Ali GÜNHAN: "İşgal döneminde Kütahya"

Okuyacağınız bu yazı, Kütahya’nın Yunan işgali altındaki durumundan bir nebze bahseden yazıdır. Orijinal el yazması ve Osmanlıca Türkçesiyle bir deftere “İşgalde Kütahya ” başlığıyla yazılmış olan bu yazıyı günümüz Türkçe okunuşa çevirerek, önemine binaen okuyucuyla paylaşmak istedim.

Yazıyı kısmi sadeleştirmek suretiyle aynen aktardım. Bununla beraber konuşmaların geçtiği bazı bölümleri metnin uzun olması nedeniyle çıkartmak suretiyle kısalttım. Olaylar, okunduğundan da anlaşılacağı üzere Tamamen Kütahya’da geçmektedir.

12 Mayıs 1922 havalar ısınmış Bahar tamamıyla gidişi belli etmişti. Çayırlar, bayırlar yemyeşil Bahçelerde ağaçlar rengârenk çiçek açmış ortalık mis gibi kokuyor. Tatlı tatlı esen Bahar rüzgârıyüzleri okşuyordu koca kışın evlerinde bunalmış olan halkyazın gelmesiyle kırlara bayırlara dağılmak istiyor. Ne çare ki, dokuz aydır işgal altında bulunan Kütahya’nın şirin Mesirelikleri şimdi Yunan Subay ve Askerlerinin yerli Rum ve Ermeni Kızlarıyla eğlence ve piknik yerleri olmuştu. Her yerde onlar yiyorlar, içiyorlar, sevişiyorlar, eğleniyorlardı.

Bir zamanlar Germiyanoğlu’nun Başşehri olan ve sinesinde Osmanlı Şehzadeleri barındırmış. TürkŞehri Kütahya şimdi mütevekkil’ane bir sessizliğe bürünmüştü. Çileli kaderini yaşıyordu. Hükümet onların,Kışla, Okullar onların, Kale onların, Hastahane onlarındı. Her yerde Mavi Beyaz Bayrakları dalgalanıyor. Caddeler Sokaklar düşman askeriyle dolu. Rum ve Ermeni Azınlıkları iyice bir neşe içinde saldıracak Türk arıyorlar. Türkler Meyus (Ümitsiz, Umutsuz, Üzgün) demektir. Çükü her gün yeni bir zulüm ve işkence ile karşı karşıya. Eski Defterler yoklanıyor. 30, 40 yıllık bakaya vergileri bulunup çıkarılıyor. Zorla tahsil ediliyor. Silah aramak için evler basılıyor. Şehrin ileri gelenleri yakalanıyor. Uydurma bahanelerle Atina’ya sürülüyor. Genç İhtiyar demeden topladıkları erkekleri sabahtan geç vakitlere kadar yol yaptırıyorlar Helâ (Tuvalet)temizlettiriyorlar Sokakları süpürtüyorlar. “Geceleri kapılara Gaz asacaksınız” diye tembih ediyorlar. Evlere akıllarına estikçe salgınlar salıyorlar. Halkı soymak için yeni yeni bahaneler icat ediyorlar. Çarşıda dükkânlar soyuluyor. Soyanı bildiğin halde ses çıkaramıyorsun. Geceleri dışarı çıkmak yok. Cadde ve Sokaklarda çifte devriyeler geziyor. Yakaladıklarını Karakollara götürüp sabahlara kadar ağır işkenceden geçiriyorlardı.

İşte Baskı. Güngörmüş Kütahya Devlet Hastanesi kapısında kocaman iki bayrak Yunan ve Kızılhaç bayrakları,önünde iki süngülü Yunan Askeri, içi Yunan Askeri, Doktorlar, Sıhhiye Erleri ve Hemşirelerle dolu. Ordu Hasta haneyegirmiş orda acı ve çilesini yaşıyor.

