Ramazan ayına sayılı günler kala, vatandaşın en büyük derdi sofraya koyacağı pide-ekmek, et ve temel gıda ürünleri oluyor. Market raflarındaki etiketler her hafta değişiyor, zam üstüne zam geliyor. En temel besin maddelerine ekonomik anlamda erişim artık çok zorlaşmış durumda. Et, süt, peynir, yumurta, bakliyat derken mutfak masrafları adeta uçuşa geçti.

Sorun sadece fiyatların artmasıyla sınırlı değil. Asıl mesele, Türkiye'nin giderek üretimden koparak ithalata bağımlı hale gelmesi. Tarım ve hayvancılıkta yaşanan çöküş, yerli üreticinin hızla sistem dışına itilmesi, maliyetlerin kontrol edilemez hale gelmesi, sofralara doğrudan yansıyan büyük bir kriz yaratıyor.

Bir zamanlar kendi kendine yetebilen Türkiye, bugün et ithal eden, samanı dahi dışarıdan almak zorunda kalan bir ülkeye dönüştü. Küçük üretici yüksek maliyetler karşısında dayanamaz hale geldi. Mazot, gübre, yem fiyatları almış başını giderken, çiftçinin üretime devam etmesi neredeyse imkânsız hale geldi. Büyük firmalar ve ithalat lobileri büyürken, yerli üretici kan kaybediyor.

Ramazan, paylaşım ve bereket ayıdır. Ancak bu yıl, artan fiyatlar nedeniyle birçok aile iftar sofrasına koyacak bir kap sıcak yemeği bile düşünerek almak zorunda kalacak. Kırmızı etin fiyatı dar gelirlinin hayal sınırlarını bile aşmış durumda. Tavuk eti bile lüks hale gelmeye başladı.

Bu gidişat sürdürülebilir değil. Üretime dayalı bir ekonomi modeli benimsenmezse, halkın gıda krizi daha da derinleşecek. Tarım ve hayvancılığa ciddi destek verilmez, üreticinin önündeki engeller kaldırılmazsa, yalnızca Ramazan değil, tüm yıl boyunca sofralar daha da eksilecek.

Ramazan ayı öncesinde yetkililerin, denetim ve önlem mekanizmalarını devreye sokarak fiyat istikrarını sağlaması şart. Ama daha önemlisi, uzun vadede gıda güvenliğini garanti altına alacak politikaların hayata geçirilmesi. Aksi takdirde, bir zamanlar bolluk içinde yaşayan bu topraklar, fakirleşen sofralarla anılmaya devam edecek.

KOMŞUSU AÇKEN TOK YATANLAR

Oruç ibadeti sadece aç kalmak değil, açın halinden anlamak, paylaşmak ve dayanışmak içinde yapılıyor. Etiketlerin her hafta değiştiği, sofraların giderek fakirleştiği, insanların temel gıdalara ulaşmakta zorlandığı bir süreçten geçiyoruz. Tam da bu yüzden, Hz. Muhammed’in (s.a.v) “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” cümlesini hatırlamak ve hayatımıza geçirmek zorundayız.

Eskiden mahalle kültürü vardı, dayanışma vardı. Bir evde pişen yemek, kokusuyla değil bereketiyle komşuya da ulaşırdı. Bugün ise apartman dairelerinde yan dairede aç yatan bir komşunun farkında bile değiliz. Kapitalizmin ve bireyselleşmenin getirdiği yabancılaşma, bizi biz yapan en büyük değerleri unutturdu.

Bugün ülkemizde yoksulluk sınırı hızla yükselirken, asgari ücretlinin, emeklinin, dar gelirlinin sofrası küçülüyor. Ramazan kolileri bile eskisi gibi dolu değil. Hayırseverler elbette var ama ihtiyaç sahipleri her geçen gün artıyor. Enflasyon, hayat pahalılığı ve ithalata dayalı ekonomi modeli, vatandaşın mutfağını vurmuş durumda.

Ama sadece devletten bekleyerek bu sorunu çözemeyiz. Bireysel olarak da sorumluluk almalıyız. Eğer bir komşumuz iftara ne koyacağını düşünüyorsa, bizim o akşam sofraya otururken rahat olmamız mümkün mü?

Elimizdekini paylaşmak, yardımlaşmak ve dayanışma içinde olmak, bu toplumun en önemli değerlerinden biri olmuştur. Ramazan, bu ruhu hatırlamak için büyük bir fırsattır. Sadece bir ay değil, her zaman birbirimize sahip çıkmalıyız. Çünkü unutmayalım: Bugün başkasının kapısını çalan açlık, yarın bizim de kapımızı çalabilir. Kapımızı çalmasın diye değil de yardımlaşmanın erdemi ile insanlara destek olursak, insan adına yakışan bir hâle bürünmüş oluruz. Tabi bunun reklamını yapmaz, sağa sola ilan etmezsek âliyyül âlâ…

Sevgiyle kalın…

GÜZEL CÜMLELER

Tok, açın hâlinden anlamaz. Komşu, komşunun külüne muhtaçtır. Bir elin nesi var? İki elin sesi var.