Bazı sabahlar, Kütahya’nın üstüne çöken sis gibi bir bulanıklık iner insanın içine. Her şey tanıdık görünür ama hiçbir şey tam yerinde değildir. Evler aynı, sokaklar aynı, çınar ağaçları hâlâ orada. Lâkin içimizde bir yerlerde, söylenmemiş cümleler, görülmemiş yüzler gibi bir gerçeklik dolaşır. Sessiz, derin ve inatçı. Çünkü herkesin bir gerçekliği vardır. Fakir Kütahya’nın fakir insanları ortak gerçektir.
Mesela Sultanbağı Mahallesi’nde sabahın altısında uyanan Ayşe Abla’nın gerçekliği, kucağında soba kovasıyla merdiven inip çıkarken başlar. O gün, temizliğe gideceği evin kaçıncı katta olduğu bile gününün ağırlığını belirler. Temizlik dönüşü ev halkının karnını doyurmak da ona düşer, gece kocasını mutlu etmek de ona düşer. Tam bir cefalı vefa örneğidir bu. Çeker cefayı, aslına vefa eder ve sabreder Ayşe Abla…
Meydan Mahallesi’nde, her sabah simit tezgâhını açan Mehmet’in gerçekliği, havanın kaç derece olduğu ya da çayın taze olup olmadığıyla ölçülmez. Onun için gerçek, okuldan çıkan çocuğuna akşam ne götürebileceğidir. Sattığı simit sayısınca hayaller biriktirir Mehmet…
Zafertepe’deki bir apartman dairesinde yaşayan üniversite öğrencisi Buse için gerçeklik, KYK bursunun son haftaya yetip yetmemesiyle ilgilidir. Bir yandan sınavlar, bir yandan gelecek korkusu… Odasında Kütahya kışının soğuğu, kafasında ise Ankara'nın hissiz, yalancı ve çıkarcı koridorlarında kaybolan hayalleri vardır.
Germiyan Sokak’tan yürüyen biri, sadece tarihi konakları görür belki… Ama o konakların gölgesinde büyüyen çocuklar için orası, saklambaç oynadıkları, ilk düşlerini kurdukları yerdir. Taşlar aynı, ama her ayak izi başka bir masal anlatır. Ne hikayeler vardır o sokaklarda? Duysan inanamazsın.
Yoncalı’da, yıllardır termal otellerde çalışan Seyyal için gerçeklik, misafirlerin gülümsemesi değildir. Gerçeklik, ay sonunda çıkan maaş pusulasıdır ve o pusulada eksik olan her kuruş, bir hayalin daha ötelenmesi demektir aslında. Onun da gerçeği budur. Kendini bir köle gibi hisseder ama “olsun” der içinden “kurtulacağım bu hayattan” diye ekler.
Aynı şehirde yaşarız ama farklı haritalarda yürürüz. Biri için Kütahya, saat kulesiyle gurur duyulan, şehzadeler diyarı bir kenttir. Diğer bir insan içinse, belediye otobüsünün saatinde gelmediğidir. Garip bir kadının da çocuğunun kantinden alamadığı bir simittir gerçekliği. Bir kadının mutsuzluğudur, yaşadığı insanlar farklı yolda yürürken kendisi çok farklı bir yolda yürür ama kimse bilmez bunu. İçinde kopar tüm fırtınalar, kimsecikler duymaz.
Ve sonra Ulucami yanında otururuz Birol Baba’nın kahvehanesine, konu gelir geçim derdine. Herkes bir şeyler anlatır. Herkes haklıdır. Çünkü herkesin hikâyesi gerçektir. Bazısının gerçekliği vitrindedir, bazısınınki bodrum katta saklı ama şu bir gerçek ki, bazı hakikatler raporlara sığmaz. Bazı hayatlar istatistiklere konu bile edilmez. Yanar gider hayatlar, bürokrasi sadece not tutar. Öyle ya o bürokrat maaşına bakar!
Kütahya, sadece porselenin, çininin şehri değildir. Kütahya, aynı zamanda dayanmanın, sabretmenin, susmanın da şehridir. Her evde ayrı bir mücadele, her sokakta başka bir çırpınış vardır ve herkes kendi küçük dünyasında büyük savaşlar verir. Dinlersen duyarsın bu gürültülü yaşamları.
Bundan sonra birine “Nasılsın?” diye sorduğunuzda, onun İstiklal Mahallesi’nden mi geldiğine, Germiyan Sokak’tan mı geçtiğine dikkat edin. Kuzeyin Oğlu Volkan Konak’ın şarkısında dediği gibi “Herkesin bir derdi var, durur içerisinde…”
Biz anlatmaktan yorulduk. Çünkü her anlattığımızda, duvar gibi suskunluklarla karşılaştık. Gözümüzün içine baka baka “bizim haberimiz yoktu” diyenler, o haberi yıllardır görmezden gelmeye devam etti.
Bir çocuk sabah aç karnına okula giderken, bir başkası vitrindeki ayakkabıyı sadece camdan seyrediyorsa, bir emekli ilaçlarını almaktan vazgeçmişse, bir genç hayal kurmaktan utanıyorsa. Bir kadın, gündelik temizliğe giderken bastığı kaldırım taşları kadar kırılmışsa. İşte o şehirde kalkınmadan, turizmden, gelişmeden söz edemez kimse. Eden de utanmazdır haddizatında.
Kütahya sokaklarında gezerken bir gün durun ve kulak verin. Çünkü bu şehirde çığlıklar sessiz, gözyaşları görünmez akıyor. Ve en tehlikelisi şu: İnsanlar artık alışıyor. Yoksulluğa, umutsuzluğa, kayıtsızlığa alışıyor. O yüzden bu yazı bir çağrıdır. Belki bir yetkilinin gözünden kaçan, belki bir vicdanın yeniden uyanması için küçük bir çaba. Çünkü bu şehir, sustukça değil, konuştukça iyileşecek.
Ve biz sustuğumuz her gün, kendi gerçeğimize ihanet edeceğiz…
Sevgiyle kalın…
GÜZEL CÜMLELER
Bazı gözyaşları, sadece içe akar; bu yüzden kimse sel olduğunu fark etmez. MEHMET Y.