Daha önce iki günlük köşe yazılarımı, bu namussuzluk konularına ayırmış, muhataplarına akıllarını başlarına devşirmeleri için alenen uyarılarda bulunmuştum. Kimim ben? Milletin namus bekçisi miyim? Oysa bu heriflere yalakalık yapsam, el üstünde tutulurum.

Kelli felli koca koca adamlar, utanmadan ve arlanmadan, hiç istiflerini dahi bozmadan Eskişehir Kütahya arasında fink atıyor ve sanki benim kulağıma gelmeyecek sanıyorlar.

Kütahya'da bazılarının "Demiryolunu geçince atış serbest" kafası ile "kaçamak" adı verilen işleri benimsediği ve hatta "Ankara yolunda bir mola" diyerek Eskişehir'de geceyi geçirdikleri dahi kulağıma geliyor. Eskişehir, Afyonkarahisar ya da bir başka yer fark etmez. Sadece bir örnek olsun diye yazdım.

Ben duymasam bir başkası duyar, ben görmesem bir başkası görür, her şeyden ziyade Allah görür beyim, Allah...

Bırak bu işleri de memleketin için, insanlık için hayırlı bir iş yap. Karını da milletini de aldatma. Benden bu kadar...

NOT: Fotoğraftaki siyah otomobilin konumuzla alakası yoktur.

ZENGİN KÜTAHYA'NIN FAKİR HALKI

Kütahya için hep denir ya "madenlerin üzerinde oturan il" diye. Hem yeraltı hem de yerüstü zenginlikleri tek tek yazmaya gerek yok. Merak eden araştırabilir. Bu kadar zenginliklere haiz bir il olmasına rağmen Kütahya'da yaşayanlar neden bu kadar yoksul?

Çünkü Kütahya halkı çalışmayı, üretmeyi, keşfetmeyi ve katma değer sağlamayı sevmiyor.
Halkının önemli bir bölümü mecbur olmasa işe dahi gitmez, hazırda varsa onu yer. Hazırdaki bittiğinde de mecburen çalışmak için arayışa girer. Aradığı iş genellikle masa başı olur. Fabrikada falan çalışmak zül gelir.

Bu üzücü durum, genetik kodlarla açıklanabilir diye düşünüyorum. Atalarımız "Üzüm üzüme baka baka kararır" ya da "Sarı öküzün yanında duran, ya huyundan ya tüyünden" diye boşuna söylemiş olamaz. Lafın kısası şu; dedelerinden miras kalan her şeyi tüketen bazı Kütahyalılar, bir tek tembelliği harcamadı. Çalışmayanın elması kızarmaz mirim...

NOT: Bunun da konumuzla ilgisi yok.

KÜTAHYA ABDEST ALACAK SUYU BULAMAZSA NE OLUR?

Başlığı abdest diye yazdım, "İçecek su bulamazsa ne olur" diye sorsam, inanın bu kadar dikkat çekmez.

Abdest deyince hemen gözünüz kaydı, öyle değil mi? Size biraz Kütahya'nın Pınarları Türküsü okuyayım, dinleyiverin gali. Umurunuzda olursa dertlenirsiniz.

Kütahya'nın suyu, dağa yağacak kara bağlıdır. Kütahya'nın (merkez ilçe) su deposu, Yellice Dağı'dır. Durum böyledir ama maalesef iklim bilimciler, 2030 yılından sonra bin 500 metre yüksekliğin altına kar yağmayacağını öngörmekte.

Bankalar, Avrupa'da bin 500 metre rakım altında yeni açılacak kayak merkezlerine kredi dahi vermiyor.

"Kütahya önümüzdeki bir yıldan sonra su sıkıntısı çekecek" diye bilim insanları bağırıyor.

Kar yağmadığı yıllar sıkıntı daha da büyüyecek deniliyor. Bir süre sonra Kütahyalı, bırakınız abdest almayı, af buyurun tabirimi taharet için bile su sıkıntısı çekecek.

Bu konularda dertlenen, gördüğüm kadarıyla sadece Kütahya Belediye Başkanı Sayın Eyüp Kahveci var. Onun dışında da bazı çalışmalar yapılıyordur belki ama sadece bu durumu dillendiren Sayın Kahveci.

Bir de yeni adet oldu, AK Partili bir süper zeki milletvekili "Biz yaptığımız işleri anlatmıyoruz" diyor ya, ondan dedim yeni adet oldu diye. Belki AK Parti'nin o muazzam milletvekilleri, Kütahya'nın su sorunu için bir çare bulmuşlardır ve duyurmadıkları için bizim haberimiz yoktur.

Temenni ederim ki onlar bu konuda bir çalışma yapmış olsunlar, ben ve benim gibiler de bunu duymamış olsun.

Ancak şu var, 15-20 yıl evvel yapılmış barajı, göleti vs. bana anlatmasınlar.

Kendileri ne çivi çakmış, onu söylesinler.

Hemşerim, su bitiyor su! Var mı bundan ötesi?

Sevgiyle kalın...

NOT: Fotoğrafın konumuzla ilgisi vardır.

GÜZEL CÜMLELER

Feylesof Rıza'yım dinsiz anlama, dini ben öğrettim kendi babama, her ipte oynadım cambazım amma, sırat köprüsünü geçemem hocam. RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI