. Günümüzdeki İran coğrafyasında  hüküm süren Türk Atabeyi Boz-aba’nın eşi Zâhide Hatun ile Salgurlular’ın son sultanı Âbiş Hatun da bu bağlamda tarihe geçen lider kadınlardır.

Çağdaş Yorumlar

 Kadınların devlet başkanlığı ve diğer liderlik pozisyonlarında yer alması gerektiğini savunan çağdaş görüşler, hem dini metinlerin yoruma açık doğasını hem de tarihsel örneklerin kadınların siyasi liderlikteki başarısını işaret etmektedir. Çağdaş demokratik yaklaşımlar, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadınların karar alma mekanizmalarındaki yerinin güçlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak, kadınların liderlik rollerine daha fazla yer verilmesini desteklemektedir. Bu bağlamda liyakat, toplumsal adalet ve eşit temsil, liderlik pozisyonları için temel kıstaslar olarak öne çıkarılmalıdır.

 İslam medeniyeti, tarih boyunca insanlığa getirdiği yeniliklerle toplumların sosyal, kültürel ve siyasal yapısını dönüştürmüş, özellikle kadınların toplumsal statüsünü güçlendiren adımlarla dikkat çekmiştir. XIII. yüzyıla gelindiğinde, bu medeniyet, içinde barındırdığı potansiyeli zirveye taşımış ve bu dönemde kadınları toplumun en üst kademelerine çıkartarak, tarihsel bir dönüm noktasına imza atmıştır. Bu dönemde birçok Müslüman kadın, yalnızca siyasette aktif roller üstlenmekle kalmamış, aynı zamanda devletin en üst seviyelerinde görev yaparak nâibelik ve hükümdarlık makamlarına erişmiştir. Üstelik bu durum, dönemin Müslüman olmayan toplumlarındaki cinsiyetçi sınırlamaların hâkim olduğu bağlam düşünüldüğünde, oldukça ilerici bir niteliğe sahiptir. Müslüman olmayan çağdaş devletlerde kadınların kamusal alanda varlık göstermesi çok sınırlı iken, İslam medeniyeti bu tabuları yok ederek, kadınların siyasal ve toplumsal liderlik rollerini benimseyen yeni bir paradigma ortaya koymuştur.

Bu bağlamda, XIII. yüzyılda İslam medeniyeti, Sultan Raziye, Şecerüddür, Türkân Hatun, Padişah Hatun ve Abiş Hatun gibi isimlerin liderliklerini destekleyerek, bu kadınların hükümdarlık makamında söz sahibi olmalarını sağlamıştır. Özellikle Haçlı Seferleri ve Moğol istilaları gibi büyük tehditlerle çevrili bir dönemde, bu kadınların liderlik rollerini başarıyla icra etmesi, İslam toplumunun kadınlara duyduğu güvenin ve İslam’ın kadınlara atfettiği değerin somut bir göstergesi olmuştur. Bu kadın hükümdarların tahta çıkması, yalnızca İslam toplumunun kadınlara duyduğu güveni yansıtmakla kalmamış, aynı zamanda kadınların yönetimde etkin bir varlık olabileceğine dair tüm dünyaya yeni bir bakış açısı kazandırmıştır.

Ancak günümüzde, bazı kesimler kadınların tarih boyunca ikinci planda kaldığını ve yöneticilik rollerinin erkekler tarafından domine edildiğini öne sürerek, kadınların tarihsel önemini yüceltmek yerine, onları pasif bir konuma indirgemektedir. Bu tür söylemler, tarihsel gerçeklikleri eksik veya yanlış okumaktan kaynaklanmaktadır. Tarihimizde Sultan Raziye, Şecerüddür ve diğer kadın hükümdarların zaman zaman cinsiyetlerinden ötürü eleştirildiği veya ikinci plana atılmaya çalışıldığı durumlar yaşanmıştır. Ancak bu durum, sadece kadın olmalarıyla ilgili bir durum olmaktan çok, siyasi güç mücadelesinin bir parçasıdır. Kadınlık üzerinden yapılan eleştiriler, genellikle siyasi zaafiyetleri hedef alma amacı taşımış ve dönemin siyasi manipülasyon araçlarından biri olarak kullanılmıştıt. Feminist yaklaşımlar, bu tarihsel bağlamda kadınların liderlik rollerini küçümseyen söylemlerin, aslında kadınların siyasi ve toplumsal gücünü bastırmaya yönelik bir çaba olduğunu vurgular. Tarih boyunca kadın hükümdarlar, sırf cinsiyetlerinden ötürü değil, belirli çıkar gruplarının siyasi hesapları doğrultusunda hedef alınmışlardır. Bu bağlamda, kadın hükümdarların karşılaştığı zorluklar, salt kadın olmaktan kaynaklanan değil, liderlik pozisyonunda olan herkesin karşılaşabileceği güç mücadelelerinin bir yansımasıdır.

