Kütahya’da sıkça aynı manzarayla karşılaşıyorum. Asıl adı Cumhuriyet Caddesi olan Sevgi Yolu’nda yürürken ya da Atatürk Bulvarı'nın kalabalık kaldırımlarında adımlarken gözlerim istemsizce bir noktaya takılıyor: İnsanların çoğu başlarını eğmiş, ellerinde telefonları, adeta başka bir âleme geçmiş gibiler. Karşıdan geleni görmüyorlar, yoldaki engeli fark etmiyorlar, yanlarındakiyle bile temas kurmuyorlar. Görünüşte şehirde yürüyorlar ama zihinleri bambaşka yerde dolaşıyor. Kayıp nesiller diyorum onlara.

Eskiden kaldırımlarda karşılaşan insanlar birbirine selam verir, göz göze gelir, tebessüm ederdi. Şimdi gözler ekranlara kilitli, zihinler bildirim seslerine mahkûm. Göz teması yerine ekran teması; insan bağı yerine Wi-Fi bağlantısı… Yazık, diyorum ya kayıp nesiller…

Geçtiğimiz günlerde yine Sevgi Yolu’nda yürüyordum. Önümde genç bir delikanlı, kulağında kulaklık, elinde kahvesi, gözleri telefonda… Karşıdan yaşı epeyce var olan bir amca geliyordu. Biraz yavaş yürüyordu haliyle. Genç, amcayı fark etmedi bile. Omuz attı, sendeletti, yoluna devam etti. Ne bir özür, ne bir mahcubiyet… Yalnızca telefondaki görüntünün bölünmesine gösterdiği tepki vardı yüzünde. Kayıp nesiller…

Bu basit gibi görünen sahnede aslında bir toplumun dramı gizliydi. Düşünün, bir insan bir başka insanla çarpışıyor ve bunu fark etmiyor. İşte modern yalnızlığın, dijital uyuşmanın geldiği son nokta şimdilik bu. Göz göze gelmeye cesaret edemeyen, gerçek dünyayla bağ kuramayan bir toplumun kısa öyküsüydü o çarpışma.

Bir zamanlar bizim kaldırımlarımız dostluk kokardı. Sevgi Yolu’nda (Cumhuriyet Caddesi olduğu zamanlar) çiftler el ele gezer, çocuklar kahkahalarla koşuşur, yaşlılar yanlardaki banka oturup etrafı seyrederdi. Bugün o manzaranın yerinde sadece yürüyen zihinler var. Kimse kimseye dokunmuyor, kimse kimseyi duymuyor. Aynı kaldırımda yürüyen binlerce insan, aynı yalnızlığı paylaşıyor.

Üstelik bu yalnızlık sadece bireysel değil, toplumsal. Çünkü birbirine temas etmeyen bireylerden oluşan bir toplum, zamanla hissizleşiyor. Empati kayboluyor, anlayış azalıyor. Bir çocuğun ağlamasını duymuyoruz, bir yaşlının yardım çağrısını fark etmiyoruz. Çünkü kulaklıklar var kulaklarımızda, ekranlar var gözümüzde. Kayıp nesiller…

Belki de en acısı şu: İnsanlar, gerçek hayatta karşılarına çıkan biriyle konuşmaktan utanıyor ama tanımadığı binlerce kişiyle sosyal medya üzerinden saatlerce iletişim kurabiliyor. Sanal beğeniler gerçek sevgilerin yerini aldı. Paylaşılan anlar yaşanmıyor; sadece gösteriliyor. Hatta paylaşmak için yemek yeniliyor!

Kütahya, bu güzel şehir, her geçen gün biraz daha suskunlaşıyor. Sokakları kalabalık ama ruhu tenha. Oysa ne kadar büyük bir potansiyelimiz var… Birbirimize bakabilsek, gülümseyebilsek, dinleyebilsek… Teknolojiyi elbette reddetmiyorum ama onun bizi yönetmesine, bizden insanlığımızı çalmasına izin vermeyelim. Esaretten kurtulalım.

Buradan bir çağrı yapıyorum: Sevgi Yolu’ndan geçerken başınızı kaldırın. Telefonu cebinize koyun. Gözünüzü değil, yüreğinizi açın. Karşınızdan gelenin gözlerine bakın, selam verin. Bir çocuğun oyununu fark edin, bir yaşlının yavaş yürüyüşüne “eyvallah” deyiverin. Sadece yürümeyin, temas edin…

Çünkü bir toplum, insanlar birbirine çarptığında değil, birbirine dokunmadığında çürümeye başlar. Gelin, Kütahya’da yeniden göz göze gelelim. Kaldırımlarda sadece adımlar değil, bakışlar da buluşsun. Cep ekranından değil, gerçek hayattan beslenelim. Eğer bunu başarabilirsek, belki de yeniden “sevgiyle” yürürüz Sevgi Yolu’nda.

Sevgiyle kalın…

GÜZEL CÜMLELER

Anı yaşamak, geçmişin pişmanlığına ve geleceğin kaygısına karşı en iyi savunmadır.