Son yıllarda ülkemizde gözlemlediğimiz bir olgu, toplumsal yaşamda artan cehalet ve buna paralel olarak saygısızlığın yaygınlaşması olarak dikkati çekiyor. 101. yıldönümünü kutladığımız cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi, eğitimle aydınlanma ve toplumsal gelişim üzerine kurulmuştur. Ancak, günümüzde bu temel ilkelerin göz ardı edildiği bir dönemden geçiyoruz maalesef.

Eğitim; bireylerin sadece bilgi edinmesi değil, aynı zamanda empati, hoşgörü ve saygı gibi değerleri de kazanması için kritik bir araçtır. Cumhuriyetimizin kurucuları, eğitim sayesinde bir ulusun yükseldiğini savunmuş ve bu doğrultuda büyük yatırımlar yapmışlardır. Ne var ki, günümüzde eğitim sistemimizin çeşitli sorunları, genç nesillerin bu değerlerden uzaklaşmasına sebep oluyor. Bunu üzüntü ve endişe içinde izliyoruz.

İnternet ve sosyal medya çağında, bilgiye erişim kolaylaşmış olsa da, bu durumun arka planında yatan cehalet durumu, ne yazık ki artmaktadır. Doğru bilginin ayırt edilmediği, manipülasyonların kolayca yayıldığı bir ortamda, bireyler yalnızca yüzeysel bilgilere yönelmekte, derinlemesine düşünme ve analiz etme yeteneklerini kaybetmekte. Bu durum, bireylerin sosyal ilişkilerinde de saygısızlık ve hoşgörüsüzlüğe yol açmaktadır.

Toplumumuzda saygı ve hoşgörü gibi değerlerin azalması, yalnızca bireyler arası ilişkilerde değil, siyasi ve sosyal tartışmalarda da kendini göstermektedir. Farklı görüşlere saygı duymak yerine, kutuplaşmaların artması ve diyalog sorunu, sağlıklı bir toplumsal yapının temellerini sarsmakta. Bu noktada, eğitim kurumlarının ve ailelerin üzerindeki sorumluluk büyük ama maalesef ki hem eğitimcilerin büyük bir bölümü hem de ailelerin büyük bir bölümü bu sorumluluğun farkında bile değil.

Eğitim politikalarının gözden geçirilmesi, öğretmenlerin ve eğitimcilerin desteklenmesi, öğrencilere eleştirel düşünme becerilerinin kazandırılması gerekmektedir. Ayrıca, bireylerin tarihsel ve kültürel değerlerini tanıması, toplumsal kimliklerinin güçlenmesi için önemlidir. Eğitimsizliğe dönüşen bir eğitim anlayışı, sadece bireyleri değil, tüm toplumu tehdit eden bir durumdur.

Eğitimdeki rezalet derecesindeki başarısızlıkların bir an evvel düzeltilmesi, toplumsal saygı ve hoşgörüyü yeniden tesis etmek için kaçınılmazdır. Cumhuriyetimizin temel ilkelerine sahip çıkmak ve bu değerleri gelecek nesillere aktarmak, hepimizin ortak sorumluluğudur. Eğitim, bir ulusun aydınlık geleceğinin teminatıdır; cehalet ise karanlığın kapılarını aralar. Bu gerçeği unutmamak ve harekete geçmek zorundayız.

SANATIN DİNİ, DİLİ, IRKI OLMAZ

Sanat, insanlık tarihinin kadim, evrensel ve birleştirici unsurlarından biridir. Özellikle divan edebiyatı ve Anadolu tasavvuf kültürü, bu anlayışın en güzel örneklerini sunar. Bu iki alan, dini, dili ve ırkı aşan bir dil geliştirmiştir; zira her iki gelenek de insan ruhunun derinliklerine inerek mistik temaları işler.

Örneğin, divan edebiyatı, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olarak, farklı kültürlerin ve dinlerin bir araya geldiği bir ortamda gelişmiştir ki bunun doğuş yeri Kütahya’dır. Prof. Dr. Halil İnalcık bunu katıldığı birçok TV programında ve sempozyumda açıkça ifade etmiştir. Ayrıca bunu hocanın "Has Bağçede Ayş-u Tarab" isimli kitabında da bulabilirsiniz.

Şairler eserlerinde aşk, doğa, insan ruhu ve fizik ötesi olaylar gibi evrensel temaları işlerken, İslam kültürünün yanı sıra Fars ve Arap edebiyatlarından da etkilenmişlerdir. Bu etkileşim, farklı bakış açılarını bir araya getirerek, sanatın sınırlarını aşan bir dil oluşturmuştur. Örneğin, Fuzuli'nin "Leyla ile Mecnun" eseri, aşkın evrenselliğini ve insan ruhunun derinliklerini dile getirirken, aynı zamanda çeşitli dini ve kültürel ögeleri harmanlayarak herkesin anlayabileceği bir dil geliştirmiştir.

Anadolu tasavvuf kültürü ise, İslam’ın derin mistisizmi ile Türk kültürünün zenginliğini birleştirerek, toplumsal barış ve hoşgörüyü ön plana çıkarmıştır. Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli gibi tasavvuf büyükleri, eserlerinde aşkı ve insanın manevi yolculuğunu işleyerek, her dinden ve dilden insanı kucaklayan bir dil kullanmışlardır. Yunus Emre’nin "Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım" ifadeleri, bu yaklaşımın en güzel örneklerindendir. Burada, kimlikler bir kenara bırakılarak, insan olmanın evrenselliği vurgulanmaktadır.

Yani hem divan edebiyatı hem de Anadolu tasavvuf kültürü, sanatın din, dil ve ırk tanımadığını açıkça gösterir. Bu gelenekler, insanın manevi yolculuğunu ve evrensel duygularını ifade ederken, farklı kültürlerin ve inançların bir arada var olabileceği bir ortam yaratmışlardır. Sanat, bu bağlamda, insanları birleştiren bir köprü işlevi görür; zira sanat, tüm farklılıkların ötesinde bir dil ve anlayış sunar.

Gomidas konusunda yazdığım makalenin yetersiz olduğunu söyleyip sitem edenlere atfen bu satırları kaleme almaya çalıştım. Sözün özü şudur, Hisarlı Ahmet de bizim, Kütahyalı Ermeni Gomidas da bizim, Kütahyalı Pesendi Ali Dede de bizim, Kütahyalı Şair Şeyhi Hekim Sinan da bizim, Kütahyalı Askeri Baba da bizimdir. Siyasi söylemlerin ya da eylemlerin malzemesi olmasına izin vermemeliyiz. Yunus Emre’nin şerefli sözlerinde söylediği gibi “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz…”

Sevgiyle kalın…

GÜZEL CÜMLELER

Gelin tanış olalım,

İşi kolay kılalım,

Sevelim, sevilelim,

Dünya kimseye kalmaz. YUNUS EMRE