Sultan III. Murat, bir gece çok garip bir rüya görür. Rüyasında daha önce hiç tanımadığı bir adam ona şöyle seslenir:

“Cenaze namazımı Fatih Camii’nde kıldır. Beni evimde toprağa ver. Üzerime bir türbe, yanıma bir tekke ve bir çeşme yaptır. Çünkü ben dünyada elli yıl su içtim.”

Sabah uyanan padişah, rüyanın etkisinden uzun süre kurtulamaz. Kararsız ve düşüncelidir. Bu hâlini fark eden Vezir-i Âzam Siyavuş Paşa, merakla ne olduğunu sorar. Sultan rüyasını anlatır ve hemen tebdil-i kıyafetle halkın arasına karışacaklarını söyler.

Padişah bir molla, paşa da onun yardımcısı kılığında İstanbul sokaklarını dolaşmaya başlar. Beyazıt’tan Vefa’ya, oradan Zeyrek’e geçerler. En sonunda Unkapanı civarında bir ceset görürler. Padişah cesede yaklaşır yaklaşmaz, onun rüyasında gördüğü adam olduğuna kanaat getirir. Hemen çevredeki insanlara sorar:

“Bu adam kimdir?”

Aldığı yanıtlar oldukça şaşırtıcıdır:

“Aman hocam, hiç bulaşma! Ayyaşın, sefihin tekiydi. İyi nalın yapardı ama kazandığını hep içkiye, kötü yollara harcardı. Evine şarap taşır, nâmı kötü kadınları peşine takar getirirdi. Camide gören de olmadı.”

Padişah, anlatılanlara rağmen geri adım atmaz. “Rüyama girmesinin mutlaka bir hikmeti olmalı” der. Paşa bu işten vazgeçmesini söylese de Sultan kararlıdır:

“Olmaz! Halkımızdır, şöyle veya böyle. Bu cenaze ortada kalamaz. Defin işi tamamlanmalı.”

Paşa, cenazeyi saraydan getirilecek insanlara yıkatmayı önerir. Ancak padişah kesin konuşur:

“Bu işi biz yapacağız.”

Malzeme temin edilir. Padişah ve paşa birlikte cenazeyi yıkar. Ne var ki, adam yıkandıkça yüzü aydınlanır, adeta nurla dolar. Anlatılan ayyaş adamdan eser yoktur. Yüzünde hafif bir tebessüm vardır. Ardından kefenlenir ve padişah adamı evinin bahçesine gömmeye karar verir. Paşa araştırma yaparak evin yerini bulur. Küçük ahşap bir evin kapısını yaşlı bir kadın açar. Ölen adamın eşi olduğunu öğrenirler. Ölüm haberine üzülür ama şaşırmaz. Sanki bu ânı bekliyordur. Gözyaşları içinde teşekkür eder.

Padişah, adamın gömüleceği yeri sorar. Kadın bahçeyi gösterir:

“Bizim bey mezarını kazıp hazırlamıştı. ‘Beni buraya defnetsinler’ diye tembihledi.”

Sultan şaşkındır. Merakı daha da artar:

“Nasıl biriydi eşiniz?”

Kadın, sakince anlatmaya başlar:

“Rahmetli, bir âlemdi evladım. Gün boyu ayakkabı yapardı. Ama elinde içki şişesi taşıyan birini görmesin; elindekini satın alır, helaya dökerdi. ‘Müslüman içmesin’ derdi.”

Kadın sözlerine devam eder:

“Kötü yolda bilinen kadınları bulur, parasını verir eve getirirdi. ‘Zamanlarını satın aldım’ der, sonra bana onları dinleyeyim, anlatayım diye tembih ederdi. Kendisi de çıkıp giderdi. Ben de sabaha kadar onlara dinimizi anlatırdım.”

Sultan duydukları karşısında iyice hayrete düşer. Herkesin hor gördüğü bu adamın, aslında ne kadar büyük biri olduğunu fark eder. Kadın son noktayı koyar:

“Evladım, milletin ne dediği umurunda değildi ki onun. Namazını bile uzak mescitlerde kılardı. ‘Tekbir alırken kıblesini görebilecek bir imamın arkasında durmalı’ derdi.”

Padişah artık rüyasının sırrını çözmüştür. Halkın “cenazesi bile yıkanmaz” dediği bu adam, belki de onların hepsinden daha temiz bir kuldur. Çünkü iyiliklerini gösteriş için değil, Allah için yapmıştır.

Kadın son olarak şöyle der:

“Bir gün dedim ki: ‘Efendi, herkes senin hakkında konuşuyor. Komşular seni kötü belleyecek. Cenazen ortada kalacak.’ O da önce güldü, sonra dedi ki: ‘Merak etme hatun. Kimseye zahmet vermeyiz. Mezarımı hazırladım. Padişahın işi ne? Beni padişah yıkayıp gömer nasılsa.’”

Evet… Nalıncı Baba işte böyle bir insan.

Sevgiyle kalın…

GÜZEL CÜMLELER

Harâbât ehlini hor görme zâkir, defineye mâlik nice vîrâneler var. İBRAHİM HAKKI ERZURUMÎ Hz.