Merhaba sevgili Dumlupınar Gazetesi okurları! Yazarlığına başladığım “Sanatın Serüveni”nin 10. sayısında, okuduğum bölüm olan “Görsel İletişim...
Merhaba sevgili Dumlupınar Gazetesi okurları! Yazarlığına başladığım “ Sanatın Serüveni”nin 10. sayısında, okuduğum bölüm olan “Görsel İletişim Tasarımı” ile alakalı bir yazı yazarak; sanat ile tasarım arasındaki ilişkinin üzerinde duracağım.
Yazıma başlamadan önce, bir okurum ile aramda geçen diyalogdan bahsetmeliyim; takipçim bana köşe yazımın isminin “Sanatın Serüveni” olmasına karşın yazılarımın bir serüven şeklinde ilerlemediğini ve neden bu ismi seçtiğimi sordu. Açıklamam gerekir ki, köşe yazarlığına başlarken yaptığım planlamaya göre; öncelikle sanatsal kavramlar üzerine yazılar yazacak, sonrasında sırasıyla sanat akımlarını ve sanat tarihi için önemli eserleri anlatacağım. Okuruma teşekkür ederek, köşe yazımın ismini seçerken bahsettiğim gerçek serüvenin yakın zamanda başlayacağını söyleyebilirim.
Bu haftaki tartışmamıza tasarımın kelime anlamı ile başlayalım. Türk Dil Kurumu’na göre tasarım; *Zihinde canlandırılan biçim, tasavvur, *Bir sanat eserinin, yapının veya teknik ürünün ilk taslağı, tasar çizim, dizayn. Tasarımı kısaca, “yapılacak çalışmanın hayal etme süreci” olarak düşünebiliriz.
Tasarım günlük hayatta farklı alanlar ile karşımıza çıkar; grafik tasarım, mimari tasarım, endüstriyel tasarım, moda tasarımı… Bu alanların ortak noktası ise; dolaylı yoldan sanat ile olan ilişkileridir. Her biri içerisinde sanatsal bir bakış açısı barındırmasına rağmen, hiçbiri doğrudan sanat olarak kabul edilmez. Bana kalırsa ana öğretinin sanat üzerine olmaması bu ayrımı doğurmaktadır. Hangi cevabın daha doğru olduğu, nereden baktığımızda göre değişmektedir.
Sanat olup olmadığı konusundaki en ciddi tartışmalara ise “Grafik Tasarım” maruz kalır. Grafik tasarım sanat olarak görülmese bile eğitimleri sanat fakültelerinde verilir. Buradaki ayrım sanat ve zanaat arasındaki ilişki gibidir. Belki de toplum içten içe grafik tasarımcıların, sanatsal bir kaygı olmadan çalıştıklarını ve yaptıkları eserlere zanaat gözüyle bakılması gerektiğini düşünür. Oysa ki grafik sanatçısı olarak tanınan sanatçılar da vardır. Görünen o ki; “tasarım” sanat camiasının günah keçisidir. Benim şahsi görüşüm ise; her şeyin, hatta hayatın kendisinin sanat olduğu yönündedir.
Nelerin sanat olduğu, büyüdüğümüz toplumun bize öğrettiği bir yanılgı olabilir. Hiç grafik sanatçısı yetiştirememiş toplum, grafiği sanat olarak göremez. Bu alanda sanatçı yetiştirememiş olmaktan daha kötü olan, bu kıymetli insanların unutulup gitmesine göz yummaktır.
Mimar Sinan’ın bizler için örnek teşkil etmesi gerekir. Eğer biz mimariye önem veren bir toplumsak, bunda Mimar Sinan’ın payı çok büyüktür. Onun mimarlık ile bizlere kattığı birikim yüzlerce yıl sonrasına ulaşmış, kültür ve gelenek haline gelmiştir.
Grafik sanatının veya grafik tasarımın ülkemizdeki durumu, bu alanda öncülere sahip olmamasından mı yoksa; olanların kıymetinin bilinmemesinden mi kaynaklanıyor? Sizce bir toplumun öncülere sahip olmaması mı, sahip olduğu öncülerin kıymetini bilmemesi mi daha kötüdür?