 

Kadınların Siyasi Liderliği

Kadınların siyasi liderlikteki rolünü küçümsemek veya tarihsel olarak yok saymak, aslında kadınların tarih boyunca elde ettiği başarıları göz ardı etmektir. Bu durum, kadınların tarihsel statüsünü yüceltme çabasından ziyade, onların toplumsal ve siyasal başarılarını gölgede bırakma riskini taşır. Dolayısıyla, kadınların özellikle hükümdar olarak tarih sahnesindeki varlıklarını ve başarılarını İslami bir bakış açısıyla yeniden değerlendirmek önemlidir. Bu değerlendirme, yalnızca tarihsel gerçeklikleri ortaya koymakla kalmayacak, aynı zamanda günümüzde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik çabalara da katkıda bulunacaktır.

 İslam medeniyeti, kadınların liderlik ve yönetim rollerine olan katkılarını tarihsel bir perspektifle ele alırken, akli ve nakli bir çerçeveyle bu rolün tarih boyunca önemini vurgulamak, kadınların tarihsel başarılarını ve liderlik kapasitelerini daha iyi anlamamıza olanak tanır. Bu süreç, yalnızca geçmişe dair algıları dönüştürmekle kalmayacak, aynı zamanda gelecekte kadınların toplumsal ve siyasal alandaki yerini güçlendirecek bir yol haritası sunacaktır

Kadının İslam tarihindeki konumunun yok sayıldığı veya sosyal ve siyasi hayatta bir rolünün olmadığı şeklinde değerlendiren söylemler, tarihsel gerçeklerle bağdaşmayan, indirgemeci ve eksik bir yaklaşımı temsil etmektedir. Bu tür söylemler, kadının tarih boyunca üstlendiği liderlik rollerini ve toplumsal katkılarını göz ardı ettiği gibi, İslam medeniyetinin kadına verdiği değeri de doğru bir perspektifle değerlendirememektedir. Nitekim, yalnızca tek bir asrın incelenmesi bile, bu tür genellemelerin ne denli yanıltıcı olduğunu ve kadının İslam medeniyetindeki varlığının bir gerçeklik olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Feminist teorinin tarihsel analize eleştirileri ışığında, kadını tarihte yok sayan veya onun siyasi ve sosyal alandaki rollerini sınırlandırmaya çalışan yaklaşımların, tarih boyunca kadınların liderlik başarılarına gölge düşürdüğü söylenebilir. Bu tür olumsuz ve düalist söylemler, bir yandan kadınları güçsüz bir tarihsel figür olarak resmetmekte, diğer yandan halkın sevgisini, güvenini ve saygısını kazanan; devletlerin en kritik dönemlerinde yönetici olarak başarılar elde eden kadınların tarihi önemini azaltmaktadır. Oysa akli bir yaklaşım, kadının tarih boyunca üstlendiği rollerin çeşitliliğini ve gücünü öne çıkartarak, bu tarihsel figürlerin aslında birer "büyük kurtarıcı" ve toplumun dinamik bir parçası olduğunu yeniden değerlendirmeyi gerektirir.

