Resmî adı "Sevk ve İskân Kanunu" olan Tehcir Yasası, Padişah Mehmed Reşad tarafından 14 Mayıs 1915 tarihinde imzalanan dört maddelik bir kanundur. Kanunun 1. ve 2. maddelerinde özetle, asayişi bozan, silahlı saldırılar yapan ya da yapma ihtimali bulunan isyancıların, casusların ve vatana ihanet edenlerin, etmeleri muhtemel olanların yerleşim yerlerinden toplu olarak ya da tek tek başka bölgelere sevk edilmeleri konusunda askerî makamlara yetki veriliyordu.

 

Tehcir Kanunu, tüm Ermeniler için uygulanmamıştır; sadece savaş bölgelerinde güvenliği tehdit eden ve isyana karışan Ermeniler için uygulanmıştır. Tüccar, esnaf olan ve komiteci Ermenilerle bağlantısı olmayanlar için de tehcir uygulanmamıştır. Milletvekilleri, öğretmenler, asker ve subaylar, hasta ve âmâlar, Protestan ve Katolik Ermeniler, sahipsiz ve kimsesiz Ermeni çocukları, Düyûnu-ı Umûmiye'de, Osmanlı Bankası'nda, demiryollarında, reji idaresinde görevli Ermeniler de göçten muaf tutulmuşlardır.

 

Tehcir Kanunu, bugünkü Ermeni teröristlerinin iddia ettiği gibi, Türk hükümetinin kendilerine eza cefa etmek için değil, Osmanlı ordusunu Ermenilere karşı korumak için çıkarılmıştır. Çünkü Orta Doğu ve Ön Asya‘da, yıllarca toplumları birbirine kırdırarak hegemonya kurmaya çalışan Batılı devletler, Türkiye’nin stratejik önemini kavramış olarak bu topraklara yerleşmeyi, başta petrol olmak üzere çeşitli zenginlikleri ülkelerine taşımayı, kısaca sömürgelerine yeni sömürgeler katmayı denemek için Ermenileri piyon olarak kullanmaktaydılar. Başta A.B.D. İngiltere ve Fransa gibi Batılı devletler Anadolu’nun coğrafi durumunu, halkın örf ve âdetlerini incelemek üzere bölgeye “oryantalist“ adı verilen, aslında misyoner olan kişileri göndererek siyasi sahada faydalanabilecekleri bilgileri toplamışlar ve yıllarca bu bilgilere dayanarak stratejilerini tespit etmişler, faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Son kozlarını ise I. Dünya Savaşı yıllarında oynamışlardır. Türklere karşı ayaklanan Ermenilere her türlü yardımı yapmışlar ve onları korumuşlardır. Ancak, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra diğerleri gibi Ermeniler de yenilmişler ve önce Gümrü sonra da yerine geçmek üzere Kars Anlaşması’nı imzalamışlardır.

 

Tehcir, savaş halindeki Osmanlı ordusunun geri hatlarına yapılan saldırıları önlemiş; ancak işgal altındaki yerleşim yerlerindeki Ermeni vahşetini ve zulmünü engelleyememiştir. Ermeni çetelerinin Türk ve Müslüman halka tarihin hiçbir döneminde görülmeyen işkenceleri yapmışlar, on binlerce masum insanı katletmişlerdir.

  

Yapılan vahşetin boyutlarını aşağıda anlatılanlar gözler önüne sermektedir:

 

I. Dünya Savaşı’nda Rus ve Ermeniler tarafından işgal edilen Erzurum, 1918 Mart’ında kurtarılır, Türk ordusu Erzurum’a girer. Ancak şehir harabe halindedir. Ünlü tarihçi Ahmet Refik Bey, 6 Nisan 1918 günü Erzurum’da gördüklerini şöyle anlatır:

 

“Erzurum’da yangın yerindeyim. Türklerin bu fedâkâr ve tarihi şehri âdeta harabe halinde. Sokaklar, binalar, camiler, medreseler baştan başa harap. Evler insan cesetleriyle dolu. Yanmış, yıkılmış evlerin enkazı, ayakla dürtüldüğü zaman simsiyah kesilmiş, dişleri sırıtmış insan kafalarına, çocuk başlarına, kol, bacak, göğüs, gövde ve ayak parçalarına rastlanıyor. Erzurum sokaklarına binlerce Türk insanının cesedi yığılmış. Ermeniler binlerce Türk’ü Mürsel Efendi ve Enzirmikli Hacı Osman Efendi’nin evine doldurmuşlar, benzinle yakmışlar. İçlerinden birkaçı duvarda açılan delikten kaçabilmiş. Toprak biraz eşildiğinde ya bir insan kolu ya da baş veya gövdesi görülüyor.”  

 

Bu sırada Ahmet Refik Bey’in yanına yaklaşan bir Türk subayı da şunları anlatmıştır:

 

“Bu gördüğünüz şehrin temiz halidir. Bu sokaklar hep kadın ve çocuk cesetleriyle doluydu. Kadınlarım memeleri ve mahrem yerleri kesilmiş, duvarlara çakılmıştı. Şu telgraf tellerine hep çocuk başları asılmıştı. Karınları deşilmiş yarı çıplak kadın cesetleri yolun iki tarafına dizilmişti. Tarih, böylesine bir vahşilik görmemiştir.”

 

O günlerin canlı şahidi Esma Nine, yıllar sonra o feci günleri şöyle anlatmaktaydı: “İki çocuğumu gözlerimin önünde kestiler. Komşumuz Firdevs Hanım’ın oğlunu bir Ermeni ayağının altına aldı, iki bacağını ayırmak suretiyle öldürdü.”  

 

Ermenilerin yaptığı bu insanlık dışı katliamlarına daha çok örnekler vermek mümkündür.

 

Bütün bunlar göstermektedir ki, I. Dünya Savaşı yıllarında asıl mağdur ve mazlum olanlar Ermeniler değil Türklerdir. Osmanlı Devleti’nin uyguladığı tehcir ise bir soykırım değil kendini koruma ve savunma tedbiridir.