Bazı sesler vardır… Gürdür, kararlıdır, öfkelidir. Dikkatle bakıldığında bu sesin yalnızca kendi çıkarı tehdit altındaysa yükseldiğini fark edersiniz. Şehrin dertleriyle ilgileniyor gibi görünürler ama aslında o dertler, kendi menfaatleriyle kesiştiği ölçüde onları ilgilendirir. Geri kalan her şey ya sessizlikle geçiştirilir ya da görmezden gelinir.

Bu şehirde yıllardır bu döngüyü yaşıyoruz. Bir mesele gündeme gelir, kimileri anında refleks gösterir. Basın açıklamaları, sosyal medya paylaşımları, kamuoyu çağrıları… Ne var ki mesele biraz deşilince görülür ki aslında dert edilen şey, halkın ya da memleketin meselesi değil; kişisel ajandaların bozulmasıdır.

Ve ilginçtir; bu tür durumlarda sessiz kalanlar, hemen suçlanır. “Niye konuşmuyorsun?” derler. “Bu kadar önemli bir konuda susmak, suça ortak olmaktır!” Ne kadar da tanıdık bir cümle değil mi?

Kimse şunu sormaz: Peki sen bu kadar sesi bugüne kadar niye hiç çıkarmadın? Neredeydin bunca zaman? Düne kadar ortada yoktun da bugün mü vicdanın kabardı?

İşte tam da burada başlıyor oportünizmin sesi. Çünkü bu kişiler için meselelerin özü değil, zamanlaması önemlidir. Çıkarlarına dokunmayan bir mesele ne kadar yakıcı olursa olsun onlar için önemsizdir. Kendi koltukları, imtiyazları ya da görünürlükleri tehdit altına girdi mi, bir anda halk kahramanına dönüşürler.

Bu yazı, belirli bir kişiye ya da kuruma yazılmadı ama garip bir şekilde, yazıyı okuyan herkesin içinden bir ses yükselecek: “Acaba beni mi kastediyor?” Belki de evet. Çünkü bazen insan, en çok rahatsız olduğu aynada kendini görür. Bu yazı, kendine dönüp bakan içten insanlara değil, sadece dışarıyı suçlayarak var olmaya çalışanlara ayna tutmak için yazıldı.

Şu sıralar Kütahya’da bazı sesler daha çok çıkıyor. Bazı kişiler daha sık konuşuyor, daha fazla görünmeye çalışıyor. Ne oldu da birden bu kadar hassaslaştılar? Düne kadar sessiz kalanlar neden bugün sesini yükseltiyor? Çünkü bazı dosyalar kapanıyor. Bazı imkânlar elden gidiyor. Bazı yolların artık yürünemeyeceği anlaşılıyor ve onlar, seslerini bu yüzden yükseltiyor.

Bu şehir küçük. Kim nerede ne konuştu, ne zaman sustu, hangi konuda nasıl pozisyon aldı; hepsi kayıt altında. Hafıza-i beşer nisyan ile malul olabilir ama bu şehir unutmaz. İnsanlar zamanla unutur gibi görünür ama bir gün bir yerde bir şey olur ve herkes o “sessizliğin” ya da “yüksek sesin” aslında neye hizmet ettiğini anlar.

Bazen biri çıkar, bağırır çağırır ama neye bağırdığından ziyade, neden bağırdığı daha önemlidir. Bu farkı görmeyen çok ama hisseden hiç az değil. İşin acı tarafı şu ki; oportünist kişi, yalnızca kendine zarar vermez. Şehrin ruhunu bozar. Gerçek samimiyetle konuşanların sesini bastırır. Halkın güven duygusunu köreltir ve her şeyin çıkar için yapıldığına dair umutsuz bir algı yaratır. O yüzden en tehlikeli suskunluk, bazen bu sesli manipülasyonların gölgesinde kalandır.

Kesinlikle unutulmamalıdır ki gerçek, geç de olsa ortaya çıkar.

O gün geldiğinde, kimin ne için sustuğu ya da konuştuğu tüm çıplaklığıyla görünür. Vicdan terazisi, günü kurtaran açıklamalarla değil; geçmişin ve bugünün bütünlüğüyle ölçülür. Şimdi bu yazıyı okuyanlara bir çağrı yapmak haddime değil ama yine de bir önerim var: Kimin ne söylediğinden çok, ne zaman ve neden söylediğine bakın. O zaman gerçek niyet, kelimelerin ötesinde kendini ele verir.

Ve unutmayın… Kimin çıkarıysa o konuşuyor ama bu şehir artık o sesi değil, gerçek niyeti dinliyor.

Sevgiyle kalın…

GÜZEL CÜMLELER

Sessiz kalan herkes suçlu değildir; belki de kirli gürültülere ortak olmak istemiyordur. M.Y.