TRT’de yayınlanmaya başlayan “Vefa Sultan” isimli dizide anlatılan zât hakkında bir derleme yapmak istedim. Bu derlemede İslam Ansiklopedisi başta olmak üzere, nasihatler.com adlı site ve diğer kaynaklardan alıntılar yaptım. Buyursunlar efendim…
Muslihuddin Mustafa, ya da daha çok bilinen adıyla Şeyh Vefâ Efendi, Zeyniyye tarikatının Vefâiyye kolunun kurucusu, mutasavvıftır. İstanbul’un Fatih ilçesinde yer alan ve adını verdiği Vefa semti, onun manevi mirasının en önemli simgelerinden biridir. Yani Vefâ bir semt adı değil, semte adını veren bu zâtın hâtırasıdır.
1491 yılında âlemi cemale geçen Şeyh Vefâ’nın vuslat merasimine, dönemin Osmanlı padişahı II. Bayezid de katılmıştır. Ardından, adına inşa edilen caminin hazîresine sırlanmıştır.
EBUL VEFA HAZRETLERİ
Vefâ Efendi, İstanbul'un fethinden sonra Akdeniz'de korsanlık yapan Rodoslu korsanlara esir düşer. Bu esâret için kendi kendine “Bunda da bir hayır var” der. Hatta acıma duygusu ağır basar. “Ah!” der, “Ah bir hakikatleri görebilseler!” İnsan haydut da olsa insandır. Nitekim zindancı bu büyük velideki şefkate yakalanır. Cezayı göze alır, zincirlerini çözer, onu aydınlık bir koğuşa taşır. Uzun kış geceleri ocak başında sohbet ederler.
Mübarek, kısa sürede Rumca öğrenir, muhafızlarla dost olur. Hastalarını tedavi eder, dertlerini dinler. Bir muhabbet köprüsüdür kurar gönüllere. Kendisini Karamanoğlu İbrahim Bey korsanların elinden fidye ile kurtarır. İşte burada öğrendiği Rumca ve dostlukların bir izi olarak, İstanbul'a yerleştiğinde Rumların sıklıkla yaşadığı bir bölge olan Unkapanı bölgesindeki mahalleye yerleşir. Burası bugün bu Allah dostunun ismini verdiği Vefâ semtidir.
Bıkıp usanmadan Hakk’ı söyler. Gülene de anlatır, sövene de. Kimi dergâha râm olur, kimi aleyhinde konuşur. Mübarek güler yüzlü ve nüktedandır. En çetrefil meseleleri basite indirger ve maharetle nakşeder zihinlere.
Ebu’l Vefa’nın Fatih’e karşı hususi bir sevgisi vardır. Onu bir kere bile görmez ama geceler boyu dua eder. Genç Sultan’ı güçlü tasarrufu ile kuşatır ve ona manevi zırh olur. Fatih bu himmeti iliklerine kadar hisseder. Rüyalarını nur yüzlü veli süsler. Günün birinde dayanamaz, dergâhın kapısını tıkırdatır. Ancak Ebul Vefa Hazretleri “Hayır!” der, “Görüşmesek daha iyi.”
Koca sultan geri giderken mübârek hıçkırmaktadır. Bir hüzündür çöker mekâna. Talebeleri muammayı çözemezler. Sıradan Rumlar’ın bile kıymet verilip, buyur edildiği bir tekkenin kapısı cihan padişahına neden açılmaz? Nitekim içlerinden biri dayanamaz. “Bağışlayın ama efendim” der, “Hem hünkârı üzdünüz, hem kendiniz üzüldünüz. Bunun bir hikmeti olsa gerek?”
Mübârek “Doğru söylüyorsun.” der, “Ama aramızdaki muhabbet vazifelerimizi unutturacak kadar fazla. Eğer o, sohbetin tadını alırsa sarayda duramaz, sultanlık çelik çomak oyunu gibi basit gelir gözüne. Korkarım tacı tahtı bırakır, dervişliğe kalkışır.”
Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri'nin defin töreninde namazı Ebu'l Vefa Hazretleri tarafından kıldırılmıştır.
DELİNEN KIRBALAR
Ebu’l Vefa hazretlerinin küçük ama çok sevimli bir oğlu vardır. Çocuk iyidir hoştur da bir ara sakalara takar. Mahalle sucusunun yolunu bekler, çuvaldız ile kırbaları deler. Kim bilir, belki de fıskiye gibi akan sular hoşuna gider. Aslında saka, şaka götüren biri değildir. Bunu yapan bir başka çocuk olsa, çoktan ensesine yemiştir şamarı. Zira delinen kırba dikilemez, ancak boğumlanarak bağlanır ki, koca kırba gitti demektir yarı yarıya.
Saka bir sabreder, iki sabreder, bakar olmuyor, tutar eteğini, çıkar huzura. “Affınıza sığınıyorum ama” der, “Vaziyet böyleyken böyle!”
Ebul Vefa Hazretleri çok şaşırır. Kırbaların parasını fazlasıyla öder. Sucudan ağlaya, yalvara helallik diler. Saka bir hoş olur. “Keşke eşiğine sultanların baş koyduğu veliyi üzmeseydim” der. Pişman, mahcup dergâhı terk eder.
Ebul Vefa hazretleri çocuğa hiçbir şey demez. Hemen hanımını bulur. “Aman hatun, iyi düşün” der, “biz bir hata yaptık ama nerede?”
O gün tırnaklarını saçlarına geçirir, adeta beyinlerini kanatırlar. Uykuyu dağıtırlar. Hanımı sabaha karşı “Tamam!” der, “Galiba buldum!”
-Anlat hele?
-Çocuğumuza hamileydim. Kız kardeşim bir yere uğrayacak olmalıydı sepetini bırakmıştı bize. Zerzevat arasından bir limon parladı. Canım nasıl çekti anlatamam. Kardeşimi biliyorsun. Bir şey istemeye gör, canını verir. Limonun lâfını etsem, mutlaka bize bırakacak, kendi limonsuz dönecekti evine. Aklıma başka bir yol geldi. Limonu iğneyle deldim, bir damla emdim. Nefsimi körledim. Ama unuttum gitti. Hata bende, limonunu deldiğimi söylemeliydim ona.
-Aman kalk bacına gidelim.
-Bu saatte mi?
-Evet, bu saatte!
-Ne diyeceğiz?
–Helallik dileyeceğiz.
Sonrasını tahmin ediyorsunuzdur. Çocuk bu huyu kendiliğinden bırakır, dost olur sakaya.
ASIRLAR SONRA
Ebu’l Vefa Hazretleri bulunduğu semtte çok sevilir. Mahalle halkı mübareğin na’şına sahip çıkar, dahası güzel bir camiyle adını yaşatırlar. İşte bu gün bile Unkapanı, Fatih, Süleymaniye arasında kalan muhit onun adıyla tanınır. Esnaf ona Fatiha okumadan dükkân açmaz, çocuklar okul yolunda bir lahza durur, mırıl mırıl dua okurlar. İnsanın “şu işe bakın!” diyesi geliyor, koca koca imparatorlar silinip gidiyor, Allah dostları hatırlanıyor daima.
Sevgiyle kalın…
GÜZEL CÜMLELER
Hayrın bir ise binle, vakt-i seherde inle. Pend-i Vefâ’yı dinle, derviş olayım dersen. EBU'L VEFÂ HZ.