Şehirler, sadece taş binalardan, yollar ve caddelerden ibaret değildir. Onları asıl şehir yapan, içinde yaşayan insanların birbirlerine karşı sergiledikleri davranışlar, gösterdikleri saygı ve nezaket kurallarıdır. İşte tam da bu noktada, toplumun huzur içinde yaşayabilmesi için âdâb-ı muâşeret kuralları devreye girer. Ancak ne yazık ki Kütahya’da, son yıllarda bu kurallardan bihaber olanların sayısında gözle görülür bir artış var. Bu da kent yaşamında ciddi sorunlara yol açıyor.
Öncelikle, toplumun en temel yapı taşı olan selamlaşma kültüründen başlayalım. Eskiden Kütahya sokaklarında yürürken insanlar birbirine selam verir, hâl-hatır sorardı. Şimdi ise bırakın selamlaşmayı, göz göze gelmemek için başını çevirmeyi tercih eden bir nesille karşı karşıyayız. Selam vermek bir lütuf değil, bir nezaket göstergesidir. Ancak görünen o ki, bu küçük ama anlamlı davranış bile giderek kayboluyor. Yozlaşıyoruz diye düşünüyorum.
Trafikteki saygısızlık da kentin en büyük sorunlarından biri hâline gelmiş durumda. Özellikle yaya geçitlerinde yol vermesi gereken araç sürücüleri, yayalara adeta birer engel gibi davranıyor. Kornaya basarak yayaları taciz eden, kaldırım kenarlarına park edip insanları yolda yürümek zorunda bırakan bir zihniyet, âdâb-ı muâşeret kurallarının tamamen unutulduğunu gösteriyor. Oysa medeni toplumlarda bu tür davranışlara yer yoktur.
Toplu taşıma araçlarında yaşananlar da içler acısı. Yaşlılara, hamilelere ve engellilere yer vermemek bir yana, yüksek sesle telefonla konuşan, müziği açıp herkese zorla dinleten, otobüslerde kabalığı ve bencilliği hayat tarzı haline getiren insanlarla karşılaşmak artık şaşırtıcı değil. Oysa eskiden toplu taşıma araçları bir nezaket alanıydı. İnsanlar yer verir, birbirlerine saygıyla davranırdı. Şimdi ise kimse kimsenin hakkını düşünmüyor.
Alışveriş merkezlerinde, pazarlarda ya da çarşıda da durum pek iç açıcı değil. İnsanların birbirine omuz atarak geçtiği, teşekkür etmenin ve özür dilemenin unutulduğu, sıra beklemeyi bilmeyen ve herkesin önüne geçmeye çalışan bir topluluk giderek çoğalıyor. Oysa âdâb-ı muâşeret, insanın nerede nasıl davranması gerektiğini öğreten bir rehberdir. Bu rehberi okumayanların sayısı gün geçtikçe artıyor maalesef.
Bir başka önemli nokta ise, çevreye saygı meselesi. Kütahya, tarihi ve doğal güzellikleriyle öne çıkan bir şehir. Ancak yerlere çöp atmak, parkları hor kullanmak, gürültü kirliliği yaratmak gibi davranışlar yüzünden bu güzellikler tehdit altında. Oysa medeni insan, yaşadığı kente zarar vermeyen insandır. Ancak ne yazık ki birçok kişi, bu temel kuralları umursamıyor bile. Hatta uymaya çalışan azınlığa deli gözüyle bakıyor.
Âdâb-ı muâşeret sadece bireysel nezaket kuralları değildir; aynı zamanda bir toplumun aynasıdır. Eğer bir şehirde insanlar birbirine saygıyla davranmıyorsa, orada huzur da kalmaz. Bu yüzden Kütahya’da yaşayan herkesin bu kuralları tekrar hatırlaması gerekiyor. Nezaket, bir insana hiçbir şey kaybettirmez; aksine ona saygınlık kazandırır. Toplum olarak yeniden selamlaşmayı, saygılı olmayı, hakkımıza razı gelmeyi ve başkalarının haklarını gözetmeyi öğrenmeliyiz. Aksi takdirde, sadece şehirleşmiş ama medenileşememiş bir topluluk olarak kalırız.
1930’lu yıllara ait siyah beyaz bir fotoğraf gördüm. Bugünkü Cumhuriyet Caddesi’nde (Sevgi yolu) çekilmiş. Başında fötr şapkalı beyler, nezaketleri ve zarafetleri ile dikkat çeken Kütahyalı hanımlar var bu siyah beyaz fotoğrafta. Nereye gitti acep bu zarafetimiz, letafetimiz, nezaketimiz ve görgümüz? 95 yıl önceki insan davranışlarını arıyorsak eğer, gerçekten görgüsüzlük hâkim olmuş demektir. Nerede kaldı bizim âdâb-ı muâşeretimiz? Bilen varsa deyiversin hele…
Sevgiyle kalın…
GÜZEL CÜMLELER
Ölçü her şeyde gereklidir, nezakette ise kaçınılmaz. CENAB ŞEHABETTİN