1 Mayıs gününü tatil yaparak işçi ve emekçinin hakkını vermekten kurtulunamaz.

Herkes 1 Mayıs günü yazar bu tür yazıları, dikkat çekmek isterler. Bendeniz de bir basın emekçisi, işçi olduğum için 1 Mayıs günü çalışmadım. Bu nedenle yazımı 2 Mayıs sabahından size aktarıyorum. Dün ile bugün arasındaki tek fark nedir bilir misiniz? Ömür sermayesinden bir gün daha aktı gitti…

1 Mayıs’ı bir gün tatil ilan ederek işçinin hakkı verilmiş olmuyor. O gün sokakta yürümekle, kürsüden konuşmakla, pankart açmakla da bitmiyor bu mesele. Çünkü işçinin derdi bir güne sığmaz. Onun yükü her güne dağılmıştır. Sabahın kör karanlığında kalkar, evinde kalan çocuklarına “akşam ne yapacağız” kaygısını yutmadan çıkamaz evinden. İnsan soruyor kendi kendine: Gerçekten hakkını alabiliyor mu işçi? Emekçi, alın terinin karşılığını görebiliyor mu?

Kütahya’nın sanayi bölgelerinde sabah ezanıyla birlikte yükselen o sessiz kalabalığı düşünün. OSB’ye gitmek için yol kenarında servis bekleyen gençleri, yaşlıları, kadınları… Kimse konuşmaz, herkes yorgundur daha güne başlamadan. Çalıştığı fabrikanın patronunu bile bilmeyen ama makinelerin arasında geçen ömrünü bilen binlerce işçi… Pres seslerinin, metal kokusunun arasında silikleşen hayatlar.

Simav’da tarlaya sabah serinliğinde inen kadınlar… Ellerinde çapa, gözlerinde güneş… Domatesin, biberin, patatesin hasadını yapan ama kendi evine bir kilo et giremeyen analar… Tavşanlı’nın kömür karası yüzlü madencileri… Her gün yerin yüzlerce metre altına inip evlatlarının gözlerine yeniden bakabilmenin duasını eden babalar… Gediz’de tekstil atölyelerinde iplik soluyarak çalışan genç kızlar… Sadece el emeği değil, ömürlerini işleyen o narin eller... Zincir marketlerde, fast-food tezgâhlarında asgari ücrete sabitlenmiş gençler. Üniversite bitirmiş ama diplomadan çok maaş bordrosuna bakan, gelecek planı yapamayan binlercesi…

Bu insanlar “1 Mayıs’ta tatil var” diye sevinmiyor. Çünkü ertesi gün yine mesai, yine geçim, yine ay sonu var.

Sosyal devlet dediğimiz şey sadece tabelada kaldıysa, bu emekçiye zulümdür. Bir baba üç çocukla kirada oturup mutfağında tencere kaynatamıyorsa, bir anne gece gündüz çalıştığı halde çocuğunun montunu ikinci el pazarından alıyorsa, orada adalet yoktur. Sözde değil, özde adalet gerek bu ülkeye.

Hâlâ sigortasız işçi çalıştırılıyorsa, hâlâ çay molası hakkı dahi olmayan insanlar varsa, hâlâ iş kazalarında gençler toprağa düşüyorsa, oturup düşünmek gerek: Neyi kutluyoruz biz?

Devlet, sendika, patron, toplum… Herkesin aynaya bakması gereken bir gün 1 Mayıs. Çünkü bu ülkeyi ayakta tutanlar elleri nasırlı, beli bükük, gözü umutla dolu insanlardır.

Sadece 1 Mayıs’ta değil, her gün hatırlanmalı emekçinin hakkı. Her sabah, her akşam, her maaşta, her yasada… Çünkü bir ülkenin gerçek zenginliği altın rezervleri değil, alnı terleyen insanlarının huzurudur.

Bu yazı bir sitemdir. Bu yazı bir haykırıştır. Bu yazı, o sabah erken kalkanların, sessizce çalışanların, hak ettiklerini hâlâ bekleyenlerin sesidir. Soruyorum tekrar:

İşçi, emekçi gerçekten hakkını alabiliyor mu?

Yoksa biz yine 1 Mayıs’ı bir tatil günü ilan edip vicdanlarımızı mı tatmin ediyoruz?

1 Mayıs 1977’de (Kanlı 1 Mayıs) hayatını kaybeden 34 kişiyi saygıyla anıyorum. Hakkını aramak için meydanlara inen insanların, bu isteğini canıyla ödediği kara günü hiçbir zaman unutmamalıyız. 48 yıl önce öldürülen 34 kişinin katilleri hiç bulunamadı…

Sevgiyle kalın…

GÜZEL CÜMLELER

Alın terleriyle sulanan bu topraklarda hâlâ adalet filiz vermiyorsa, hepimiz suçluyuz. M.Y.