Bir binanın camları kırılmışsa… Hem de bir tanesi değil, çoğu. Yoldan geçen biri, o camların zaten kırık olduğunu gördüğünde, bir tane daha taş atmayı suç olarak görmez. Çünkü insan zihni şöyle çalışır: “Zaten kırılmış, bir tane daha ne fark eder?”

Bu, sadece bir bina meselesi değildir; bu, insan doğasının karanlık ama gerçekçi bir yansımasıdır.

Hayat da böyle. İnsanın iç âlemi de camdan yapılmıştır. Bazen şeffaf, bazen kırılgan… Ve ne yazık ki, camlarınız kırıldığında ve bunu açıkça gösterdiğinizde, çoğu insan içinden geçen o taşı fırlatmaktan çekinmez. Çünkü düşünce mekanizması hep aynıdır: “Zaten parçalanmış... Bir darbe de benden.”

Bize küçük yaşlardan beri “güçlü ol”, “ağlama”, “kırılma” diye öğretildi. Oysa insan dediğin ağlar. Hem de defalarca. Kimi zaman bir sözle, kimi zaman bir ihanetle, bazen de yalnızca bir sessizlikle bile... Ama mesele, ağlamak değil; zayıflıklarını ne kadar açık ettiğindir.

Bazıları acılarını bir kalkan gibi taşır. “Bakın, burası yaram. Dokunmayın.” der gibidir. Ama hayat acımasızdır. Kırıklarını gösteren, çoğu zaman merhem değil, yeni darbeler alır. Çünkü insanların büyük kısmı iyileştirmek için değil, daha çok kırmak için bakar. Maalesef…

Bu yüzden insanlar duvar örer. Camlarını onarmaz, aksine perdeleri çeker. Ne içeriden görünmek ister ne de dışarıyı görmek. Çünkü her kırığın ardından öğrenir ki, ne kadar çok gösterirse, o kadar çok hedef olur.

Ama bu, duygusuz olmak değildir. Bu, hayatta kalma refleksidir. Camlarını hep parlak ve sağlam göstermek zorunda kalırsın. Yoksa her geçen seni “zaten bozulmuş” bir yapı gibi görür. Saygı da kaybolur, merhamet de. Hatta seni kırdığı için kendini suçlu bile hissetmez. Çünkü zihnindeki o cümleyle kendini aklar: “O zaten parçalanmıştı.

Kimi zaman aile, kimi zaman dost, kimi zaman da çok güvendiğimiz bir yabancı... Hayat, kırılmalarla dolu bir sınavdır. Ama bu sınavda başarılı olmanın yolu, tüm o çatlaklara rağmen dimdik durabilmektir. Kendini saklamak değil ama kendini savunabilmektir. Çünkü camlarını onarmazsan, rüzgâr içeriden eser ve içerideki huzuru ilk önce sen kaybedersin.

Elbette insan kırılır. Hepimiz kırıldık. Ama mesele, o kırıklarla ne yaptığımızdır. Onları bir sanat eserine mi dönüştürürüz, yoksa etrafa saçılmış cam parçaları gibi başkalarını da yaralayan keskinliklere mi?

Hayat, kırıkları nasıl taşıdığınla ilgilidir. Bazıları kırıklarını altınla doldurur, Japonların “Kintsugi” sanatı gibi… “Bak, ben kırıldım ama daha değerli hâle geldim.” dercesine… Bazıları ise kırıldıkça daha da sivrilir, keskinleşir, saldırganlaşır. Hangisi olmak istediğin, nasıl göründüğünden çok, nasıl hatırlanmak istediğinle ilgilidir.

Şunları unutma sevgili dostum:

Kırılmak kötü değildir. Kırıldıktan sonra yeniden birleşen şey, ilk halinden daha değerlidir…

Camların kırılmış olabilir ama onları onarmayı ihmal etme. Çünkü insanlar, sağlam yapıya saygı duyar; dağılmış olana değil ve unutma, kırık camlardan sadece rüzgâr değil; umursamazlık, saygısızlık ve bazen zalimlik de girer.

Kendine iyi bak. Camlarına da...

Sevgiyle kalın…

GÜZEL CÜMLELER

Her yara bir derstir. Ama bazıları mezun eder. CARL JUNG