Birileri üretiyor, birileri yiyor. "Kaynak" bir tabaka alın teriyle, emeğiyle, zekâsıyla var ediyor; "kaymak" bir tabaka ise hiçbir zahmete katlanmadan, oburca tüketiyor. İşte bugünkü meselemiz bu: Kaynak tabakayla kaymak tabaka arasındaki derin uçurum. Yazı dizimin ilk bölümünü beğeninize sunuyorum...
Son haftalarda Simav, Gediz, Tavşanlı, Emet ve Hisarcık ilçelerinde yaptığım saha çalışmalarından sonra bu yazıyı yazmayı adeta bir görev bildim. Gördüklerim, dinlediklerim ve hissettiklerim, Kütahya’nın gözümüzün önünde derinleşen sosyal ve ekonomik yarasını apaçık ortaya koyuyor.
Kütahya, uzun zamandır iki farklı dünyanın iç içe geçtiği bir çelişkiyi yaşıyor. Bir yanda emekle, alın teriyle bu ili ayakta tutan yüz binlerce insan; diğer yanda ise bu üretimin nimetlerinden torpille, güçle, ilişkilerle nemalanan bir avuç kaymak tabaka. Üreten bir azınlık değil; üretilen kaynağı sömüren bir azınlık.
Kaynak tabakayı çiftçiler, işçiler, küçük esnaflar ve sanayiciler oluşturuyor. Onlar vergi veriyor, gece gündüz çalışıyor, çarkları döndürüyor. Kaymak tabaka ise siyasetle sermaye arasında kurduğu gizli ittifakla, kamu kaynaklarını ballı ihalelerle, garantili projelerle cebe indiriyor. Onlar üretiyor, bunlar yiyor.
Bu adaletsiz tablo ne yazık ki sadece ekonomiyle sınırlı kalmıyor. 1960’lardan bu yana sistemli bir şekilde yaratılan kültürel ve kimliksel propaganda sayesinde, çoğunluğun gerçek çıkarları maske altında tutuluyor. Emeğiyle geçinen insanlar, aslında kaymak tabakaya hizmet ettiğinin çoğu zaman farkına bile varamıyor. Kütahya da bu açıdan Türkiye'nin küçük bir özeti gibi.
Bugün gelinen noktada ise işler sarpa sardı. Ekonomik kriz günden güne derinleşiyor, hayat pahalılığı vatandaşın iliklerine kadar işliyor. Kaynak tabakanın dayanacak gücü kalmadı. Kaymak tabakanın ise doymaya niyeti yok! Gelir adaletsizliği her gün biraz daha büyüyor, huzur her gün biraz daha azalıyor.
Artık sadece haksızlığı işaret etmek yetmez. Kim üretiyor, kim tüketiyor sorusunun cevabını ortaya koymak, ardından refahı adil bir şekilde bölüşecek yeni bir düzen için kolları sıvamak şart. Üretenin hakkını koruyacak, emeği yüceltecek bir alternatif kurmadan bu çarkı kıramayız. Çünkü çok açık: Kaynak tükeniyor, kaymak şişiyor!
Bu cumartesi Hisarcık, Emet ve Tavşanlı’da bir dizi gözlem yaptım. Önceki haftalarda da Gediz ve Simav’daydım. Hepsinde gördüğüm ortak tablo şu: Üretenler mutsuz, hiç üretmeden tüketenlerin keyfi yerinde. İşin acı tarafı, "Bu değirmenin suyu nereden geliyor?" diye sorduğunuzda, haksız servet sahipleri hemen sizi suçlamaya kalkıyor, iktidarın gölgesine sığınıyor. Size de "hain" yaftası yapıştırıyorlar.
İşin detaylarına girmiyorum; çünkü bugün adaletten medet ummak kolay değil. İsim verir, örnek gösterirsek yarın sabah kendimizi mahkeme koridorlarında bulabiliriz.
Pazar günü ise Kütahya 1. Organize Sanayi Bölgesi’ni (OSB) ve çevresindeki köyleri gezdim. OSB’miz çalışıyor çalışmasına; ama 1998’de ilk fabrikanın açılışında hazır bulunmuş biri olarak söylüyorum: 27 yılda geldiğimiz nokta “ehven-i şer”. Niye mi? Bir gün Eskişehir, Bilecik, Balıkesir, Afyon ya da Manisa OSB’lerini gezerseniz, neden böyle dediğimi daha iyi anlayacaksınız. Bu eleştiriyi OSB’mizi kötülemek için değil, yazının başlığına sadık kalarak söylüyorum. Hatta geçen günlerde OSB’nin gelişimi sevinçle anlatan bir yazı da kaleme almıştım hatırlarsınız.
Birileri parasını faize yatırıp üretmeden zenginleştiği bir dönemde, fabrika kurup istihdam yaratan sanayicilerimiz bizim gözümüzde kaynak tabakanın onurlu neferleridir. Onların refahı kimsenin diline dolanmamalı. Asıl gözümüzü dikmemiz gereken, üretmeden servet yığan, halkın sırtından geçinen kaymak (asalak) tabakadır.
Ve inanın, o "hainler" kendilerini çok iyi biliyorlar.
Sevgiyle kalın…
GÜZEL CÜMLELER
Çalışanın nasibi alın terinden, asalağın nasibi yalan sözden çıkar.