Kadınların İslam medeniyetindeki yeri ve bu medeniyetin onlara sağladığı fırsatlar, onların yalnızca pasif bir figür olmadığını, aksine toplumun zirvesine çıkabildiğini göstermektedir. Müslüman toplumların oluşturduğu konjonktür, kadının bir lider, yönetici ve rehber olarak ortaya çıkmasına olanak tanımıştır. Bu durum, kadının İslam tarihinde yok sayıldığını iddia eden görüşleri çürüten somut bir kanıttır. Tarih boyunca Sultan Raziye, Şecerü'd-Dürr ve Abiş Hatun gibi kadın hükümdarların halk tarafından sevilen ve saygı duyulan liderler olarak benimsenmesi, bu çerçevede dikkatle incelenmesi gereken örneklerdir.

Ne var ki, günümüzde hâkim olan söylemler ve yapılan çalışmalar, İslam tarihindeki kadın yöneticilerle ilgili önemli bir boşluğa işaret etmektedir. Tarihin bulanık kalan ve yeterince araştırılmamış bu kısımları, hem tarih yazımına hem de İslam medeniyetinin kadınlara sağladığı fırsatları daha iyi anlamaya yönelik bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu eksiklik, yalnızca kadın yöneticilerle sınırlı değildir; aynı zamanda, kadınların toplumun farklı alanlarındaki rolü ve etkisi de daha kapsamlı bir analize muhtaçtır.

 İslam medeniyetinin el üstünde tuttuğu kadın yöneticiler, tarihin aydınlatılması gereken önemli bir parçasıdır ve bu isimler birkaç örnekle sınırlandırılmamalıdır. İslami bir perspektif, kadınların yalnızca tarihsel liderler olarak değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal değişimin önemli aktörleri olarak daha geniş bir çerçevede incelenmesi gerektiğini savunur. Böylelikle, İslam medeniyetinin kadınlara verdiği değerin tam anlamıyla anlaşılması sağlanabilir ve kadınların tarihsel başarıları hak ettiği takdiri görebilir.

 

Türk-İslam Dünyasında Kadınların Siyasi Etkileri:

İktidar, İnisiyatif ve Güçlü Kadın Figürleri

İslam, VIII. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar Türk dünyasının güneybatı sınırlarından başlayarak doğuya doğru yayıldı ve Türkler için temel bir dini inanç haline geldi. Ancak, bu dönüşüm sürecinde, hükümdar eşlerinin sahip oldukları imtiyazlara herhangi bir son verilmemiştir. Türklerde terken unvanı, sultanın eşine, yani hanım yöneticilere atfedilen bir terimdir. Abbâsîler döneminde, halife el-Mutasim'in Türk eşi, halife  el-Mütevekkil'in annesi Şuca Hatun ile genç yaştaki halife el-Muktedir'in yerine devlet idaresini eline geçiren ve bu yüzden Ümmül-Muktedir lakabını alan Şağab Hatun gibi önemli Türk kadınları, Abbasîler'in siyasi sahnesinde etkin birer figür olarak dikkat çeker. Bu kadınlar, hem dinî hem de siyasî bağlamda güçlü bir etki alanına sahipti.

X. yüzyılın başlarında Karahanlılar, İslam dinine girerek büyük bir medeniyet  başlatmışlardır. Karahanlılar döneminde, terken unvanı, sülâlenin kızlarına ait olup, bu hanedanlıkta kadınlar kendi maiyetleri, dîvanları ve orduları ile güçlü birer siyasi aktör olarak varlık gösterdiler. Bu durum, Selçuklu ve Harzemşahlar dönemi boyunca da devam etti; terkenler, siyasî ve askerî hareketlerde etkin bir rol üstlendiler.

Selçuklular döneminde, bazı hatunlar sarayda sultanın yanında ikamet etmek yerine, farklı şehirlerde ya da saray dışında yaşamayı tercih ediyordu. Bu kadınların, sultanla birlikte sarayda bulunup bulunmamalarına bakılmaksızın, kendi yönetimlerinde küçük çapta idarî ve askerî yapılanmalar bulunuyordu. Kendi hazineleri ve özel vezirleri gibi görevlilerle öne çıkan bu kadınlardan biri de Tuğrul Bey'in hanımı Altuncan Hatun’dur. Tuğrul Bey, Hamedan’da kuşatıldığında, Altuncan Hatun, Bağdat’tan kocasının yardımına gelmek üzere kendi ordusunu harekete geçirmiştir. Altuncan Hatun, devletin menfaatlerini her şeyin önünde tutarak, ölüm döşeğindeyken bile Tuğrul Bey’e Abbâsî Halifesi’nin kızı ile evlenmesi yönündeki ısrarını dile getirmiştir; bu durum onun devlet işlerine olan derin ilgisinin bir göstergesidir.

