Doğum ve ölüm arasındaki çizgi, hayat… Öncesi ve sonrası? Ete kemiğe bürünüp, göründüğümüz görüntüyle ve anla sınırlı, hayat dediğimiz… Ana rahminden başlayan yolculuk ve gözlerin açıldığı ve kapandığı süreç… Beyinde ve yürekte düğümlenen soruların cevabını görmeye çalışan gözler, işitmeye çalışan kulaklar, koklayan burunlar, tadı alan ve mânâyı sözcüklere dönüştüren diller, etten kemikten ibaret sandığımız ‘ben’ler ve “Beni bende demen, ben de değilim. Bir ben vardır bende, benden içeru (içeri).” denilen ‘ben’ler… Düğmeye basıldığı an başlayan ve biten hayat… Hayatımız, tek sermayemiz… Hayatımızı neye, kime ve hangi kıstaslara göre yaşayalım, ömrümüzü tüketelim? Kendimiz olmayı becerebildiğimizde sorun yok… Aklımızı ve yüreğimizi kiraya verdiğimizde, aklımızı ve yüreğimizi kullanmadığımızda başkalarına göre yaşarız… Kimliksiz ve kişiliksiz yaşamak, modern toplumlarda sıklıkla karşılaşılan ve derin psikolojik, sosyolojik ve kültürel etkileri olan bir durumdur, bu…
Başkalarına göre yaşamak, isteklerimizden ve ihtiyaçlarından ziyade, toplumun, ailelerin, arkadaşların, başkalarının beklentilerine göre hareket etmek demek… Böylesi bir hayat tarzı, modern toplumda yaygın… Kendimize egemen olamadığımız bu durumda, mutluluğumuz ve özgürlüğümüz ipotekli hâle gelir… Kendimize egemen olamayışımıza bahaneler bulmak zor olmasa gerek… Başkalarına göre yaşamanın nedenleri… Sosyal baskı… Kim, toplumda kabul görmek ve onaylanmak istemez ki? Bu, sosyal baskıya boyun eğerek başkalarının beklentilerine göre hareket etme sonucunu doğurmakta çoğu zaman… Toplumda başarı kriteri olarak görülen belirli mesleklerde çalışmak, popüler kültürün dayattığı yaşam tarzını benimsemek gibi… Aile baskısı… Ailenin, çocuklarının geleceği hakkında belirli beklentilere sahip olması… Ailenin beklentileri, çocukların meslek seçiminde, evlilik kararlarında ve yaşam tarzında etkili olmakta… Aile üyeleri arasındaki bağlar ve sevgi, bireyleri bu beklentilere uymaya zorlamakta… Kendimiz olamamak… Her birimiz, kendimizi ve gerçek isteklerimizi keşfetme sürecinde zorluk çekebiliriz; başkalarının öneri ve yönlendirmelerine uyarak bir yaşam tarzı benimseyebiliriz; kendimiz olamadıkça, başkalarına yaşamaya devam ederiz… Başkalarına göre yaşamanın bahanelerine sığınmak, her nedenin âdeta patates baskısı misâline evrilmesidir… Başkalarına göre yaşamak, hiç yaşamamaktan daha kötü hâl…
Başkalarına göre yaşadığımızda, sonuçlarına da katlanmak durumundayız… Nelere mi katlanmak zorunda kalırız? Başkalarının beklentilerine göre hareket ederiz; mutlu olamayız, tatmin olamayız… Kendi arzularımızı nı göz ardı ederiz, hep öteleriz, sürekli bir boşluk hissi yaşarız… Sürekli olarak başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışırız; stres, kaygı ve depresyon vb. psikolojik sorunlarla cebelleşiriz; kendimiz olamayız, değerlerimizi ve kimliğimizi kaybederiz… Kendi kararlarımızı alamayız, sürekli başkalarına göre hareket ederiz, özsaygımızı ve özgüvenimizi yitiririz, pasif ve birilerine bağımlı hâle geliriz… Başkalarına göre yaşamaktan nasıl mı kurtuluruz? Kendi değerlerimizi ve hedeflerimizi belirleyerek… Başkalarının beklentilerinden bağımsız olarak kendi yolumuzu çizerek… Yanlış algı ve âdetlerden sıyrılarak… Başkalarıyla doğru, sağlıklı ve etkin iletişim kurarak… Sosyal ilişkilerimizde, sağlıklı sınırlar koyarak, kendi alanlarımızı ve kararlarımızı koruyarak… Meditasyon (derin düşünme, tefekkür), yazı yazma, hobiler ve seyahat gibi aktivitelerle kendimizi keşfederek… Gereğinde, profesyonel psikolojik destek alarak… Birilerini taklit etme illetinden kurtulup, kadim medeniyet kodlarımıza dönerek…
