Dün kaleme aldığım yazımda, AVM’lerin araçlarla dolu olduğu, marketlerin ağzına kadar insanla dolup dolup boşaldığı ve kafeleri dolduranların keselerinin dolu olduğuna dem vuran gazeteci arkadaşlara, “alım gücü yok, hepsi kredi kartı” iddiamıza “madem paraları yok yemesinler” cevabını kaleme almıştım. Sağ olsun okurlarımdan bu yazı ile ilgili çok destek mesajı aldım. Arasından seçtiğim iki tanesini sizinle paylaşmak isterim:

“Abi bence ikiniz de haklısınız! Arkadaşın haklı çünkü her yer dolu. (AVM-Lokantalar) Sen haklısın marketten aldığı sütü geri bırakmak zorunda kalan dedenin mahcubiyeti içimizi acıtıyor. Kütahya’daki bütün lokantalar hınca hınç dolsa kaç kişi alır? 5 bin bilemedin 10 bin kişi. Maalesef bu aktiviteler hep aynı kişiler tarafından yapılıyor ve bu mutlu azınlık “her yer dolu, millette para var” söylemlerinin altını doldurma aparatı yapılıyor. Kütahya’mız merkez 250 bin toplamda ise 560 bin nüfusa sahip. Ya diğerleri ne yapıyor? Herkes en az mutlu azınlığın refah seviyesine erişene kadar durmadan çalışmalı ve toplumsal dayanışmayı öğretmeliyiz…”

Diğer seçtiğim yorum da şu:

“Yahu bu kentte 250 bin insan yaşıyor. 80 bin de Tavşanlı. Bu AVM pazar günleri dolmasın mı? Bu kentteki kafe ve restoranların sandalye sayısı 5 bini geçmez. 250 bin nüfuslu kentte buralar dolmasın mı?..”

Mutlu azınlıktaki iki gazeteci arkadaşım ikna olmayacaktır ama bendeniz bunları yazmaya devam edeceğim. Çünkü mesele, sadece AVM’lerin, lokantaların veya kafelerin dolu olup olmaması değil. Asıl mesele, bu doluluğun toplumun geneline yayılıp yayılmadığı, herkesin refah seviyesinin bu harcamalara yetip yetmediği meselesidir. Eğer toplumun büyük bir kesimi temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanırken, küçük bir kesim lüks sayılabilecek bu tüketimi sürdürebiliyorsa burada ciddi bir dengesizlik var demektir.

Evet, kentteki kafe ve restoranların sandalye sayısı belki 5 bini geçmez ama bu yerleri her gün dolduranların hep aynı kişiler olduğu gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Öyle olmasa, markette alışveriş yaparken kasada ürünlerini geri bırakmak zorunda kalan insanlar bu kadar çoğalmazdı. Bu çelişkiyi görmezden gelmek, toplumsal adaletsizliği normalleştirmek anlamına gelir. Oysa bizim yapmamız gereken, bu çarpıklıkları dile getirmek ve toplumun geniş kesimlerinin daha iyi bir yaşam standardına ulaşması için çözümler üretmektir.

Elbette kimseye "neden yiyorsun, neden eğleniyorsun" deme hakkımız yok. İnsanlar çalışıyor, kazanıyor ve harcıyor. Ancak herkesin aynı fırsatlara sahip olmadığı, alım gücünün büyük bir kesim için her geçen gün düştüğü de ortada. Eğer bir toplumda herkesin refahı artıyorsa, ekonomi gerçekten büyüyordur. Ama sadece belirli bir kesim refah içinde yaşarken, büyük bir kitle geçim sıkıntısı çekiyorsa, burada ciddi bir sorun var demektir.

Öyleyse yapmamız gereken, bu gerçeği konuşmak, yazmak ve gündemde tutmaktır. Çünkü mesele yalnızca "herkes aynı şartlara sahip değil" gerçeğini kabullenmek değil, aynı zamanda bu adaletsizliği gidermek için neler yapılabileceğini tartışmaktır.

İşte bu yüzden, “Mutlu azınlık mı, kuru kalabalık mı” tartışmasına devam etmekten yanayım. Ama esas hedefimiz, o kuru kalabalığı da refah içinde yaşayan bir topluma dönüştürmek olmalıdır. Bunun için daha fazla üretmek, daha adil bölüşmek ve toplumsal dayanışmayı artırmak gerekiyor. Aksi halde, toplumun büyük kesimi için "dolu restoranlar, tıklım tıklım AVM’ler" sadece izlemekle yetinilecek bir manzara olmaya devam edecektir.

Sevgiyle kalın…

GÜZEL CÜMLELER

Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.