Veriler bazen sıkıcı gelir ama işin acı gerçeği de oradadır. Çünkü rakamlar, duygudan bağımsızdır ve yalnızca hakikati söyler. Kütahya’nın yıllardır süregelen kan kaybı da işte bu rakamların satır aralarında sessiz çığlıklar gibi duruyor. Peki, neden? Kütahya’da işini düzgün yapmayanlar yüzünden.
Yerel yönetiminden kamu bürokrasisine, iş dünyasından eğitim kurumlarına kadar herkes bu sorumluluğun bir ucundan tutmak zorundaydı ama çoğu sadece oturduğu koltuğu doldurmakla yetindi. Kimi yerinde saydı, kimi ise olanı da tüketti. Hele ki basın, kabahatin büyüğü basındadır kanımca. Hakikati halktan gizlemekten büyük kabahat mi olur?
Bir şehri yaşanabilir kılan şey nedir? İş imkânı mı? Evet. Ulaşım kolaylığı mı? Elbette. Sosyal hayat mı? Kesinlikle. Ne var ki hepsinin üstünde bir şey daha var: O da umut. Bir şehirde insanlar gelecek göremiyorsa, valizlerini toplar giderler. Çünkü göç bazen ekmek içindir ama çoğu zaman hayallerin peşinden koşmaktır.
Kütahya’da son çeyrek yüzyılda işte bu umut sistemli bir şekilde tüketildi.
Yatırımlar gelmedi ya da gelmek bilmedi. Gelenler ise ya yanlış planlandı ya da ehil olmayan ellerde heba edildi. Bir şehrin büyümesi için üniversitesi cazibe merkezi olmalı, sanayisi dinamik olmalı, kültürü can çekişmemeli. Kütahya’da bunların hiçbiri tam manasıyla olmadı. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, binlerce öğrenciyi mezun etti ama çoğunu Kütahya’ya değil, başka illere hizmet etmeleri için yetiştirdi. Sanayi, birkaç iyi niyetli girişimci dışında büyüyemedi, çünkü işini düzgün yapmayanlar yüzünden yatırımcı ya ürktü ya da yönünü değiştirdi.
Ticaret… Ne diyelim ki? Bürokrasinin hantallığı ve vizyon eksikliği, girişimcinin ayağına pranga oldu.
Belediyecilik ise bir ileri iki geri adımlarla zaman kaybetti. Kent estetiği için yapılanlar ya geç kaldı ya da göstermelik oldu.
Ve sonuç ortada. Kütahya, her yıl daha çok insanını kaybediyor.
Gençler, hayallerini sırt çantasına koyup Eskişehir’e, İzmir’e, Bursa’ya gidiyor. Kimisi memleketini sevdiği için yıllarca dişini sıkıyor, şehrinde bir şeyler yapmaya çalışıyor, fakat bir noktada umutsuzluk galip geliyor. O da pes ediyor.
Bakın, göç sadece bir nüfus meselesi değildir. Göç, bir şehrin hafızasını, enerjisini, kültürünü kaybetmesidir. Göç, bir şehrin düşmeye başlayan başını, yerden kaldıracak ellerin tek tek eksilmesidir. Ve daha acısı… Göç, kalanların da motivasyonunu çalmaktır.
Kütahya bugün kültürel anlamda da eriyor. Şehir, kaliteli insan kaynağı kaybederken, yerini maalesef kültürel erozyona açık, şehre katkı sağlamayan bir göç profili dolduruyor. Sonra bir bakıyoruz; sokaklar değişmiş, insan profili değişmiş, çarşının ruhu solmuş.
Kütahya’da işini düzgün yapmayanlar sadece ekonomiyi değil, sosyolojiyi de çökertti. Bir fabrika kapanınca sadece iş değil, umut da kapanıyor. Bir okul gelişmeyince sadece eğitim değil, vizyon da geriliyor. Bir proje yapılamayınca sadece beton değil, geleceğin tuğlaları da eksiliyor.
Bunlar kader değil. Bunlar, beceriksizliktir. Bunlar, denetimsizliktir. Bunlar, umursamazlıktır. Eğer Kütahya’da herkes işini düzgün yapsaydı; bürokratlar günü kurtarmakla yetinmeseydi, yöneticiler koltuğu değil, memleketi düşünseydi, iş dünyası birbirine çelme takmak yerine el ele verseydi, akademisyenler kapılarını Kütahya’ya daha çok açsaydı, siyaset, şahsi değil şehir odaklı yapılsaydı, bugün Kütahya bambaşka bir yerde olurdu. Yine de umutsuz değilim. Çünkü hâlâ burada kalan, hâlâ mücadele eden insanlar var. Kütahya’nın kaybettiği yılları telafi etmesi için çok geç değil ama bunun için önce herkesin şapkayı önüne koyup sorması gerekiyor:
Ben işimi düzgün yapıyor muyum?
Eğer bu soruya Kütahya’daki herkes içtenlikle “evet” diyebilirse, işte o gün şehir yeniden büyümeye başlar. Yoksa göç sadece dışarıya değil, insanın kalbine olur ve en tehlikelisi de zaten budur: Bir şehrin kalbinden göç etmesi…
Sevgiyle kalın…
GÜZEL CÜMLELER
Bir şehri yıkmak için duvarlarını değil, umudunu sökmek yeter. M.Y.