Bir başka önemli örnek de Gevher Hatun’dur. Gevher Hatun Sultan Alparslan’ın kız kardeşi’dir. Yabgulu Türkmenlere liderlik ederek kocası Erbasgan’ı kurtarmak için inisiyatif almıştır. Ayrıca, Melikşah’ın eşi Türkan Hatun, yaşadığı devrin en güçlü kadınlarından biridir. Türkan Hatun, gerek Melikşah’ın hükümetinde söz sahibi olarak, gerekse Melikşah vefat edince oğlu Mahmud’u sultan yapmak için gerçekleştirdiği girişimlerle tarih sahnesinde önemli bir rol oynamıştır. Melikşah zamanındaki en dikkate çarpan tutumu  sefer emri alan orduya liderlik yapmasıdır: Turanşah’ın elindeki Fars bölgesine hâkim olma amacıyla, Sultan Melikşah’ın emirleri doğrultusunda inisiyatif alan  Türkan Hatun Fars’a bir ordu göndermiştir. Melikşah’ın ölümünden sonra, oğlu Mahmud’un tahta çıkmasında etkin rol oynayan Türkan Hatun’un, özellikle rakibi Berkyaruk ile yaptığı iktidar mücadelesi, Mahmud’un ölümüne kadar devam etmiştir.

Selçuklular dönemindeki bu kadın figürler, sadece saray içinde değil, aynı zamanda savaş alanlarında ve siyasi karar alma süreçlerinde de etkin birer aktör olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Türkan Hatun’un siyasetteki gücü, Nizamülmülk’ün Siyasetname adlı eserinde kadınların siyasetten uzak tutulması gerektiğine dair ifadelerde kendini göstermektedir. Bu durum, Türkan Hatun’un dönemin siyasî ortamındaki etkisini ve gücünü yansıtan önemli bir gösterge olarak değerlendirilebilir.

 

Türklerdeki terken unvanı ve kadınların İslamî dönemdeki siyasi rollerinin tarihsel gelişimi, İslam’ın kabulünden sonra da kadınların toplumdaki etkinliğini devam ettirdiğini göstermektedir. Özellikle Selçuklular ve Karahanlılar gibi büyük Türk devletlerinde, kadınlar sadece hanedan üyeleri olarak değil, aynı zamanda devletin siyasi ve askerî işlerinde etkin roller üstlenmişlerdir. Bu, Orta Çağ İslam toplumlarının kadın liderlere verdikleri yerin önemli bir göstergesi olup, zaman içinde toplumsal cinsiyet rollerinin ne denli değişken olabileceğini de ortaya koymaktadır.

 

Melikşah’ın eşlerinden  Zübeyde Hatun da iktidar alanında önemli roller oynamıştır. Oğlu Berkyaruk’un tahta geçişi için aktif bir mücadele vererek, Selçuklu siyasetinde kadın olarak varlığını göstermiştir.  Bu bağlamda ilk olarak Zübeyde Hatun, Berkyaruk’un veziri olan Müeyyid el-Mülk’ün görevden alınmasında etkili olmuştur. Onun bu politik tavrı  dönemin siyasi dinamikleri üzerindeki güçlü etkisini göstermektedir. Benzer şekilde, Kirman Selçukluları’ndan Melik Arslan-şah’ın eşi Zeytun Hatun da, seçkin zekâsı ve  saygın kişiliği ile öne çıkmıştır. Zeytun Hatun, Kirma bölgesinde bir dizi imar faaliyetini yönlendirmiş ve eşinin üzerinde etki oluşturarak, politik arenada etkin bir kontrol sağlamıştır. Hatta, oğlunu veliaht ilan ettirerek, politik gücünü pekiştirmiştir. Bu tür örnekler, kadınların sadece ev içindeki rolleriyle sınırlı kalmayıp, devlet yönetiminde de etkili birer aktör olabildiklerini açıkça ortaya koymaktadır.

