Hayaller ve gerçekler, ne kadar sıkı sıkıya tutununsan da vakit tamam olunca her şey yalan olur derler, Sanki bir bağlayan var demir kazık ile, vaktinde söküp atamadığımız hırslarımızı, hep bir ütopya içimizde, bir gün delilenip gemileri bir bir yakmak, Toplamak tası tarağı, hepten.

Ne kadar teknolojik alet edevat varsa bırakabilmek ardımızda, susturmak tüm telefonları.

TOPRAK ÇAĞIRIYORSA VAKİT TAMAMDIR

Hiç kimsenin bilmediği bir yere yerleşmek, sadece üç rengin olduğu.

● Yeşil ● Mavi ● Ve kırmızı.

Kırmızıyı, sadece toprak ve taştan yapılmış kulübenin çatısında ve olgunlaşmış sebze ile meyvelerde, teneke sobanın içinde çıtırdayarak yanan meşe odunların közünde görmek isterim doğrusu.

Yeşil ve maviyi ise her yerde.

Sonra çok büyük olmayan bir kulübe

İçinde halı kilim de istemem Bir hasır

Birde çalı süpürgesi.

Camın boyunda bir divan olsun üstünde yün bir döşek serili, yeter. Kendisine tutkulu bir hizmetçi arayan Mobilyaları ise hiç istemem. Kalsın.

Varsa da elzem olan,

Üzerindeki tozlar ile kendisi haşır neşir olsun, bana ne.

Şöyle Küçük şirin bir bahçesi

Bahçesinde kedisi ve köpekleri olsun, küçük bir su birikintisi ve birkaç ördek Çamur olacakmış, olsun

Ne gam.

Bir veranda şart ama, işte o olmazsa, olmaz!

Sabah yeniden doğacak Akşam güneşinin batışını

Analarını emmek için canhıraş feryatlar ile Meleyen kuzuları Kümeslerine dönen tavukları

Dizinin dibinde kıvrılmış yatan kangal ile ayaklarına sürtünen yılışık kedinin mırıltısını, huşu içinde tabiatın sesini dinlemek için.

Bahçesinde Bol bol sebze isterim

Her cins meyve ağacından dikmek, cins cins , çeşit çeşit

Ağustos böceklerinin çığlıkları İçinde Ay ışığında aydınlanan akşamlar Sabahları horoz sesleri.

Tertemiz oksijenin, odaların içinde öttürdüğü ıslık Sabahları İlk işimiz kümesleri ziyaret olsa

Ve taptaze yumurtalar ve bahçenin lütfettiği çıtır çıtır taze sebzeler, halis tereyağı, kaymak peynir, birde bahçede kovan varsa bal ile gün doğumuna karşı ağır ağır , sindire sindire telâşeden arınmış bir köy kahvaltısı.

Bıraktık zaten çıplak ayaklarımız ile bastığımız toprağa negatif enerjimizi

● Gam yok

● Neşe çok

Ve içinde otantik bir su kuyusu

Gün ve güneşin takvim olduğu, saatlerden özgürce bir yaşam Pazardı, marketti, elektrik su, algı, vergi atsak bir kenara.

Bir evlek yere bir kuyu, birkaç alet edevat, çapa kürek tırmık, ayaklarda bir lâstik çizme

Sadece kendi enerjimizi hasat etsek, ışıldayan güneşin altında Beşerden bir şeyler beklemeyi ummadan

Yetsek keşke kendi kendimize yetmişinden sonra bile. Doldursak kendi enerjimiz ile ambarlarımızı

İsterse bir kış boyu mahsur kalsak ne zarar.

Kestaneler meşe sobasının üzerinde çıtırdarken ne gam.

Gitsek buralardan, kurtulsak bu karmaşadan

Medeniyetin prangasını bir çözebilsek çürümüş ayak bileklerimizden. Bizi tutan, bağlayan sorumluluklarımızı bir atsak

Ah bir atsak. Lâkin ne mümkün

Ah o medeniyetin faturaları yok mu?

Kimi zaman maddi, kimi zaman manevi Taksit taksit tahsil ettiği.

Elden ayaktan düşmeden neden hiç akla gelmez Kaçmak, her şeyi bırakıp gitmek.

Neden?

Kolay olsa herkes yapardı Başta Can Baba

Kim ve ne bırakmadı bizi hayallerimiz ile baş başa

● Sorumluluklar mı?

● İmkânsızlıklar mı?

● Yoksa Medeniyet mi?

Bilmiyorum.

Kim bilir belki de hep yapamayacağı zamanlar kapısını çalıyor hayalleri İnsanoğlunun ....

Yâda toprağın sesi, bu geç vakitte çağıran Gel artık diyor, gel.

Vakit tamam