Vefâ; bir şeyi yerine getirmek, sözünde durmak; yapılan iyilikleri unutmamak ve iyilikte bulunanlara aynı şekilde veya daha fazlasıyla karşılık vermek… Vefâ, dostlukta ve bağlılıkta sebat etmek… Vefâ, insan ilişkilerinde önemli bir er, bağlılık… Vefâ dem… Vefâ; dostluk, sevgi ve bağlılık gibi değerlerin temeli… Vefâ, sadece hayatta olanlara değil, vefat edenlere karşı da gösterilmeli… Ölen bir dostun ailesine ve yakınlarına yardım etmek, onlarla ilgiyi kesmemek; vefânın bir göstergesi… Vefâ; insanın dostlarına ve sevdiklerine olan bağlılığını ve sadakatini gösteren hâl… Tasavvufta vefâ, Allah’a verilen söze bağlı kalmak… Vefâkâr, vefalı davranan kişi…

Kadim medeniyetimizde ahd (ahit) (iki tarafın sözleşmesi), vaad (bir tarafın söz vermesi), vefâ (sevginin, dostluğun sürdürülmesi) ve özellikle ahde vefâ (verilen sözün yerine getirilmesi) mühim… Ancak anlamayanlar için dilimizi, vefâsızlar için yüreğimizi yormaya da gerek yok… Daha kötüsü, insanın kendine bile dost (arkadaş) olamaması… Birinin birçok hünerine, donanımına değil; ‘verdiği sözde duruyor mu, durmuyor mu?’ olduğuna bakmak lâzım… İyi olmaya çalışmak, iyi niyetli olmak, güzel… İyi niyetli olmayanların da var olduğunu unutmamak gerek… Çok yakın bildiğimiz vefâsız olabilir ve bizi düşmanlarımız değil, belki, dost bildiklerimiz yıkabilir… İlahî adalete iltica etmek tek kurtuluş… “Zulüm, ahde riayetsizlik ve hile denilen üç kötü haslet kimde varsa zararları yine kendisine dokunur.” (Hz. Ebu Bekir)… Vefâ mı, belâ mı, sefâ mı, cefâ mı, ezâ mı? Önemli olan, her birimizin daha çok çalışarak (fiilî dua ile) hareket etmesi ve sözünde durması… “Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.” (Mehmet Akif Ersoy)“Şanlı al bayrağımızın “dalgalandığı yerde ne korku ne keder var.” (Arif Nihat Asya)... Sözü işlevinin doruk noktası bu…  

Sözünde durmak, verilen vaat… Vaat karşılıklı akitleşerek geleceği bunun üzerine konuşlandırma eylemi… Herhangi bir konuda, kendimize veya başkalarına verdiğimiz sözü tutmak, vaadimizi yerine getirmek… Verilen sözün tutulması, yapılan vaadin yerine getirilmesi cemiyette hepimizi birbirimize yaklaştıran, birbirimizi sevmemizi sağlayan olmazsa olmazımız… “İnsan bir ağaca benzer, kökü ahdinde durmaktır.”  (Hz. Mevlana)… Söz vermeden önce verilen söz zihnimizde ve gönlümüzde süzülmeli, acele ile maksadını aşan söz olarak ağzımızdan dökülmemeli… “Söz verirken acele etme, çünkü söz namustur.” (Hz. Ali)… Aslında, konuşmak yerine harekete geçmek, anlatmak yerine göstermek ve söz vermek yerine yapmak gerek... Söz kalabalığı/laf-ı güzaf/dedikodu ve hadiseler ile meşgul olmak yerine düşünce/fikir planında kalmak ve tatbik etmek en geçerli çözüm… Ağzı olan konuşunca, dinlemeden, algılamadan ve anlamadan konuşunca sorun yumağı büyür de büyür… Ne söylendiği, sözün nasıl söylendiği, sözün kime/neye söylendiği, sözün nerede söylendiği mühim… Sözü kalıcı kılmanın yolu ise kaydedilmesi, yazılması, belge haline dönüştürülmesi elbette… Ne mutlu kendine zarar geleceğini bilse yine de sözünü tutana, doğrudan ayrılmayana, sözünün eri olana ve hakkı baş tacı edene… Ne mutlu haksızlık karşısında susmayana; edep ile sükûtu altın, sözü gümüş bilip söz verene; sözü yere ve ayağa düşürmeyene, söz verip tutana; sözünün gereğini yapana… Ne mutlu söz taşımayana; hak için sözünü sakınmayana; haksızlık karşısında sözünü esirgemeyene; sözünü geri almayana… Söz konusu olan sözün tutulmasında söz sahibi olan söz ustasının laf/söz cambazlığı yapması değil; sözün tartılması/ölçülü konuşulması, yerinde ve zamanında doğru söylenmesi… Söz vermek yetmez… Asıl olan, sözün tutulması ve yerine getirilmesi için eyleme geçilmesi…

