Bazı şehirler susar, bazı şehirler anlatır. Kütahya… O anlattıkça biz sessizleştik ve şimdi kendi şehrini tanımayan, görmeyen, hissetmeyen nesillerle baş başayız. Kütahya’yı Kütahyalıya anlatma vakti çoktan geldi de geçiyor. Peki, bunu kim yapsa dikkate alınır?

Ressam Ahmet Yakupoğlu 70 yıl resmederek anlattı, anlamadın! Mehmet Dumlu Hoca 60 yıl kürsüden anlattı duymadın! Dünyaca bilinen seyyah Kütahyalı Evliya Çelebi seyahatnamesine aldı, okumadın bile! Onlarca divan yazıldı, hiçbirinden haberin yok! Koca koca sultanlar Kütahya meftunu idi ama sen bir şey bilmediğin hâlde “Kütahya’dan bir şey olmaz” diyorsun! İlber Ortaylı olsa sana ağzını gere gere “cahil” der, alay eder! Ne yazık!

Şehrin ortasında yükselen Kütahya Ulu Camii’nin gölgesinde büyüyen bir çocuk, o minarenin kaç yüz yıldır göğe uzandığını bilmiyor mesela. Çini tabakların, vazoların arasında büyüyen gençler, çiniyi makineler yapıyor sanıyor. Emekten bihaber! Dumlupınar’da toprağa düşen atalarımızın hikâyesi, yalnızca bir okul gezisinin anısı kadar yer ediyor zihinlerde. Biz, tarihi ayaklarımızın altında ezip geçiyoruz ama yukarıda göğe doğru yükselmiş bir kimlik arıyoruz. Bulunur mu? Vallahi bulunmaz sevgili dostum! Kendi dışımızda bir gerçeklik bulunamaz!

Kütahya, her taşında bir hikâye barındırır oysa. Ancak biz bu hikâyeleri değil, kaldırımı konuşuruz. Kütahya’nın sokaklarında gezerken tarih kulağımıza bir şeyler fısıldar ama biz, bize yabancı şeylerle ilgilendiğimiz için o fısıltıları duymayız. Çünkü biz, Kütahya’da doğduk ama Kütahyalı olmayı beceremedik. Asırlar öncesinden gelen Kütahyalı kültürünü alaşağı ettik bir kere! Sen, bugün yaşayan Kütahyalıların, öz kültürünü koruduğunu mu sanıyorsun? Eğer öyle ise çok yanılıyorsun.

Sana soruyorum sevgili dostum: Bu şehirde yaşayıp da Frig Vadisi’ni hiç görmemiş ya da hiç duymamış kaç kişi var? Aizanoi’yi sadece duymuş ama yolunu düşürmemiş kaç hemşerimiz var? Kütahya Kalesi’ni yalnızca uzaktan seyreden fakat surların ardındaki zamanı hiç merak etmeyen kaç kişi var? Bu soruların cevabı utanç verici ama gerçek…

Kütahya’da doğup, Kütahya’dan bihaber olmak… Ne acı bir çelişki bu!

Tarihle, atalarla övünmek kolay. Zor olan, o tarihin sorumluluğunu taşımak. Biz ise o sorumluluğu valilere, belediye başkanlarına, kültür müdürlerine falan yüklüyoruz. Oysa bir şehrin hafızası, sokaktaki insanın kalbinde saklı olmalı. Peki, bizim kalbimizde Kütahya ne kadar yer tutuyor?

Bugün şehirde yetişen birçok genç, “Bu şehirde gelecek yok” diyerek başka yerlere göç ediyor. Peki, sen bu şehrin geleceği için ne yaptın? Kaç kişiye Kütahya’nın değerini anlattın? Bu şehirde bir ağacın gölgesinde oturup da “Ben bu toprağın evladıyım” diye içinden geçirdin mi? Senin Kütahya diye bir derdin, sevdan, aşkın oldu mu sevgili dostum?

Bir geçiş güzergâhı değildir, bir duraktır Kütahya. Ancak, biz çevreyolundan her geçenle birlikte geçiyoruz kendimizden. Kaybolup gidiyoruz…

Kütahya, sadece bir şehir değil; bir hafıza, bir ruh, bir kimliktir. Kimliğini tanımayan insan ne kadar yol alabilir ki? Geriye geriye gider. Bunu fark eder bir zaman sonra ancak vakit geçmiştir artık…

Belki de biz, gözümüzün önündekini görmekten yorulduk. Çünkü görmek sorumluluk ister. Gördüğünü anlatmak, anlamak, sahip çıkmak ister. Üzgünüm aziz dostum, biz kolay olanı seçtik. Bilgisizce fikir üretip eleştirmeyi, çocuklar gibi birbirimize küsmeyi, saçma sapan bir şekilde birbirimizden uzaklaşmayı kolay bilip onu tercih ettik.

Kütahya, hâlâ aynı yerinde, gariban bir şekilde duruyor. Bir duvar yazısı gibi; zamanla silikleşiyor ama yerli yerinde bekliyor. Bizimse bakacak yüzümüz kalmadı ona. Çünkü biz, şehri değil, kendi yorgunluğumuzu seyrediyoruz.

İnsanlar köle gibi çalışmaktan ne eğitilebiliyor ne de sosyalleşebiliyor. Eğitilmemiş, sosyal yönü olmayan, sevmeyi / sevilmeyi bilmeyen birinin yorgunluğu hiçbir şeye benzemez canım dostum. Dolap beygiri gibi gider gelir durur. Gidip geldiğinin de farkında değildir, çünkü gözleri kapalıdır. Gözü açılsa anlayacak ve artık bu gidip gelmeleri sona erdirmek için mücadele edecek.

Bu yazıyı nasıl anlamak istersen öyle anla ama sana arz ettiğim, samimi bir Kütahyalının yakarışlarıdır.

Ey Kütahyalı, ya da Kütahya’da yaşayan insan! Ne olur artık susma! Susman gerekenleri konuşuyor, konuşman gerekenleri söylemiyorsun. Çelişkiler yumağı olmuş hayatın.

Kütahya’yı yönetmeye talip olup seçilen hiç kimse, senden daha kıymetli ve daha değerli değil. Ona sen verdin yetkiyi unutma. Ya da atanmış bir bürokrattan çekinmen için hiçbir gerekçe yok. Sen kendin ol, özüne dön, işine bak yeter! Kafanda yarattığın baskıcı perdelerden kurtul ve sana tahakküm kurmak isteyen her kim olursa olsun ona asaletin, ferasetin, yüceliğin, saygın ve sevgin ile davran.

Sana birileri gibi çiçek / böcek yazabilirim, sallar başımı alırım maaşımı. İçime sinmiyor aziz dostum. İnan buna. Kütahya’yı Kütahyalıya anlatmak zor iş amma velâkin sen dinlemeye kararlıysan, yazmaya devam ederim. Gel bana çiçek böcek yazdırma cancağızım…

Sevgiyle kalın…

GÜZEL CÜMLELER

Kütahya, senin bilmediğin kadar değerlidir!