Harezmşahlar dönemi de kadınların yönetimdeki etkin rollerini gösteren bir diğer önemli örnektir. Bozkır Türk prenseslerinden Terken Hatun, hem kocası Sultan Tekiş hem de oğlu Kutbeddin Muhammed’in hükümdarlığı zamanında devlet idaresinde büyük bir etkinlik göstermiştir. Terken Hatun, bazı durumlarda oğlunun verdikleri emirleri dahi hiçe saymış ve devletin yönetiminde bağımsız bir güç olarak hareket etmiştir. Oğlu Kutbeddin Muhammed ile aynı düzeyde siyaset yapmakta ve hatta yedi kişilik bir İnşa Divanı kurarak, siyasi kararları şekillendirmekteydi. Terken Hatun "Hüdâvend-i Cihân" (Dünyanın Sahibi) unvanını taşıyordu. Bu unvanı taşımak, onun yalnızca eşinin değil, kendi iktidarını da temsil eden önemli bir göstergedir. Bu unvan ve kendisine ait olan tuğra, onun hükümetteki rolünü ve iktidar ortağı olduğunu simgelemektedir.

 

Diğer taraftan Salgurlu Atabegliği’nde, Bibi Terken Hatun ile II. Sa’d’ın kızı Âbiş Hatun da, hükümetin önemli figürlerinden olmuş ve devletin yönetiminde belirleyici bir rol oynamışlardır.

Delhi Sultanlığı’ndan İltutmuş’un, oğullarının beceriksizliğini fark ederek kızını, Raziyye’yi veliaht olarak tayin etmesi de, kadınların siyasi liderlikteki potansiyelini gösteren bir başka önemli örnektir. İltutmuş’un bu kararının ardında, sadece kadınların hükümetteki rolünü genişletme değil, aynı zamanda devletin geleceği ve sürekliliği için uygun lideri seçme amacının yattığı söylenebilir.

1250 yılında Mısır’da Eyyûbi hükümdarı olarak tahta çıkan Şecerüddür, aynı zamanda Türk asıllı bir Eyyübi Prensesi olup, kadın bir hükümdar olarak tahta oturan ilk figürlerden biridir. Şecerüddür, kendi adına para bastırmış ve bu sikkede Abbâsî Halifesi’nin ismini de kullanarak, saltanatın meşruiyetini pekiştirmiştir. Bazı tarihçilere göre Şecerüddür Memluk Devleti’nin (1250-1517) kurucusudur. Bu olay, Türk tarihinde dikkat çeken nadir örneklerden birini oluşturur, çünkü bir kadının doğrudan tahta çıkması ve hükümetin başında yer alması, dönemin genel anlayışının dışında bir durumdur. Ancak Şecerüddür tam anlamıyla bir kadın hükümdardır ve hükümet idaresinde de kadın üyelere yer vermiştir.

Anadolu Selçukluları döneminde, I. Kılıçarslan’ın eşi Ayşe Hatun ile  II. Kılıçarslan’ın kızı Gevher Hatun ve II. Gıyâseddin Keyhusrev’in eşi Gürcü Hatun devlet yönetiminde güçlü bir etki alanına sahip olmuşlardır. Örnek olarak, Doğu Roma (Bizans) İmparatoru Manuel Komnenos Konya şehrine saldırı düzenlediğinde, Sultan Mesud şehir savunmasını ordusuyla üstlenmesine rağmen, şehrin kalelerinin korunmasını eşine bırakmıştır.

 Ayrıca, Azerbaycan Atabegliği’ndeki İnanç Hatun ve Melike Hatun’un yanı sıra, Zengiler Devleti’nde Safvetülmülk Zümrüd Hatun da yönetim işlerinde önemli roller üstlenerek kadın olarak tarihe adlarını kazandırmışlardır. Danişmendliler döneminde de benzer örnekler sıkça karşılaşılmaktadır. Bizans İmparatoru’na karşı Çankırı’yı savunan valinin ölümünün ardından, şehri savunma görevini karısının devralması, kadınların yönetim ve iktidar süreçlerine dahil olmalarının ne denli önemli olduğunu kanıtlayan bir diğer örnektir.