‘Söz senet’ sözü ne derece doğru? Elbette söz ağızdan çıkana kadar bize ait; söz ağızdan çıkınca biz ona aitiz, tâbiyiz… Ancak söz uçar, yazı kalır… Ölüm var kalım var… Sözü yazıya evirmek güvensizlik değil, söz verene ve sözü tutana, sözü dinleyene ve özellikle sözün yerine getirilmesinde önemli bir güvence… “Verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir.” (İsrâ, 34)… “Ey iman edenler! (Söz verdiğiniz zaman) sözleşmeleri yerine getirin!” (Mâide, 1)… Her insan ahde vefa göstermek, ağzından çıkan sözün arkasında durmak ve ona sâdık kalmak ile mükellef… Verilen her sözde yerine getirilmesi gereken bir hak söz konusu… “Münâfığın alâmeti üçtür. Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz ve kendisine bir şey emanet edilince ihanet eder… Hatta “Oruç tutsa, namaz kılsa ve müslüman olduğunu iddia etse de”. (Hadis-i Şerif)… Kutsal öğreti çok net… “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında nefret olunan bir davranıştır.” (Saf, 2-3)…

​Vefâlı olabilmek çaplı olabilmeyi ve çaplı davranabilmeyi gerektirir… “Aslında herkes kendi çapında mükemmeldir fakat kiminin çapı tamdır, kiminin ise hayatı beyninin yarıçapı kadardır!” (Lev Tolstoy)… Bir işe başlamadan önce, her birimiz kendi çapında, Türkiye çapında ve dünya çapında büyük düşünmeliyiz; analiz ederek, çaptan ve gönüllerden düşmeden gereğince yapmalıyız… Çalışma gücümüzü yitirmeden, verimimiz tükenmeden çapımızı ve çevremizi korumalıyız; çabalarımızı sürdürmeliyiz… Ateş olsak, cirmimiz (cüssemiz, hacmimiz, gövdemiz, ebadımız, çapımız) kadar yer yakarız… Çapımız ne ise çevremiz de o nispette büyük ya da küçük… Kendi çapımızda olmak… Kendi yağımızda kavrulmak… Milletçe sahip olduğumuz çapı bilmek… Ya da dış mihrakların ve içimizdeki işbirlikçilerin kuklası olmak ve savrulmak… Millî teknolojilerde gösterilen çabaların boşa çıkarılmaması lâzım… Bunun için iki anadallımillî olan çapa ihtiyaç var: 1. Millî duruş 2. Millî hareket… Buna kısaca MİLLÎ ÇAP (Çift Anadal Programı) diyelim…  Bu, doktora ötesi düzey… Millî Çap doktora ötesi çalışmayı yapabilecek ve ülkesi uğrunda gerektiğinde ölebilecek olan vefâkâr olanlar ile ‘Türkiye’damgası her bir yere vurulabilir… Yediğini, içtiğini, giydiğini velhasıl ihtiyaç duyduğu her şeyi üretme zevkine erişen insanlarımızla,ekonomiye ve geleceğimize katkıda bulunabiliriz… Bunun için, elimiz ve ayağımız toprağa değmeli… Elimiz her mekânda ihtiyaç sahibinin ve mağdurun yüreğine dokunmalı… ‘Made In Türkiye’ yazısı, ürettiğimiz ve yaptığımız her şeye, yere göğe, tarihe, yazılmalı… Ahi Evran-ı Veli (1171-1261)’nin dediği gibi “Allah der, çalışırız.” düsturuyla durmadan, yılmadan çalışmalıyız… Yerli üretimde sürdürülebilir kalite ve Türk markası için çalışmalıyız… Bütün bunları başarabilmek, eğitim sistemimizde kadim medeniyet kodlarına dönmemiz gerekmekte… Eğitim sistemimiz; bilim, sanat, kültür ve teknoloji ile modernize edilen millî yapıya kavuşturulmalı; emperyalistlerin/sömürgecilerin tesirinden kurtarılmalı; sözde değil, özde millî olunmalı…  

“Söz biliyorsan söyle, inansınlar; bilmiyorsan söyleme, seni bir adam sansınlar.” (Atasözü)… “Bende yok sabır ü sükûn, sende vefâdan zerre. İki yoktan ne çıkar, fikredelim bir kerre.” (Nâbî)… Nabi; nâ ve bî, iki yok demek… Fikredelim, zikredelim ve şükredelim… Selam, sevgi ve saygılarımla.