 

Hastanenin bahçesindeki Kameriyede beyaz gömlekli Hastane’nin Baş Hekimi Dr. Zaharis ile yeğeniİstihkâm YüzbaşısıAyolidiyedis oturmuş Çay içiyorlar. Yanlarında iri kemikli esmer iri burunlu birde kadın vardı. Binbaşı Rütbesinde Başhekim Dr. Zaharis ile Yüzbaşı Ayolidiyedis Amca çocukları idi. İkisi de Yedek Subayı idi. Türk Yunan Harbi dolayısıyla Askere alınmışlardı. Her ikisi de Pire’nin (Pire Adası) zengin ve tanınmış aile çocukları idi. Sivil hayatında Dr. Zaharis Atina İşçi Sigortaları Hastanesinin Dâhiliye mütehassısı Ayolidiyedis ile yüksek Mühendisti. Atina’da serbest iş yapıyordu. Yanındaki kadın Ayolidiyedis’in Aşçısı, işçisi idi. İzmirlidir. Ayolidiyedis ilk İzmir’e çıktıkları zaman onu bir Gazino da tutmuş, beraberinde getirmişti. Daha doğrusu kadın, Yüzbaşıdan ayrılamamış, peşine takılıp gelmişti. Bir gölge gibi onu takip ediyordu. Ayolidiyedis ile Dr. ZaharisAnadolu’ya çıkalı bir yıl olduğu halde ilk defa karşılaşmışlardı. Sakarya mağlubiyetinden sonra Yunan Ordusu geri çekilirken Ayolidiyedise yeni bir vazife Afyon İzmir hattının Demir inşaat bakım işleri vazifesi verilmişti. Afyona giderken Yeğenini ziyaret maksadıyla Kütahya’ya uğramıştı.

    *  *  *

 

Kütahya hastanesinde diyalog

Dr. yine çay bardağını masaya koydu, kalktı Gül Fidanlarının yanına bulunduğu yere geldi iki tane yeni açılmış tomurcuk kopardı masaya geldi. Birisini Madama diğerini Yüzbaşıya verdi, konuşmaya başladı.

Dr.-Şehri nasıl buldunuz? Zannederim iyice dolaştınız, tipik bir Anadolu Kasabası değil mi?

Yzb-Evet. İyice yerler gördük, fena yer değil hele Değirmenler tarafının manzarası güzel, hoşuma gitti.

 Dr.-Kaleye Çıkmadınız mı?

 Yzb. -Çıktık Dedelerimiz ne kadar emek harcamışlar. Dr. Burada ne kadar Türk var?

  Dr. -Beş altı bin. Burada Elen (Yunanlı) çoktur. Üç dört bin o kadar….

  Yzb. -Bir nokta dikkatimi çekti.

  Dr. -Neymiş O?

  Yzb. -Burada Nüfusun yarısından fazlası Hıristiyan olduğu halde dört Kilise gördüm hâlbuki Camiler sayısız.

 Dr. -Bizlik böyle olması gayet tabii bin yıldır burası Türklerin elinde ama meraklanma şehir. Sahibi asliyesine kavuştu. Bundan sonra o Camiler birer birer Kiliseye çevrilecek. (Panhelenizm) de birinci Planı budur.

 Yzb. -Ama kazanabilirsek.

  Dr. -Ne demek kazanabilirsek?

  Yzb. -Çok rica ederim Doktor, şu gazeteler gibi kendimizi aldatmayalım. Cepheden daha dün geldim. Türkler Sakarya’da Ordumuzu bozguna uğrattı, son Eskişehir – Kütahya arasına intikaletti. Zan ederim Ordumuz bu yakınlarda Afyon-Dumlupınar muhkem mevkie çekilecek. Vaziyet onu gösteriyordu. Türklerin başında Kemal var, Tilki gibi kurnaz bir adam Ordumuzu içerilere kadar çekti, oyaladı. Bu arada Ordusunu düzeltti kuvvetlendirdi şimdi karşı taarruza geçti. Türkler delice saldırıyorlar, Ordumuz tutunamıyor.

Dr. -Zavallı yeğenim senin sinirlerin bozulmuş o kadar kötümser olmayın bakalım.