Mesele, biz olabilmek meselesi… Bunu en güzel dillendiren söz; “Bilmek istersen seni… Cân içre ara cânı. Geç cânından bul ânı… Sen seni bil, sen seni. Kim bildi ef´âlini… Ol bildi sıfâtını… Anda gördü zâtını… Sen seni bil, sen seni.” (Hacı Bayram Veli)… Maalesef, biz olamadığımız her dönemde hep geriye gitmişiz… Kimlik ve kişilik bunalımları yaşamışız… Globalleşmek furyasına tutulmuşuz, ulusal hareket etme bilincimizi kaybetmişiz… Kimliksizlik girdabına kapılan bir bireyin, kendini yaşadığı bir topluma, kültüre veya gruba ait hissetmemesi son derece normal bir durum… Sonrasında ortaya çıkan ahvâl, kişiliksizlik… Kişiliksizlik, kendimize özgü düşünceye ve davranışa sahip olamayışımızın adı… Kimlik ve kişilik bunalımı sonucunda mâruz kaldığımız tehlikeler… Toplumsal yabancılaşma… Küreselleşme, hızlı kentleşme ve teknolojik ilerlemeler sebebiyle, toplumdan uzaklaşma ve yabancılaşma… Kültürel erozyon… Kültürel değerlerin ve geleneklerin zayıflaması, bireylerin kimliklerini kaybetmeleri… Sorgulamadan, geleneksel değerlerin terk edilmesi, yerini küresel popüler kültürün alması… Aile yapısının değişimi… Aile olmadan, kimlik ve kişilik gelişiminin olumsuz olması… Modern yaşamın getirdiği stresler, boşanma oranlarındaki artış ve aile içi iletişim eksiklikleri... Depresyon, anksiyete ve travma gibi psikolojik sorunlar… Sosyal medya ve dijital dünyanın etkin hâle gelmesi… Sanal dünyada oluşturulan kimliklerin, gerçek hayattaki kimliklerin yerini alması…
Kimliksiz ve kişiliksiz yaşayan kişiler, kendilerini değersiz, anlamsız ve boşlukta hissederler, depresyona, anksiyeteye ve hatta intihara kadar giden çıkmaza düşerler; sosyal ilişkilerde zorluk yaşarlar, kendilerini toplumdan izole ederler… Kimliksiz, kişiliksiz, başkalarına göre yaşamak; toplumu kaosa sürükler… Kimliksiz ve kişiliksiz bireylerin sayısının artması, toplumsal uyum ve dayanışmayı zayıflatır, sosyal çatışmaları ve toplumsal parçalanmayı artırır, kimlik krizleri toplumsal huzursuzluklara ve radikal hareketlerin güç kazanmasına zemin hazırlar… Sağlıklı bir toplum için, kimlik ve kişilik gelişimini destekleyici önlemler almak lâzım… Bu bağlamda, toplumda kültürel ve sosyal bağlar güçlendirilmeli; kimlik ve aidiyet duyguları pekiştirilmeli… Kültürel etkinlikler yapılmalı, sosyal topluluklar ve gelenekler korunmalı… Aile içi sağlıklı iletişimin sağlamsı için, bireylerin kimlik ve kişilik gelişimi desteklenmeli... Ebeveyn eğitimi yapılmalı… Ebeveynlerin çocuklarına karşı bilinçli davranması yönünde, destek verilmeli, rehberlik hizmeti sunulmalı… Psikolojik destek verilmeli… Okullarda, kurum ve kuruluşlarda kimlik ve kişilik gelişimini destekleyen eğitim programları ve projeler uygulanmalı ve farkındalık etkinlikleri yapılmalı…
Başkalarına göre yaşamamak için, kendimize güvenmeliyiz, kendimize inanmalıyız… Mutluluk, dışımızda değil, içimizde… Yoksa kendi kendimizi aldatmak için, saçma sapan bahanelerin peşinde koşar dururuz… Bunu başarmanın yolu, başkalarını değiştirmeye çalışmak olmamalı, işe kendimizi değiştirmeye çalışmakla başlamalı… Başkalarını biliyor olmamız, bilgili olduğumuz anlamına gelir… Önemli olan, kendimizi bilmek… Kendimizi bilmezsek eğer, kendini bilmezlere katlanmak zorunda kalırız ve onlara göre yaşamak illetinden kurtulamayız… Kendimiz hakkında hiçbir şey bilmemek, sadece yaşamaktır… Haddimizi bilmemek ise, daha kötü… Haddimizi bilip, kendimizi bilmek, düşünebilmektir… Düşünce olmadan, ne zikrin ne şükrün kıymeti yok…
Kendimiz olabilmek için cesaret ve dürüst olmak gerek… Yaşadığımız zamanda ve mekânda, başkalarına göre davranmak, kendimiz olamamak demek… Kendimizmiş gibi, hissettiğimiz gibi davranmamak, bizi biz olmaktan alıkoyar, başkalarının kuklalarına dönüştürür… Çekinceler ve korkular, özgünlüğümüzü azaltır… Böylece, değişik sebeplerle gerçekte olduğumuz gibi, değerlerimize, becerilerimize ve hayata bakış açımıza göre yaşamayız. Aklımızı ve yüreğimizi kiraya vererek değil, başkalarına göre değil, doğrulara ve evrensel normlara göre yaşamalıyız… Selam, sevgi ve saygılarımla.
BAŞKALARINA GÖRE YAŞAMAK...
Alp Saltuk
Yorumlar