Peyami Safa Cumhuriyet dönemi yazarlarımızdan biridir. Her konudaki engin bilgisi, kuvvetli üslûbu, roman ve hikâyelerinde sosyal meselelere parmak basması, onun edebiyatımızda önemli bir yer almasını sağlamıştır. Gazetelerde yüzlerce makale, fıkra ve söyleşi türünde yazılarıyla; Nurullah Ataç, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Sabiha-Zekeriya Sertel’le yaptığı kalem kavgaları ile basın tarihimizde önemli izler bırakmıştır. Romanları içinde Dokuzucu Hariciye Koğuşu, Fatih-Harbiye, Sözde Kızlar, Yalnızız, Matmazel Noralya’nın Koltuğu, Biz İnsanlar unutulmazlar arasındadır.

 

Nurullah Ataç da Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önemli nesir yazarlarından biridir. Yazılarında “ve” bağlacını kullanmamasıyla, devrik cümleleri ise çok kullanmasıyla tanınan Nurullah Ataç, Günce, Diyelim, Sözden Söze, Karalama Defteri, Günlerin Getirdiği gibi eserlerinde daha çok deneme ve eleştiri türlerinde eserler verdi.

 

Nurullah Ataç, 17 Mayıs 1957 tarihinde vefat eder. Devrin tanınmış sanatçıları, Orhan Seyfi Orhon’dan Oktay Rifat’a; Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Haldun Taner’e kadar birçok kişi, onun ardından çeşitli dergi ve gazetelerde üzüntülerini dile getiren taziye yazıları yazar.

 

Peyami Safa da Milliyet gazetesindeki köşesinde; Ataç’ı yedi seneden beri tanıdığını, birçok defalar bir araya geldiklerini, sabahlara kadar sohbet ettiklerini, fikir tartışmaları yaptıklarını; ancak hiçbir zaman kavga etmediklerini ve birbirlerine darılmadıklarını yazar.

 

Yazının devamında, Ataç’ın sık sık kanaat değiştirdiğini, mizacının “oynak” olduğunu, tercümeleri ve bir de Kezbana Mektuplar hariç edebiyatımıza ciddi hiçbir eser bırakmadığını söyler. Yazının son cümlesi ise şöyledir: “Ona inanmadığı Allah’tan rahmet ve hakkında çok saygısız konuştuğu Peygamberimizden şefaat dilerim.”        

 

Bu yazının ardından okurlardan tepkiler gelmeye başlar. Ölmüş bir adamın ardından alay eder gibi yazı yazılır mıymış!.. Ölmüş bir kişi cevap veremeyeceği için Peyami Safa şahsi kinini kusuyormuş!.. Tanımadığı Allah’tan Peygamber’den bahsetmesi insanlıkla da Müslümanlıkla da bağdaşmazmış!..

 

Tepkiler üzerine Peyami Safa yeni bir yazı kaleme almak zorunda kalır. Bu yazısında, Ataç’ın ölümünün ardından yazdıklarının onun sağlığında yazdıklarının tekrarı olduğunu belirttikten sonra ölümün tenkide yani eleştiriye engel olmadığını, Ataç’ın dinsiz olduğunu ve Allah’a inanmadığını Cumhuriyet gazetesinin bir anketine verdiği cevaplarla kendisinin de açıkça ifade ettiğini belirtir. Ataç’ın, din konusunda pervasız olduğunu ve din büyükleri için saygılı konuşmadığını herkesin bildiğini söyler. “Ölüm tenkidi (eleştiriyi) sustursaydı edebiyat tarihi olmazdı.” der.

 

Peyami Safa’nın bu yazısından sonra tepkiler artarak devam eder. Peyami Safa Ataç’la ilgili üçüncü yazıyı yazar. Bu sefer Nurullah Ataç’ın Süleyman Nazif, Cenap Şehabettin, Abdülhâk Hâmid ve Mehmet Âkif gibi Türk edebiyatının önemli isimleriyle ilgili onların ölümlerinden sonra yazdığı yazılardan ve neredeyse hakarete varan eleştirilerinden örnekler verir. “Ölüm hiç kimsenin kusurlarının üzerine çekilmiş siyah bir yorgan değildir.” der.

 

Ayrıca, ölülerin kendilerini savunmadan mahrum olmadıklarını, çünkü onlar gibi düşünenlerin sağ olduğunu ve öleni savunabileceklerini ifade eder. “Ben her ölenin sırma saçlı ve badem gözlü olduğunu söyleyecek kadar halkın maskarası olamam.” diyerek yazısını sonlandırır.   

 

Bu tartışmalar uzadıkça Nurullah Ataç’ın lehinde ve aleyhinde yazılar yazılır, gazete yazarlarına mektuplar gönderilir. Bunlardan en ilginci -Peyami Safa’nın da kendi köşesinde paylaştığı- Çetin Altan’a ait bir yazıdır.

 

Çetin Altan yazısında Ataç’la ilgili iki anısını anlatır. İlkinde onu Nâmık Zeki adında maliyeci ile tanıştırdığı zaman Ataç’ın dindar olarak bilinen Nâmık Zeki’ye “Ben hem Müslüman değilim hem de Müslüman olanlara düşmanım.” dediğini, hattâ Hz. Peygamber’e küfür ettiğini; buna sinirlenen Nâmık Zeki’nin kıpkırmızı olup üstüne fenalık geldiğini, ona hemen su yetiştirdiklerini ifade eder.

 

Çetin Altan ikinci anısında da bir uçak kazasında ölen Remzi Oğuz Arık için Nurullah Ataç’ın “Sevindim, iyi oldu da öldü, hiçbir işe yaramazdı.” dediğini anlattıktan sonra Ataç’ın sadece Müslümanlığa değil milliyetçiliğe de düşman olduğunu yazar.

 

Peyami Safa, Çetin Altan’ın yazısında anlattığı bu anıları kendi yazısında paylaştıktan sonra bir okuyucusunun mektubundaki şu satırlara yer verir: “Üzküru mevteküm bilhayr = Ölülerinizi hayırla yâd ediniz.” emr-i ilâhîsi bizim ölülerimiz içindir. Din ve milliyet düşmanlarının ölüleri için değildir.”

 

Peyami Safa, Nurullah Ataç’la ilgili bu yazısını da diğerlerinde olduğu gibi onun için Allah’tan mağfiret dileyerek bitirir.

 

Bu tarihî anekdottan çıkarmamız gereken dersler şunlardır:

 

- Bir düşünce adamının hayatında bir veya iki defa fikirlerini değiştirmesi mümkündür; her şeyin her an değiştiği bir evrende sabit bir fikre çakılı kalmak akıl kârı değildir; fakat sık sık bir uçtan başka bir uca zıplamak o kişinin fikirlerinde samimi olmadığını gösterir.

 

- Bir kişi, Allah’a ve peygamberlerine inanmayabilir; ancak inananlara ve inananların kutsallarına hakaret edemez, sövemez. Hiçbir medeni insan mukaddeslere sövmez. Sövgü basitlik, çirkeflik ve aşağılık bir davranış biçimidir.

 

NOT: “Ölülerinizi hayırla yâd ediniz.” tavsiyesi âyet değil hadistir.