Yzb. -Ne diyorsun Doktor, Kanlı savaşları gözlerimle gördüm. Türkün siperlerimize gözlerini kırpmadan saldırıyorlar. Hele süngü takıp hücumlara kalktılar mı makineliler, toplar para etmiyor. Siperlerimize sızınca vay orada bulunanların haline bizim asker dayanamıyor mızraklı süvarileri gönderip Karargâhlarımıza salıyor. Bunlarda korku denilen bir şey yok. Cepheye gelen askerin anlattıklarına göre Türklerin önünde koca kavuklu, şalvarlı, sakallı ellerinde keskin ağızlı palalarıyla zebella gibi bir takım görüntüler geliyormuş. Kim bunlar? Bunlara Kurşun İşlemiyormuş.

Yzb. -Doktor vaziyetler bildiğinden bambaşka. Kral Konstantincephede iken bende Sakarya’da bulunuyordum. “Ankara’ya” Emri verdi (15 Ağustos 1921)bunun üzerine ordumuz ki, kuvvetleriyle taarruza geçtiler fakat cepheyi yaramadılar. Sanki Türkler kaya gibi yerlerine çakılmışlardı. Alınan istihbarattan anlaşıldığına göre Türkler Doğudaki Ermeniişini hal etmişler, Ruslarla da bir anlaşma yapmışlar şimdi doğudaki ordularını bizim cepheye getirdiler bu sebeple Türkler çok kuvvetlendi.

Dr. -Ne kadar kuvvetlenselerde ne silah ne asker bakımından bize ulaşamazlar.

Yzb. -Ama onlarında avantajları var. Biz o sesimizden uzağız. Sonra Atina’dan kötü haberler geliyor. Muhaliflerden.Onlar (Türkler) kendi topraklarında savaşıyorlar. Şehirler Kasabalar hep Türk. Sabotajlar bir başlarsa önünü alamayız.Biliyorsun ilk anlarda Armacılar (Bayrakçılar) ne kadar oyaladı bizi. Asıl kötü tarafı savaş uzadıkça askerimizde de moraller bozulmakta. Hele bu geri çekilmeler büsbütün hata etkisi yapıyor. 

Dr. -Doğru

Yzb. -Politikacılar baş eğer mi? ve bizi öyle bir maceraya attılar ki, korkarım bunun ceremesi çok acı… “

“…..Bu sırada yanlarına yine beyaz gömlekli, gözlüklü genç biri geldi. Selam verdikten sonra

-Efendim (döndü) iki kamyon yaralı geldi. Karantinaya mı alalım?

Dr. -Ağırları (Ağır Yaralı) var mı?

Dr. -Ağırlarını yeniaçtığımız Pavyona alınız. Diğerleri karantinada kalsın.

Doktor “Baş üstüne” dedi. Ayrıldı. …”

**

“….Bu sefer Cümle (Dış Giriş) kapısındaki nöbetçi koşarak geldi. Doktorun karşısına sessiz bir duruş yaptı, acele acele konuşmaya başladı.

-Kapıda bir Gezel (Otomobille yapılacak işler için gezen kişi) var sizi istiyor.

Doktor gitti.

“…biraz sonra Doktor geldi oturdu ve sordu

Dr. -Koğuşları gezdiniz mi?

Yüzbaşı isteksizce cevap verdi. “Gezdik” Madam Yüzbaşının sözünü tamamladı.

Mdm. -Ne kadar çok yaralı var? Doktor Madama döndü

Dr. -Yatıracak yer bulamıyor, yatağımızı da şu binayı da koğuş yaptık. İleride kocaman bir Bayii gösteriyordu. Yüzbaşı birden hatırlamış gibi söylendi.

Yzb. -Ha Gezel’in derdi ne imiş?

Dr. -Adam -Boktan- (Hayvanların Sağı Solu Tezeklediği alanlı) bir köyden geçerken bir kaka yapmışlarbu sebeple Otomobilleri beş altı yaşlarında bir kızı çarpmış oda kızı otomobile atmış buraya getirmiş.

Yzb. --Aldınız mı?

Dr. -Almak mecburiyetinde kaldım.

Yzb. --Gezelek’in de sahibeliği. Bu kadar yaralımız varken…”

 

“…Yzb. -Gezelı tanıyor muydunuz?