Saltuklu Beyliği’nde de İzzeddin Saltuk’un kızı Mama Hatun önemli bir liderlik rolü almıştır. Saltuklu tahtında yedinci bey olarak hüküm sürerek önemli bir hükümdarlık pozisyonunu üstlenmiş ve dönemin en etkili figürlerinden biri olmuştur.

 Bu örnekler, kadınların sadece geleneksel olarak kadınlara atfedilen ailevi rollerin ötesinde, devlet yönetiminde, askeri stratejilerde ve toplumun yönlendirilmesinde aktif birer katılımcı olabildiklerini açıkça göstermektedir.

Orta Çağ Türk devletlerinde, kadınların devlet yönetimindeki yerinin pekiştirilmesi, iktidar paylaşımının ve liderlik rollerinin cinsiyet gözetmeksizin şekillendiğini ortaya koymaktadır. Hem yönetim alanında hem de askeri stratejilerde kadınların gösterdiği etkinlik, toplumların cinsiyetçi kalıpları sorgulayan ve dönemin siyasetine yön veren güçleri olduğunun kanıtıdır. Bu durum, sadece Türk tarihine özgü bir fenomen değil, tüm Orta Çağ İslam toplumlarının kadın liderler için daha geniş bir perspektif sunduğunun da göstergesidir.

Türk Devletlerinde Kadınların Siyasi ve Sosyal Rolü:

Eratnalılardan Osmanlı İmparatorluğu'na

Eratnalı Beyliğinde de bey eşlerinin önemli devlet görevlerini üstlendikleri görülmektedir. Bu bağlamda, Eratna Beyliği'nin hükümdarının eşi Toğa Hatun’un, Celayirli Şeyh Hasan’ın akrabası olarak Kayseri’de kocası adına şehri yönetmesi önemli bir örnektir. Toğa Hatun’un şehri yönetme görevini başarıyla yerine getirdiği ve şehri ziyaret eden gezgin İbn-i Batuta tarafından, kendisinin güler yüzle karşılandığına dair bilgiler aktarılmaktadır. Benzer bir başka örnekte, Dulkadir Beyliği’nden Nasreddin Mehmed Bey, Kayseri şehrinin kendi yönetiminde kalmasını sağlamak ve oğlunun geleceği için Sultan Baybars’ın onayını almak amacıyla eşi Hatice Hatun'u Kahire'ye göndermiştir. Hatice Hatun, kocasının itaat garantisi olarak Sultan’a Kayseri şehrinin anahtarlarını takdim etmiş ve şehrin yıllık haraç vergilerinin düzenli olarak gönderileceğine dair söz vermiştir. Bir tür diplomasi görevi yapan Hatice Hatun başarılı bir sonuç almıştır. Memlük Sultanı Barsbay’ın Hatice Hatun’un taleplerine nazik bir şekilde karşılık vermesi, Türklerin İslâmî dönemde dış kültürlerle etkileşimde bulunsa da milli kimliklerini ve geleneklerini korumaya devam ettiklerini göstermektedir.

İslâmî dönemin ilk yıllarından, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşuna kadar geçen süre zarfında, Türk toplumunda kadınlar hayatın çeşitli alanlarında varlık göstermiş, hatta erkeklerle birlikte sefere katılıp savaşlara iştirak etmiştir. Osmanlı’nın kuruluş dönemi öncesinde Anadolu’da faaliyet gösteren bir kadın örgütü, kadının toplumsal kültürdeki yerini ve rolünü anlamamıza yardımcı olur. Bu örgüt hakkında ilk kez bahseden ünlü tarihçi Aşıkpaşazâde, Anadolu’daki gaziler, abdallar ve ahilerden oluşan grubun bir parçası olarak, Bâcıyân-ı Rûm adını taşıyan kadınlara özgü ahi topluluğunun, Ahî Evren’in eşi Fatma Bacı tarafından tesis edildiğini belirtmektedir. Bu kadınlar, hem Anadolu’da dokumacılığın gelişmesine katkı sağlamış hem de Ahîlik teşkilatının bir parçası olarak askerî faaliyetlere katılmışlardır. Osmanlı’nın kuruluşunda da etkili olan bu kadın örgütü, aynı zamanda Türk din adamlarının kadınların toplumdaki yerini nasıl algıladığını ve bu algıyı nasıl hayata geçirdiğini göstermektedir. Bacıların faaliyetlerine bakıldığında, kadınların sosyal alanda etkin bir şekilde yer aldığı ve bu geleneğin Osmanlı’ya da taşındığı görülmektedir.

İbn Haldun’un toplumsal yapı teorisinde yer alan mülkün ilk kurulduğu dönemde toplumun farklı sınıfları arasında belirgin bir ayrışma olmadığı fikri, sultan eşlerine dair yazılanlara da yansımaktadır. Sultan eşleri, sadece saraylarda kapalı bir yaşam sürmeyip, toplumla aktif bir etkileşim içinde olmuşlardır. Onlar, eşleri gibi, devletin sosyo-politik yaşamında aktif birer özne olarak yer almışlardır.

 Osmanlı Devleti’nin temellerinin atıldığı Söğüt ve Domaniç’te Hayme Ana’nın obaya liderlik etmesi esasen seferde ordunun başında olan Beyin yerine görev yapmasıdır.  İbn Battuta, İznik şehrinin idarecisi olarak Nilüfer Hatun’un adını beyan etmektedir. Nilüfer Hatun, İbn Battuta’yı konuk ederken gösterdiği incelik ve ikramların yanı sıra, dindarlığı ve olgunluğu ile de tanınan bir lider figürüdür. Ayrıca, I. Murad’ın kızı Melek Hatun ve Selçuk Hatun, erken Osmanlı dönemi siyasetinde aktif roller üstlenmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun daha sonraki dönemlerinde ise, özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde Hürrem Sultan, Mihrimah Sultan ve Esma Sultan gibi padişah eşleri ve kızları, devletin yönetiminde önemli etkilere sahip olmuşlardır. Hürrem Sultan’ın, sadece Sultan Süleyman’ın eşi olarak değil, aynı zamanda kurduğu vakıf ve ona bağlı tesislerle siyaset ve toplum hayatında etkinliği ile de tanınan bir figür olması, Osmanlı'daki kadınların toplum içindeki yerinin ve güçlerinin belirginleştiğinin bir göstergesidir. Benzer şekilde, Mihrimah Sultan ve Esma Sultan da, padişahların yanında siyasi kararları etkileme kapasitesine sahip olmuştur. Bu kadınlar, sadece aile içindeki rolleriyle değil, aynı zamanda devletin iç işleyişine yön verme güçleriyle de tarih sahnesinde öne çıkmışlardır.

Türk tarihinde, kadınların devlet yönetimi ve toplumun diğer alanlarındaki etkisi oldukça büyüktür. Eratnalılardan Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanan süreçte, kadınlar sadece ev içindeki rollerle sınırlı kalmayıp, siyasi, askeri ve sosyal alanlarda da önemli görevler üstlenmişlerdir. Bu durum, Türk toplumunun, kültürel miraslarını yaşatırken, aynı zamanda kadınları aktif birer toplum lideri olarak kabul etmeye devam ettiğini göstermektedir.

Türk Sosyo- Ekonomi-Politiğinde Kadınların Etkisi

XVI. yüzyıl ortalarından XVII. yüzyıla kadar, Osmanlı İmparatorluğu'nda valide sultanların "mehd-i ulya" yani saltanatın yüce tahtı unvanıyla, küçük yaşta tahta çıkan oğullarına naiblik yaparak devlet yönetiminde önemli bir yer edindikleri bilinmektedir. Bu dönemde, tıpkı Nizamülmülk’ün siyasal etkilerinin eleştirildiği gibi, kadınların siyasete katılımını eleştiren bazı ilmî çevreler tarafından eserler kaleme alınmıştır. Bu eserlerde, kadınların iktidar üzerindeki etkisinin olumsuz bir biçimde tasvir edilmesi, dönemin kültürel ve toplumsal algısının bir yansımasıdır. Bu bağlamda, Mahpeyker Kösem Sultan, Safiye Sultan ve Hatice Turhan Sultan gibi figürler, dönemin en tanınmış valide sultanları arasında yer almaktadır.

