Gazeteci - Yazar Mehmet Yaylıoğlu kaleme aldı: Kütahya konuşuyor! Duyan var mı?

Kütahya… Sessizliğin ve sükûnetin memleketi. Tarihin içine serpilmiş çini desenleriyle süslenmiş bu kadim şehir, artık biraz yorgun… Biraz kırgın… Çiniyle tanınan, kültürüyle övünen ama sorunlarıyla baş başa kalan bir şehir burası. Her taşında bir medeniyetin izi, her sokağında bir hatıra var ama aynı zamanda kaldırımında çukur, sokak başında şikâyet, insanının yüz ifadesinde bir yılgınlık gizli.

Son günlerde kulağımı biraz daha fazla açtım sokakta yürürken. Gözümle değil, kulağımla gezdim şehri. Vatandaşın nabzını tuttum; anketlerle, tablolarla değil, gerçek insanlarla... Çarşı esnafıyla, üniversite öğrencisiyle, taksi şoförüyle, mahalle sakiniyle konuştum. Gördüm ki, mesele sadece sanayi, göç ya da yatırım eksikliği değil. Asıl mesele; “duyulmamak.

Bir vatandaş şöyle dedi:

“Otobüs saati denk gelmez, otopark bulamazsın, yürüyeyim desen kaldırım yok.”

İlk bakışta sıradan bir serzeniş gibi gelebilir ama bu cümlede aslında bir şehrin tüm altyapı açığı gizli. Trafik her geçen gün daha karmaşık. Ana caddelerde nereye park edeceğini bilemiyorsun. Araçlar kaldırıma taşıyor, yayalar yola inmek zorunda kalıyor. Toplu taşıma ise ayrı bir mesele... Otobüsler eski, sıkışık, sefer sayıları yetersiz. Öğrenciler ve çalışanlar her sabah stresle güne başlıyor. Ulaşım, artık sadece bir şehir planlama meselesi değil; bir yaşam kalitesi meselesi haline geldi.

Diğer yanda işsizlik... Özellikle gençler büyük bir umutsuzluk içinde. Üniversite mezunu bir gençle konuştum geçenlerde. İçini çekerek şöyle dedi:

“Ya Ankara'ya gideceğim, ya İstanbul'a. Burada ne yapayım?”

Bu cümle, sadece bireysel bir kararsızlığı değil, şehrin gençlerine sunamadığı geleceği de anlatıyor. Kütahya artık gençlerini tutamıyor. Üniversite mezunu olan da, teknik eğitim almış olan da yolunu büyükşehirlere çeviriyor. Giden dönmüyor, kalan umudunu kaybediyor. Her yıl biraz daha yaşlanan bir nüfusa ev sahipliği yapıyoruz. Kütahya göç veriyor, göç verdikçe küçülüyor, küçüldükçe etkisini ve cazibesini kaybediyor.

Ayrıca şunu da belirtmeliyim; burada sunulan iş imkânlarını da beğenmiyor gençler. Çünkü hakkının burada vaat edilenden çok daha fazla olduğunu savunuyorlar.

Bir diğer yakıcı mesele ise sağlık... Diş hekimine randevu almak neredeyse imkânsız. Aylar sonrasına gün veriliyor. Kadın doğum uzmanı sayısı yetersiz. Aile sağlığı merkezlerinde personel eksik. Vatandaş devlet hastanesinden umudunu kesmiş, ama özel hastaneler de cebini yakıyor. Sağlık hizmetleri, bir sosyal devletin temel yükümlülüğü olması gerekirken, Kütahya'da artık bir ayrıcalık haline gelmiş durumda. Ücretsiz sağlık sadece tabelada yazıyor; uygulamada yok.

Sokaklara çıktığınızda ise sizi başka sorunlar bekliyor. Temizlik hizmetlerinde düzensizlik var. Bazı mahallelerde çöpler toplansa da zamanlama sorunu var. Kaldırımlar otlarla kaplanmış. Yağmur yağdığında bazı mahallelerde rögarlar tıkanıyor, yollar göle dönüyor. Mahalle muhtarları defalarca dile getirmişler; altyapı eksik, sosyal alanlar yok, çocuk parkları bakımsız. Özellikle kadınlar ve yaşlılar, sokakta yürürken tedirgin. Gece dışarı çıkmak, bir cesaret işine dönüşmüş durumda.

Çözüm, önce halkı duymakta ama gerçekten duymakta. Şikâyeti değil, ihtiyacı duymakta. Ardından bu şehrin potansiyelini hatırlamakta. Çünkü Kütahya, sadece geçmişin şehri değil; geleceğin de olabilir. Doğru planlamayla, istikrarlı yatırımlarla, gençlere umut, kadınlara destek, yaşlılara huzur sunulabilecek bir şehir olabilir.

Bu şehir, yeniden üreten, yeniden büyüyen, yeniden konuşulan bir şehir olabilir ama bunun için önce “duymak” gerekiyor.

Sokaktaki sesi duymak… Otobüsteki bakışı görmek… Gece pencereden dışarı bakan yaşlının sessizliğini hissetmek… Bir çocuğun park yerine kaldırımda oynadığını fark etmek… Bir annenin, otobüs beklerken yüzündeki endişeyi anlamak…

Kütahya konuşuyor aslında… Duyan var mı?

Sevgiyle kalın…

GÜZEL CÜMLELER

Müftü kör, kadı sağır. Sen durma bağır. HASAN BİLCAN