Dr. -Hayır….”

“….Bu sırada Doktorun Emir eri geldi. “Doktor Bey Otomobiliniz hazır sizi bekliyor. ” Doktor “Peki yavrum” dedikten sonra gömleğini çıkardı Ere verdi. Misafirlerine döndü

-Buyurun gidelim.

Ilıca’da Kır Balosu

Kapıda bekleyen Taksiye yerleştiler. Elen (Yunanlı) Mahallesindeki Doktorun evine yollandılar. Otomobilde giderken Doktor anlatıyor.(Binbaşı RütbeliBaş Hekimi Dr. Zaharis)

Dr. -Yarın bir Kır Balomuz var. Oraya gideceğiz davetliyiz.

Yzb. -Ya öyle mi? kim veriyor?

Dr. -Şehrin Mutasarrıfı İbrahim Bey hem de Kaplıcada. Buranın Eskişehir yolu üzerinde Ilıca denir ki bir Kaplıcaları durur. Güzel bir yer, gayet tabii güzel

Yzb. -Mutasarrıf -Yerli- demek

Dr. -Evet, Şehrin en zenginlerinden, Hatta o kadar ki, Kralımız Konstantin buraya geldiği zaman onun konağında misafir edildik aynı zamanda kendisi en dürüstüdür. Muvaffakiyetlerimizi canı gönülden alkışlayan bir zat

Yzb. -Güzel, daha bunun Elen (Yunan) dostu olanları var mı?

Dr. -Var var, sabah görürsün dostlarımızı. Bu İbrahim Bey birkaç gün evvel oğlunu sünnet etti. Türklerde bu bir adettir. Gayet tantanalı debdebeli bir düğün yaptı. Bizim Komiser Gezel İbrahim Beyle “Biz bundan bir şey anlayamadık” diye şaka ediyor. Bunun üzerine Mutasarrıfta bu Baloyu tertip ediyor. Bütün yüksek rütbeli Subayları davet ediyor. Bu arada bizi de unutmuyor. Kaplıcadan hoşlanırsanız orada on beş günlük bir banyo alısınız. Orada tanıdıklar çok.Sizi onların yanına yerleştiririm.

Yzb. -Peki Siz.

Dr. -Ben dönmek mecburiyetindeyim. Durumumu gördünüz. Mamafih ara sıra sizi ziyaret ederim.

Yzb. -Doğru hele bir görelim.

Otomobil durdu, indiler Rum Gazinosuna girdiler…

                                   ***

Hasta hanenin Başhekim Odasında Doktor Zaharis oturmuş sabah Kahvaltısını yaparken bir taraftan Gazetelere göz gezdiriyordu, kapısı açıldı. Yzb.Ayoldiyadis giriverdi. Birden Doktor ayağa fırladı. Sütünü masaya bıraktı Ayoldiyadis’in elini sıktı.

Dr. -Hoş geldin Yüzbaşı

Yzb. -Teşekkür ederim Doktor.

Dr. -Kuzum sen iyi kilo almışsın. Kaplıca yaramış.

Yzb. -Öyle oldu Doktor. Sayende sekiz aylık yorgunluğu attım. Şimdi yeni doğmuş gibiyim...

Dr. -Herhalde kahvaltı etmişsindir.

Yzb. -Ilıcada yaptık doğru buraya geldim.

Dr. -E nasılsın bakalım?

Yzb. -Çok iyiyim, yalnız bu açıkları nasıl kapatacağız. Kıtamdan ayrılalı bugün tam otuz iki gün oldu.

Dr. -Bak sen hele düşündüğün bu mu? Oğlum sen Mühendissin ben Doktor bizim vereceğimiz raporları Rufailer bile karışamaz.

Yzb. -Ne, ne karışamaz? 

