Dinle bak nasıl hızlı zaman.
İnsan değil doğa bile koşuyor adına bakmadan!

“Mart kapıdan baktırır” Dediklerini hatırlıyorum. Sahi kaldı mi bu atasözünün bir kıymeti. Savurganlığın kişileri aştığı zamanımızda, doğanın içinde baharın da kaybolduğu açık değil mi?

Kısa kolluları giymiştik. Yaz geldi diye sevindik. Bahar demiyorum dikkat edersen, yaz geldi diye sevinmiştik. Usul usul olmuyor artık hiçbir şey. Hızına ne yetişiyor ki insan oğlunun doğa yetişsin! Biz, ayak uydurmalı, ona göre olmayız derken; ağaçlar çiçeklendi birden. Önce su yürümeliydi dallara, ufak da olsa bir yeşillik, minik minik tomurcuklanmalıydı filan… Nerde. Koştura koştura Doğa Ana!

Doğa Ana diyoruz ama anamız da olsa sanma ki yaşlı, o bir genç kız. Emeklemeye gayret eden, koşmayı arzulayan bir bebek ancak ondan biraz hızlı ve gayretli olabilir. Yoksa ne mümkün ona yetişmek:

Mesela dün akşam bulut vardı gökyüzünde biraz da rüzgar, sabahına kar. Öğleden sonra ne soğuktu; akşam üstü ormanda getirdik gün batımını. Gece ince bir örtü yetti bize, petekler kaldı kapalı. Alarmlarla değil, gözümüze batan güneşle uyandık. Öğleden sonra bir soğuk, bir fırtına, bir sel. “Ne oluyor? diyemeden daha botlar, ceketler, montlar. Yetişemedin hızına değil mi?

Öyle hızlı tükettik ki bir vardık bir yoktuk. Bu masal olsun isterdik ama bir de baktık 1 Nisan gelmiş. Şaka gibi. Ama değil. Don vurdu sonda. Soğuk beton duvarlar sardı ağaçları tel örgülerin içinden, hiç çıkılmaz halde. Çiçeklenen ağaçlar yaprak yaprak döküldü. Renklenen doğanın benzi sarardı soldu. Yok dedi Doğa Ana: Bundan sonra kıtlık.

Bayramlar geldi geçti. Yalnız, sahipsiz. Alışmıştık ramazan da açlığa ve anlaşmıştık açın halini de üzülmedik.

Baktık martın kapısı ardına kadar açık, mayıs gelivermiş.