Gazeteci dostum Faruk Aksoy’un emeklilerin aldığı maaş için yaptığı tarifi size anımsatmak istiyorum.
Bir kişi, 25 yıl boyunca çalıştığı her ay aldığı maaşın 4’te birini devletin hesabına yatırıyor. Diyor ki “Bir gün ben emekli olacağım. Emekli olduğumda, çalıştığım süre içinde devletin kasasına koyduğum, biriktirdiğim parayı, 60 ila 80 yaşlarım arasında, kendi biriktirdiğim ve devlete borç olarak verdiğim parayı bana yetecek şekilde geri alıp, ömrümü tamamlayıp insan gibi ölmek istiyorum…”
Günün birinde emeklilik yaşı geliyor, bu vatandaş devletin kasasının kapısını çalıyor. “Ben emekli olacağım, vaktim geldi” diyor. “25 yıldır bu kasaya koyduğum paralar var ya, onu önümüzdeki 20 yıl için aylık şeklinde bana yetecek şekilde peyderpey geri istiyorum” diyor vatandaş.
Kasanın sorumlusu bakıyor ki o vatandaşımızın 25 yıldır biriktirdiği bu para kasada yok. Bu kasa boş. Niye yok? Çünkü buraya biriken para nakit bir para ve o anda neye ihtiyaç varsa farklı yerlerde farklı başlık altında kullanılmış. Adam diyor ki “Nasıl olur? Ben 25 yıl çalıştım ve her ay düzenli olarak buraya paramı koydum. Şimdi almam lazım benim bu paramı. Ben 25 yıl boyunca boşuna mı çalıştım?”
Evet, cevabı acı ama net: Bugünkü şartlarına göre boşuna çalıştın!
Çünkü senin adına biriken paralar, günü kurtarma telaşındaki yanlış ekonomi politikalarına heba edildi... Bu yüzden bugün sen, ‘emekli’ adı altında, çalıştığın yıllarda ödediğin paranın sadakasına bile denk düşmeyen bir maaşa mahkûm bırakıldın.
Bir çay ocağında oturan emekliyle konuşun. Yüzüne iyi bakın. Derin çizgiler taşıyan o çehrede, yılların emeğini, çabayı ve hayal kırıklığını göreceksiniz.
Bugün Türkiye’de birçok emekli, torununa harçlık verememenin ezikliğini yaşıyor. Market raflarına bakıp sadece fiyatlara göz gezdirmekle yetinen, ay sonunu getirebilmek için pazara akşamüstü çıkan, kira mı ödeyeyim yoksa ilacımı mı alayım diye ikilemde kalan insanlar var. Bunlar, bu ülkenin onuruyla çalışmış, alın teri dökmüş insanları...
Soruyorum size: Bu emekli insanlar kimin parasını yiyor?
Çoğu zaman “Emekliye para yetmiyor, devlet bu yükün altından kalkamıyor” gibi bir algı pompalanıyor. Oysa bu insanlar devlete yük değil; devlete borç veren, güvenen, emek verip katkı sunan insanlar. Devlet onlara borçlu. Çünkü o paralar, bir zamanlar her ay maaş bordrosundan düzenli olarak kesilmiş, kayıtlara girmiş, Hazine’ye aktarılmıştı.
Ama şimdi, Hazine’nin kapısında el açan emekli var. İşte acı tablo bu!
Emeklilik bir ödül olmalıydı. Bir hayatın emeğinin karşılığı, bir teşekkür belgesi gibi... Oysa bugün bir ceza gibi sunuluyor. "Yaşı yetmiş, hâlâ çalışıyor" diye haber yapıyoruz. Bunun neresi takdir edilmesi gereken bir durum? O yaşta hâlâ çalışmak zorunda kalan bir emekli, sistemin ayıbıdır! Boş dursun demiyorum o emekli için ama zor şartlar altında çalıştırılmasın. Hobilerini yapsın, bahçesini bellesin, hayvanlarını beslesin, sanatını icra etsin vs…
Türkiye’nin sosyal güvenlik sistemi, yıllardır delik deşik edilmiş bir çuval gibi... İçine ne koyarsanız koyun, altı delik olduğu için hep yere dökülüyor. Kimse bu deliği tamir etmiyor, herkes çuvalın büyüklüğünden söz ediyor.
Emeklilik artık bir dinlenme değil, bir mücadele biçimi oldu. Bu ülkede emekli olmak, hayatın ikinci yarısında ayakta kalma savaşı vermek demek. Ve bu savaş, ne yazık ki, sessiz bir çığlık olarak devam ediyor.
Bu ülkede emekliler artık sadece yaşlandıkları için değil, unutuldukları için de acı çekiyor… Bunun en kısa zamanda düzeltileceğine inanmak istiyorum.
Sevgiyle kalın…
GÜZEL CÜMLELER
Sosyal adaletin en başında, emeklinin hakkını tam ve eksiksiz vermek vardır.