Dr. -Rufailer. Bunu burada öğrendim. Türklerin Atasözü. Bir Türk Dostum bunu izah etti. O Mutasarrıfın Sünnet düğününde bir Şeyh bir alay dizelemiş, yüz kadar ÖğrencisininAvurtlarına (Yanak) 20 santimlik bir şiş sokmuş, şişlere de birer elma takmış diğer bir kısmı büyüklerinin ellerine Kılıç vermiş, keskin kılıcı habire çıplak vücutlarına sürtüyorlar, bir kısmının elinde de kalın yuvarlak Süngüler var avuçlarında çeviriyorlar çeviriyorlarçıplak karınlarına saplıyorlar. Bir kısmının da ellerinde bir buçuk metrelik yılanlar çıplak vücutlarına ve kollarına dolanmış vaziyette sokak sokak dolaşmışlar… Hastahane önüne geldiler, çeşit çeşit gösteri yaptılar, seyrettik. Doğrusu bir Doktor olarak yapılanlarını aklım almıyordu. Şiş saplanıyor kan çıkmıyor, sonra sordum o Türk dostuma “Bu Rufa-i Şeyhimiz Hacı Korudur. Bu bir tarikattır. Böyle yaparlar, bunların yaptıklarına kimsenin aklı ermez.” Dedi. Ve beni zaman zaman Tekkelere gönderdi. Burada Tekke diyorlar. Yerler var, birine gittik Müzik çalıyor Fistan giymiş adamlar kollarını açarak fırıl fırıl dönüyorlardı. Bir diğerine gittik insanlar büyük bir daire şeklinde dizleri üzerine oturmuşlar Huuhuu diye zıplayıp duruyorlar. Görülmüş bir garip adetleri var.

Yzb. -Öyledir. Haymana taraflarında bir defa de ben rastladım. Büyük bit meydanlığa toplanmışlar, hep kollarını uzatmışlar parmaklarını aşağıya doğru çevirmişler bir şeyler mırıldanıyorlardı sordum. Yağmur duası yapıyorlarmış.

Dr. -Çok İptida-i hem bakiye onların hepsi düzelir. Hele şu savaşlar bir sona ersin şüphesiz arkasından muhaceret başlayacak buralara elitler yerleşecek şu topraklar bizi Asya edecek zengin ve müreffeh bir Yunanistan İmparatorluğu doğmuş olacak. Zaten bu hükümetimizin birinci planıdır.

Yzb. -Ah şu Kemal olmasa

Dr. -Bırak canım şu Kemal’i

Yzb. -Deme öyle, ben Kemalden çok korkuyorum. Bu adam bambaşka bir yaradılıştır.

Dr. -Neyse lafı çok uzatma, emrin geldi

Doktor masasının yanındaki Etajerden bir dosya çekti, Yüzbaşı cüretle sordu.

Yzb. -Ne emri?

Dr. -Al oku

Yüzbaşı Doktorun uzattığı yazıyı okumaya başladı.

Kütahya Askeri Hasta hanesi Baş Hekimliğine

Hastanenizde tedavi görmekte olduğu raporunuzdan anlaşılmış olan İstihkâm Yüzbaşısı Ayoldiyadisyeni görev yeri Afyon, Uşak hattından Küçük köy İstasyonudur. Orada yapılacak olan ramiyenin planlarını çizmeve nezaret edecektir.

Aynı zamanda İzmir’den silah malzemelerin müstahkem mevkilere sevk işiyle de meşgul olacaktır. Kendisine tebliği ile Hasta haneniz taburcu edildiğinde yeni vazifesine hareketin teminini rica ederim.                      

Afyon Gurup Kumandanı

 

Yüzbaşı kâğıdı okuduktan sonra masaya koydu ve Doktora

Yzb. -Demek Doktur ben hastayım öyle mi?

-Evet, koca bebek, başka ne yapabilirdim.

Yzb. -Teşekkür ederim ama ne zaman taburcu edileceğim.

Dr. -Gel bahçeye çıkalım, sabah sabah temiz hava alalım….”

Çeviri: Ali GÜNHAN

Kaynak Künyesi                      :

Kütahya Belediyesi Mustafa Hakkı Yeşil KütüphanesiTBT-304 Numarada Kayıtlı Defter, Yazının Yer Aldığı Sayfalar: 99-107, 1927-1928 (İnceleme Neticesi Tahmini Tarihtir.)

Kaynak: Haber Merkezi