Birilerinin kazancı nasıl ve nereden sağladığı değil de, o kazancın devam edip etmediği sorgulanıyorsa; orada bir şeyler ciddi biçimde yanlış gidiyor demektir. Mevzuyu açalım, buyurun…
Bazen her şey yerli yerindedir. Masalar düzenli, tabelalar parlak, cümleler nizami ama bu dış görünüşün ardında bir çürüme gizlidir. Sessiz, sinsice yayılan bir çürüme. Gürültüyle değil, suskunlukla büyür. Menfaat sessizdir, kayırma sessizdir, düşüş sessizdir ve her şey, hak edilmemiş bir koltuğun gölgesinde başlar.
Bir koltuk, ehil olmayan birine teslim edildiğinde, yalnızca işin niteliği düşmez. İnsanların umudu da düşer. Emekle var olma hayali kuranların inancı kırılır. Yıllarını verip gece gündüz çabalayanlar, bir bakar ki kararlar liyakatle değil, yakınlıkla veriliyor. O an başlarını öne eğerler. “Bu emeğin karşılığı bu mu?” diye sorarlar. İşte o anda, sistemin ilk dişi kırılmış olur.
Bazı koltuklar vardır ki, omuzda taşınmalıdır. Çünkü o koltuk, temsil ettiği sorumluluğun ağırlığını taşır ama ne yazık ki bazıları onu bir yük değil, bir ganimet sanır. Yetkiyi sorumlulukla değil, güçle eşleştirir. Ardından çevresini donatmaya başlar: kendi gibi düşünen, kendi gibi susan, kendi gibi çıkar kollayanlarla ve böylece kurumsal yapıların, kadroların ve makamların ruhu yavaş yavaş söner.
Unutulmamalıdır: Makamlar kişisel değil, kamusal alanlardır. O koltuklar birilerinin keyfi için değil, toplumun ortak hayrına hizmet etmek için vardır. Ne zaman ki çıkarlar bir araya gelir, orada ortak akıl dağılır. Artık gerçekler değil, işaret edilenler konuşulur. Doğrular değil, işine gelenler yükselir ve en kötüsü de şu olur: Haksızlık sıradanlaşır.
Ne hazin bir durumdur bu!
Birileri hakkı olmadan kazandığında, mesele sadece bireysel bir yanlış değildir. Bu, doğrudan başkasının hakkının çalınmasıdır. Haksız kazanç yalnızca haram değil, aynı zamanda ağır bir ahlaki yıkımdır ve bu yıkımın mimarları, yalnızca kazananlar değil, buna göz yumanlardır da… Çünkü o suskunluk, geleceğin çocuklarına şunu fısıldar: “Dürüstlükle bir yere varamazsın.” İşte asıl felaket budur! Sonra ne olur biliyor musunuz? Beceriksiz ama sadık olanlar, işin ehli ama susanların yerini alır ve böylece yalnızca işler değil, hayaller de aksar. Görevler küçülür, hedefler basitleşir, umutlar körelir. Korku, adaletin yerini alır. Herkes susar. Çünkü sesini çıkaran ya dışlanır ya da itibarsızlaştırılır.
İşte bu noktada en büyük tehlike karşımıza dikilir: Sessizliğin meşrulaştırdığı kötülük.
“Bana dokunmuyor” diyerek susan herkes, o düzenin gönüllü ortağı hâline gelir. Farkında olarak ya da olmayarak. Çünkü kötülük, direnç görmeyince daha da büyür. Bu yüzden mesele kişisel değildir. Mesele, hak edenin hak ettiğini aldığı bir düzenin yeniden kurulmasıdır. Bu bir lüks değil, bir mecburiyettir.
Aksi hâlde; işini iyi yapanlar sistemden çekilir, cesurlar kenara itilir, doğrular susar. Ortada birbirinin kolunu tutan, birbirini koruyan bir korku zinciri kalır. Kafesteki maymunlar gibi: Biri ses çıkarmaz, öbürü göz yumar, diğeri görmezden gelir. Aksini yapmaya kalkan dayağı yer.
Bilinmeli ki hiçbir yanlış sonsuza dek saklanamaz. Hiçbir koltuk, hak etmeyenin sırtında uzun süre duramaz. Hiçbir sessizlik, vicdanın çığlığını sonsuza dek bastıramaz. Bugün birileri susuyor olabilir ama yarın, bir yerlerde biri bu düzeni sorguladığında şu soruyla karşılaşacak:
“Bu haksızlık yapılırken sen neredeydin?”
1992 yılından bu yana icra ettiğim gazetecilik mesleğinde, tam 33 yılı geride bıraktım. Bu sürenin 28 yılında profesyonel olarak çalıştım ve hâlâ da çalışmaya devam ediyorum. 33 yıl boyunca karşılaştığım haksız kazanç, liyakatsizlik ve çıkar amaçlı suskunluk örneklerini burada isim vermeden anlatmaya çalıştım. Kütahya’da gördüğüm, görmeye devam ettiğim çok örnek var. Bu yazı, diğer pek çok yazım gibi, bir şablondur. Dileyen üzerine alınır, dileyen kendine ders çıkarır. Ama gerçekten anlamak isteyen, sıkılmadan defalarca okumalıdır.
Zira dünya bir yalandır. Mal da, mülk de geçicidir. Bunu cemâl ile anlamak, insanı olgunlaştırır. Ancak kimileri bunu ancak celâl ile anlar ki, o da çok ama çok ağır bir bedeldir.
Bu yazı, kimsenin şahsını hedef almamaktadır.
Eğer rencide etmek isteseydim, ima yoluyla değil, açık açık herkesin kim olduğunu ifade ederdim. Ama amacım bu değil. Haksız kazanç elde eden, ettirilen ve buna göz yuman herkes, bu yazının ilk muhatabıdır. Bu böyle biline…
Sevgiyle kalın…
GÜZEL CÜMLELER
Eşeğe altın semer vursan da eşek yine eşektir. ATASÖZÜ