XIX. yüzyılda tarihe damgasını vuran kadınlar liderlerden birisi de Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmiâlem Valide Sultan’dır. Bezmiâlem Valide Sultan  kurduğu vakıflar aracılığıyla siyasal ve toplumsal hayatta önemli  inisiyatifler aldı. Bezmiâlem Valide Sultan oğlu İstanbul dışında olduğunda devlet işlerine müdahil olduğu, pek çok meselede ona yol gösterdiği ve İstanbul'da kendi vakıfları aracılığıyla bürokrat yetiştirmek amacıyla bir okul kurduğu Osmanlı arşiv belgeleriyle kanıtlanmıştır. Aynı dönemde, Sultan Abdülaziz'in yerine halkın şikayet ve dileklerini sunmak için Pertevniyal Valide Sultan’a başvurması, valide sultanların iktidar üzerindeki etkilerini gösteren önemli bir örnek teşkil etmektedir. Ayrıca, V. Murad’ın kısa süren padişahlığı ve tahta yeniden getirilmesi sürecinde annesi Şevki-efsâr Valide Sultan’ın rolü de oldukça belirgin olmuştur. Bu örnekler, Türk siyaseti ve kültüründe kadınların önemli bir etki alanı oluşturduğunu ortaya koymaktadır.

Bu tür örneklerin çoğaltılabileceği, Türk tarihinin derinliklerinde kadınların siyasetteki yerinin geniş bir araştırma konusu olabileceği açıktır. Ancak burada dikkat çeken temel husus, bu kadın figürlerinin ortak bir noktada birleşmesidir. Gevher Nesibe Hatun'dan Osmanlı dönemi figürlerine kadar uzanan bir zaman diliminde, tüm bu kadınlar, kendi dönemlerinde halkın yararına vakıf eserleri inşa etmişlerdir. Gevher Nesibe Hatun, Anadolu’daki en eski hastanelerden birini kurarak sağlık alanındaki hizmetleriyle dikkat çekmişken, Osmanlı İmparatorluğu’nda Hürrem Sultan’dan Kösem Sultan’a, Bezmiâlem ve Pertevniyal Valide Sultanlar’a kadar pek çok valide, ülkelerinin farklı bölgelerinde hastane, mektep, han, hamam, çeşme, aşevi, mescit, cami gibi halkın hizmetine sunulmuş vakıf eserleri inşa ettirmişlerdir.

Bu vakıf kurma geleneği, sadece bu kadınların hayır işlerine olan katkılarını değil, aynı zamanda Türk siyaset kültüründe önemli bir yer tutan "hak yolunda halka hizmet" anlayışını da yansıtmaktadır. Kadınların, devlet yönetiminde üstlendikleri bu rolleriyle, aynı zamanda toplumun ihtiyaçlarını karşılayan ve halkı gözeten bir liderlik sergiledikleri açıktır. Uygur kadınlarından Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine kadar, bu kadın figürleri, Türk siyaseti ve kültüründe halkın refahı için karşılıksız bir şekilde hizmet etmeyi benimsemiş ve bu anlayışı hem pratikte hem de teoride yaşatmışlardır.

 Sonuç olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türk tarihindeki kadınların sosyal, kültürel ve siyasi etkisi, sadece bireysel başarılarla sınırlı kalmayıp, geniş çapta toplumsal fayda sağlayan vakıflar ve kamu hizmetleri aracılığıyla da somutlaşmıştır. Bu durum, hem tarihsel bir miras hem de kadınların güçlenmesine dair önemli bir örnek teşkil etmektedir

 [1] İbn Kesîr, VII, 146; Abdülkerîm Zeydân, IV, 319.
[2] Buhârî, “Meġāzî”, 82; Tirmizî, “Fiten”, 75; Müsned, V, 50-51.
[3] en-Neml 27/23-44.